(8) FETÖ yargılamalarında durum nasıl? “FETÖ yargılamaları” bir çatı-isim. Bu çatının altında, daha önce de işaret ettiğim üzere, sınav sorularını çalmaktan 15 Temmuz darbe teşebbüsünü tezgâhlamaya kadar birçok suç var. Bu suçların faillerinin yargılanması adaletin gereği. Bu yapılmazsa adalet zarar görür. Potansiyel suçlar teşvik edilmiş olur. Ayrıca, demokrasimizin başının belası olan bürokratik vesayetin teşvik ve takviye edilmesi gibi bir durum ortaya çıkar. Bu yüzden, FETÖ yargılamalarına hiç kimse itiraz edemez. İnsanlığa, adalete ve demokrasiye inanan herkes bu dâvâlara destek vermek zorundadır.
(9) FETÖ dâvâlarında iki grup insan adalete hesap vermeye çağrılıyor. İlk grupta somut suçların zanlıları var. Bunların yargılandığı davalar arasında 15 Temmuz darbe teşebbüsü dâvâları, en çok ilgi ve dikkat çekenler. Alandan alınan bilgilere, Raşit Sarıkaya gibi dâvâları takip eden gözlemci hukukçuların aktardığı izlenimlere göre, bu dâvâlar Türkiye’nin yargı standartları açısından iyi durumda. İddianameler somut suçlara ve kuvvetli delillere dayanıyor. Yargıçlar tecrübeli, bilgili ve usul kurallarına uymakta dikkatli. Adil yargılama ilkesi açısından endişe edilecek bir durum yok.
Asıl sıkıntılar ve zorluklar FETÖ’yle “iltisaklı olma” gerekçesiyle yapılan yargılamalarda ortaya çıkıyor. FETÖ ile iltisaklı olmayı belirlemede kullanılacak ölçüt ve deliller neler? Bank Asya’ya para yatırmak, çocuklarını FETÖ okullarına göndermek, FETÖ’nün cemaat görünümlü toplantılarına katılmak, kendi adıyla FETÖ’nün dergi ve gazetelerine abone olmak gibi şeyler, ister tek başına ister birlikte, FETÖ ile iltisaklı olmayı ispatlamaya yeter mi?
Bir diğer mesele, FETÖ'nün ne zaman FETÖ olduğuyla ilgili. FETÖ yargılamalarında ne kadar geriye gitmek doğru olur? FETÖ'nün kriminalleşme tarihini 17/25 Aralık 2013 ile mi; MGK’nın 26 Şubat 2014’ten 26 Mayıs 2016 tarihine kadar aldığı kararlarda FETÖ’ye yapılan atıflarla mı başlatacağız? Liberal Düşünce Topluluğu seminerlerinde her üç konuşmacı da, bu konuda siyasetçilerin veya bürokratların belirleyici olamayacağını; Yargıtay ve Danıştay’ın zaman içinde somut vakalarla ilgili olarak vereceği kararların, oluşturacağı içtihatların bu hususta bir karine teşkil edeceğini söyledi.
(10) Tartışılması gereken bir diğer konu, ByLock kullanımı. ByLock FETÖ’nün bir tür üye kayıt defteri gibi. Bu yüzden, onu kullanmaktan tümüyle vazgeçmek FETÖ ile mücadeleden vazgeçmek anlamına gelir. Ancak, ByLock’u delil olarak kullanırken dikkat edilmesi gereken birkaç nokta var. İlki, tüm FETÖ üyelerinin ByLock kullanmadığı. ByLock kullanmayan FETÖ üyesi kişilerin bazılarında, daha önce sayılan öbür kıstaslara da rastlanmadığı söyleniyor. Meselâ çoğu darbeci asker bu durumda. Bu, FETÖ'nün daha sıkı gizlenmiş bir kadrosunun da bulunduğunu göstermekte. İkincisi, ByLock’un bazen hiç alâkası olmayan kişiler adına alınmış hatlar üzerinden kullanıldığı iddia ediliyor. Böyle bir-iki vaka kamuya yansıdı. Son olarak, bazı operatörlerin hatâlarından dolayı FETÖ ile ilişkisi olmayan sıradan kimselerin ByLock kullanıcısı gibi göründüğü söylentileri etrafta dolaşıyor. Bütün bunlar, yargının FETÖ ile mücadelede ByLock’un nereye yerleştirileceği konusunda çok dikkatli olması gerektiğini gösteriyor. Galiba, ByLock programının sanıkların cep telefonunda bulunmasıyla yetinmeyip, bu programın aktif olarak kullanılıp kullanılmadığına ve kullanıldıysa mesajların içeriğine de bakmak lâzım.
(11) FETÖ ile mücadelede haksızlık yapmamak ve ortaya çıkabilecek mağduriyetler üzerinden yaygın bir toplumsal hoşnutsuzluğun doğmasına sebep olmamak için ileri sürülen bazı öneriler de var. Bunlardan biri şu: Devlet çalışanlarını doğrudan doğruya görevden atmak yerine açığa almak, haklarında idarî ve hukukî soruşturma açmak ve bu soruşturmaların sonuçlarına göre karar vermek. Bunun yararı şu: Açığa alınanlar işini hemen kaybetmeyecek, maaşlarının üçte ikisini almayı sürdürecek. Bu sayede açlık ve sefaletle karşılaşmaları önlenecek. Dolayısıyla, hem onların hem de yakınlarının mağduriyet hissine kapılmasına yol açılmayacak.
Benzer bir yaklaşım da, polis ve asker gibi silâhlı olan zanlılar ile öğretmen ve sağlıkçı gibi silâhlı olmayanlar arasında ayrım yapmak. Deniyor ki, ilk gruptakiler tehlikeli ve hemen yerlerinden alınmaları gerekir; ikinci gruptakiler ani tehlike yaratamaz, bu yüzden farklı bir muameleye tabi tutulabilir. Bu yaklaşımın zayıf tarafı FETÖ’nün örgütlenme biçimini; tersten söyleyecek olursak, FETÖ üyelerinin örgüte bağlanma ve adanma biçimini ya tamamen ihmal etmesi ya da hafife alması. FETÖ ezoterik bir örgüt. Bir ölümüne adanmışlar grubu. Örgütün merkezinde silâhlılar değil siviller var. Bir ilâhiyatçı öğretim üyesi TSK'nın, bir BDDK müfettişi SAT komandolarının, bir öğretmen yerel polis teşkilâtının imamı olabiliyor. Dolayısıyla, “sivil olduğu, silâhsız olduğu için tehlikeli değil” argümanı, en azından örgüt içinde operasyonal görev alan kişiler için geçersiz. Ayrıca, gerçekten FETÖ üyesi olan bir kişinin, mesleğinden ve kimliğinden bağımsız olarak, örgütün suikast düzenlemekten canlı bomba olmaya kadar emredeceği her şeyi yapacağına inanmamızı sağlayacak veriler ve olaylar mevcut.
(12) FETÖ ile mücadelenin ne olduğunu hakkıyla anlayabilmek için, meselenin asıl özelliğini görmek lâzım. FETÖ ile mücadele özünde siyasî. Bir siyaset felsefesi meselesi. FETÖ ile seçilmiş hükümet arasındaki ihtilâfın özü, kamu otoritesini kimin kullanacağı ve bu kimselerin nasıl belirleneceği. Başka bir deyişle, kimin meşru kimin gayrimeşru noktada durduğu. Demokrasi teorisi açısından FETÖ gayrimeşru yerde duruyor. Dolayısıyla, hükümetin FETÖ ile mücadelesi meşru ve gerekli.
Hukuk bu mücadelenin ne esası ne de özü; sadece bir aracı. Eğer çatışmayı FETÖ kazansaydı o da hukuku hükümeti tasfiyenin aracı olarak kullanacaktı. Hukuk kendi kendisini icra etmez. Hukukçular aracılığıyla hayat bulur. Hükümetin (ve onun öncülüğünde yasamanın) müdahalesi olmasaydı, hukuk bürokrasisini kontrol altına almış olan FETÖ üyeleri nasıl tasfiye edilecekti? FETÖ’nün siyasî operasyonlarına hukukî bir kılıf giydirmesi nasıl önlenecekti? Bu yüzden, siyasî kısmını görmeyip veya ihmal edip sorunu pür hukuk problemi olarak sunmaya çalışmak yanlış ve zararlı.
FETÖ ile mücadele uğruna hukukun her sınırı ve kuralının yıkıldığı, insanların gereksiz ve keyfî şekilde tutuklandığı iddiaları da mevcut. Bu da hassas bir konu. Elbette tutuklama cezalandırmaya dönüştürülmemeli. Birkaç ay önceki rakamlara göre, 15 Temmuz darbe girişimin ardından 161,751 şüpheli hakkında işlem yapıldı. Gözaltına alınan 50,344 kişi tutuklanarak cezaevlerine kondu. 47,136’sı gözaltına alındıktan sonra adlî kontrolle serbest bırakıldı. 8,359’u cezaevine konmasına rağmen delillerin değerlendirilmesi sonrasında tahliye edildi. 55,495 kişi tutuksuz yargılanıyor. Bu rakamlar tutuklamaların keyfî bir araç haline geldiği ve önüne gelenin tutuklandığı iddiasını kuvvetlendiriyor mu, zayıflatıyor mu?
FETÖ ile mücadele kaçınılmaz. Adalet kadar demokrasinin de gereği. Ne FETÖ ile etkili şekilde mücadele edilmesi, ne de adaletin en yüksek seviyede ve en az hata ile gerçekleştirilmesi talebinden vazgeçebiliriz.