Türkiye’de her hangi bir savaş veya anlaşmanın zafer mi hezimet mi olduğu tartışması asla bitmez. Sarıkamış Faciası’nı zamanın gazeteleri Sarıkamış Zaferi diye anlatmış, kutlamalar için İstanbul’da fener alayları düzenlenmişti. Gerçek yıllar sonra anlaşıldı. Lozan Anlaşması’nın zafer mi hezimet mi olduğu tartışması ise üzerinden geçen 96 yıla rağmen hala hararetini kaybetmedi.
Çünkü her savaş veya anlaşma siyasidir, tartışması da siyasi olur. Siyasi tartışmalarda da sıkıcı gerçekler değil, zafer ve hezimet gibi sloganlar iş görür.
Beştepe’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence arasındaki 13 maddelik anlaşma sonrasında da böyle oldu.
AK Partili siyasetçilere, iktidarı destekleyen medyaya göre “Türkiye kazandı.” Çünkü ‘ABD, Türkiye’nin istediği güvenli bölgeyi ve YPG’nin ağır silahlardan arındırılmasını kabul etti.’
Attığı tweetlere bakılırsa anlaşmadan Trump da çok mutlu. “Bazen okul bahçesindeki iki çocuk gibi kavga etmelerine izin vereceksiniz, sonra da ayıracaksınız” gibi laflar ettiğine göre anlaşmayı kendi becerisi ve zaferi olarak görüyor, “milyonlarca insanın hayatı kurtuldu” diyor.
Halbuki ABD’li demokrat senatörlere, Trump karşıtı ABD medyasına göre durum tam tersi, “Trump kaybetti, Erdoğan her istediğini aldı.”
Anlaşmada güçlerini çekmesine, ağır silahlardan arındırılmasına karar verilen YPG’nin komutanı da ateşkesten memnun. “Bu ateşkesi Kürt, Arap, Süryani Hristiyan SDF savaşçılarının kahraman mücadelesiyle elde ettik” dedi.
Dün en itidalli açıklamayı ise Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptı ve şöyle dedi:
“Dün görüşmeler sonunda geldiğimiz aşamayı zafer ya da mağlubiyet gibi değerlendirmeyi doğru bulmuyorum. Özellikle devlet arasında bir zafer şeklinde değerlendirmek yanlış. Teröre karşı zafer.”
“Dediğimize geldiler” havasındaki zafer kutlamalarına rağmen Cumhurbaşkanı’nın itidalini korumasının sebebi, güvenli bölge derken Türkiye ve ABD’nin aynı şeyi kastetmediğinin farkında olması:
"Bizim görüşmelerimiz 32 km derinlik ve 440 km uzunluğu kapsıyor. Güvenli bölge dediğimiz budur. Güvenli bölge dediğimiz, Ayn-El Arab ile Tel Abyad arası değildir. Tel Abyad ile Resulayn arası temizlenmiş durumda. Bu bitmiş değil. Süreç devam ediyor.”
Aynısını, ABD’nin Suriye özel temsilcisi olan ve dün Beştepe’deki masada oturan James Jeffrey de Ankara’dan Tel Aviv’e doğru giden Amerikalı heyeti taşıyan uçakta ABD’li gazetecilere söyledi.
ABD Dışişleri Bakanlığı sitesinde dökümü yayınlanan röportajda anlaşmayla beş gün içinde YPG’nin çekilmesine karar verilen bölgenin, şu an zaten büyük ölçüde Türkiye ve ‘Suriye Milli Ordusu’nun kontrolünde olan Tel Abyad-Rasulayn arasındaki 90 kmx30 km'lik alan olduğunu açıkladı.
https://www.state.gov/special-representative-for-syria-engagement-james-f-jeffrey-remarks-to-the-traveling-pres/
Yine Türkiye bu tabiri kabule etmese de “ateşkes”i kabul ettiklerini söyleyen YPG komutanı Mazlum Kobani de çekilecekleri bölgenin Tel Abyad-Rasulayn arası olduğunu, diğer bölgelerde kalmaya devam edeceklerini açıkladı.
Bu alan, Türkiye’nin güvenli olarak tarif ettiği bölgenin sadece yüzde 15’ine tekabül ediyor.
O yüzden Cumhurbaşkanı “Bu bitmiş değil. Süreç devam ediyor” deme ihtiyacı hissetti.
Jeffrey de Amerikalı gazetecilere, diğer bölgeler yani Kobani, Menbiç, Haseke, Kamışlı’daki YPG varlığı için “Türkler Ruslar ve Suriyeliler ile kendi görüşmelerini yapacak”, yani özetle ‘bizi o kısım ilgilendirmez’ dedi.
İlgilendirmezden çok elimizden gelmez de demek istemiş olabilir çünkü Barış Pınarı Operasyonu’nun bir sonucu olarak artık oralarda YPG’nin hamisi ABD değil, Ruslar ve Suriye.
Türkiye’nin bu askeri operasyondan önce YPG ve güvenli bölge konusunda muhatabı sadece ABD iken, operasyondan dokuz gün sonra haritalar değişince artık YPG’ye adım attırabilmek için ABD dışında Rusya, Suriye tabii doğal olarak İran’la da anlaşması gerekiyor.
Anlaşmada öngörülen YPG’yi ağır silahlardan arındırmak işi için de bölgeden büyük ölçüde çekilmiş ABD askerleri yardımcı olamayacağına göre ya YPG kendi kendini arındıracak ya da yine Ruslarla konuşmak gerekecek.
Yani aslında bu anlaşmayla top 22 Ekim’deki Erdoğan-Putin görüşmesine atılmış oldu.
Ama yine de anlaşma masasından herkes kazançlı çıktı.
En başta, silahlar sustu, artık diplomasi konuşuyor en azından beş gün boyunca kimse hayatını kaybetmeyecek.
Türkiye, askeri operasyonla elde ettiği Resulayn ve Tel Abyad’daki varlığını masada ABD’ye kabul ettirmiş oldu.
Ama daha önemlisi, kırılgan ekonomisine zarar verebilecek, siyasi bir talimatla düğmesine basılan Halkbank soruşturması ve görüşmeler sürerken ABD kongresinde ucu gösterilen daha ağır yaptırım paketlerinden gelecek hasar engellendi.
Askeri operasyona karşı dünyadan artan baskılar, silah ambargosu kararları diplomasiye dönerek şimdilik savuşturuldu, iç politikada da zafer olarak gösterebileceği bir sonuç alındı.
“Müttefik Kürtleri sattı” eleştirileri yüzünden hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler tarafından 10 gündür topa tutulan Trump da masada kazandı. Çünkü Erdoğan’a yeşil ışık yakmadığını ispatlamak için o tuhaf mektubu bile sızdırmasına neden olan “Kürtler katlediliyor” kampanyasına karşı elinde “Buna engel oldum” diyeceği bir anlaşma var.
Hatta bu kartı, ateşkes ihlali iddialarıyla ilgili attığı tweetlerden görüldüğü gibi bol bol Türkiye’ye parmak sallamak için kullanacağı anlaşılıyor. Tabii ki aslında hedefi Türkiye değil, ABD iç siyaseti.
Anlaşma için Türkiye’ye Pence’in gönderilmesi, anlaşmaya varıldı açıklamasını daha toplantı sürerken Trump’un tweetle yapması, Pence’ın ev sahibi Türkiye henüz bir şey demeden, Ankara’da ABD Büyükelçiliği’ne geçip, acilen canlı yayına çıkma telaşının sebebi Suriye’deki savaşı durdurma aşkı değildi, ABD iç politikasında elini rahatlatma, Trump’un hasarını temizleme arzusuydu.
Anlaşma şartları en çok aleyhinde görünen YPG komutanı da memnun. Çünkü, kendisini yalnız bırakan ABD, böylece arkasında durduğunu göstermiş oldu. Artık doğrudan Başkan’la telefonda konuşuyor, bu görüşmeler boyunca ABD Başkan yardımcısı ve Dışişleri Bakanı’yla da temasta olduğu anlaşılıyor, hatta Washington’dan davet aldığı bile iddia ediliyor. Böylece çaresizlikten insaflarına sığındığı Rusya ve Suriye’ye karşı da eli güçlenmiş oldu. Zaten Türkiye’nin sahada askeri olarak elde ettiği bölgeden çekilmekte de çok zorlanmayacaktır.
Durum şimdilik böyle görünüyor.
Acaba, anlaşmadaki şartlar, 9 Ekim’deki tuhaf mektubunda Trump’ın önerdiği arabuluculuk ve ekte gönderdiğini söylediği YPG komutanın mektubunda kabul ettiği şartların ne kadar ilerisinde, bilmiyoruz. Operasyon olmadan bu kazanımlar elde edilebilir miydi sorusunun cevabı ancak o mektup gerçekten çöpe atılmamışsa, belki bir gün devletin arşivlerinde bulunabilir.
Ama artık gözler 22 Ekim’deki Putin Erdoğan zirvesinde.
Türkiye’nin askeri operasyonuyla, hem Suriye’den ABD’nin çekilmesini hem de YPG’nin kontrolünü elde eden Putin’in eli artık daha güçlü.
Türkiye şimdi hala PKK’yı terörist olarak tanımayan, YPG’ye Moskova’da ofis açtırmış Rusya’yla ve PKK’ya 19 yıl boyunca ev sahipliği yapmış, YPG’ye hala terörist demeyen, Türkiye’yi işgalci olarak gören Esad yönetimiyle YPG’nin çekilmesi ve güvenli bölge konularında uzlaşmaya varmaya çalışacak.
Üstelik hem Rusya hem de Suriye, Türkiye-Suriye sınırının kontrolünün Şam yönetimine devredilmesini istiyor.
Operasyondan 10 gün sonra Suriye’de artık ABD yok, YPG bölgelerinde Rusya ve Suriye var, YPG de ABD Başkanı, Başkan yardımcısı, senatörleri tarafından doğrudan muhatap alınan, mektupları taşınan bir örgüt.
Elde bir de Arap Birliği’den Avrupa Birliği’ne kadar ilişkilerin bozulduğu ülkeler, ambargo kararları, kaçırılmış bir araba fabrikası var.
Avrupa Birliği’ne “Operasyona işgal derseniz, kapıları açar 3.5 milyon Suriyeli’yi göndeririz”, Alman Dışişleri Bakanı’na “haddini bilmez adam”, Arap Birliği’ne “Sizin topunuz bir araya gelseniz bir Türkiye etmezsiniz” sözleri herhalde kolay unutulmaz.
Densizlikte açık ara rekor kıran Trump’a karşı ise en sabırlı “monşer diplomasisi” tarifesi uygulandı.
Cumhurbaşkanı, Trump’ın densiz mektubu için konuşmasındaki yazılı metni biraz daha yumuşattı, “Elbette bu saygısızlığı unutmadık” yerine “Elbette bunu unutmadık, ama karşılıklı sevgi ve saygımız bunları sürekli gündemde tutmaya müsaade etmiyor” demeyi tercih etti.
Yazı yazılırken Macron, Merkel ve Boris Johnson’ın haftaya Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmek istedikleri ile ilgili son dakika haberleri veriliyordu.
Galiba günün sonunda büyük güçler kavga edip, anlaşacak olan da “yavruvatan”a olacak.
KKTC Cumhurbaşkanı, tam da anlaşmayla yapılanın yapılmasını istediği için, savaş yerine diplomasiyi tavsiye ettiği için ama bunu bir hafta erken yaptığı için, “densizlik”le suçlandı.
Zaten kimsenin tanımadığı ülkenin itibarı yerden yere vuruldu.
Üstelik bunu da onu “kavgalara karışma, hepsi anlaşır, olan sana olur” diye uyarması gereken kendi Anavatan’ı yaptı.
Ne diyelim, geçmiş olsun Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti!