[27 Haziran 2014] Olmayan güncemden bir sayfa. En son 12 Haziran’da, oturup bağımsız bir yazı yazabilmişim (Neo-con’ların lâneti). Soma faciasından sonra, İttihatçı-Kemalist geleneği sürdüren bir kentli orta sınıf seçkinciliğinin Müslümanlara (ve dolayısıyla Türkiye halkının büyük çoğunluğuna) beslediği nefretin sosyal medyadaki örnekleri üzerinde duruyordum (17-18-22-24 Mayıs). Ama bu arada, başbakanın 23 Nisan’daki taziye mesajıyla başlayan şu televizyon dâvetleri ve röportajlar, tek tük de akademik seminerler serisi sürmekteydi –* 24 Nisan, CNN Türk; Şirin Payzın’ın 360 Derece programı (Serbestiyet’te bkz Bu özgürlük beratının peşinatını Hrant hayatıyla ödedi, 10 Mayıs).* 25 Nisan, Cine-5; Yıldıray Oğur ve Mustafa Şen’in Sözümü Kesebilirsin programı (bantları çözüldü de daha redije edemedim).* Gene 25 Nisan, Sabah; 1 Mayıs 1977 hakkında bir röportaj.* 9 Mayıs, TV 360; Fadime Özkan ve Eren Eğilmez’in Kayda Geçsin programı (transkripsiyonda).* 14 Mayıs, Maltepe Üniversitesi’ndeki bir tarih seminerinde, uzun otobiyografik konuşma.* 19 Mayıs, Militant Democracy başlıklı bir araştırma projesi çerçevesinde İngiltere’den gelen öğretim üyeleriyle, Türkiye’nin gerçek durumu hakkında uzun konuşma.* 21 Mayıs, TV NET; Ali Değermenci’nin sabah kuşağındaki Manşet programı.* 25 Mayıs, Ankara, Kanal 24; Melih Yiğiter ve Orhan Miroğlu’nun Doğrusu ne programı.* 29 Mayıs, TV 360; öğle haberlerinde “İstanbul’un fethi” üzerine konuşma (onu bile yapmışım; inanamıyorum doğrusu).* 30 Mayıs, Nil Gülsüm Gül’ün yaptığı Yeni Şafak röportajı (daha kısa haliyle gazetede 2 Haziran’da, uzun şekliyle Serbestiyet’te 3 Haziran’da yayınlandı).* 31 Mayıs, Fırat Erez’in yaptığı uzun, fotoğraflı röportaj. İngilizcesi (bitirdiğimde) Turkey Agenda’da çıkacak, ama önden önce Türkçesi üç bölüm halinde, 16-20-23 Haziran’da Serbestiyet’te yayınlandı).* 2 Haziran, Ülke TV; Banu Yüm’ün Gündem programında, Saadet Oruç ile birlikte AB’de ırkçı partilerin yükselişi üzerine sohbet ve tartışma.* 3 Haziran, TV NET; gene Ali Değermenci’nin, bu sefer akşam kuşağındaki Müzakere programı.Geri dönüp baktığımda, düşündüğüm pek çok şeyi buralarda dile getirdiğimi görüyorum. Örneğin (a) AKP’ye ve Erdoğan’a karşı “demokrasi” mücadelesi verme iddiasındaki bütün bir cephenin demokrasisizliği (daha da net olarak,Türkiye’deki “en az demokrat kesim” olması). (b) Özel olarak bu kesimin kâh klâsik Atatürkçü, kâh ulusalcı, kâh doğrudan solcu, ama hepsi hiçbir pozitif gelecek projesi gütmeksizin sırf yıkıcı-devirmeci bir sokak aktivizmine, bir “işgal et ve diren”cilikte (resist and occupy) birleşmeye meyleden gençlerinin, çok sınırlı, çok sığ, çok fakir öğrenim, kültür, tarih ve hayat tecrübesi dünyası. (c) Başbakan Erdoğan’ın zaman içinde çoğalıp biriken kendi hatâları. (d) Bu bağlamda, yakın zamanların dört önemli olayından hiç olmazsa ikisine daha ayrıntılı değinmeler — Joachim Gauck’un ziyareti ile Freedom House’un raporu ve basın özgürlüğü. (Eğilemediklerim: Danıştay ve Metin Feyzioğlu provokasyonu; Soma faciası, tekmeci danışman ve diğer kontrolsüz öfke belirtileri.) (e) Hepsinden hareketle, Türkiye’nin bölünmüşlük, AKP’nin ve hükümetin kuşatılmışlık sorunu.Oysa birçoğu, belki hepsi hakkında ayrı ayrı yazılar düşünmüş, taslaklar hazırlamıştım. Bunlara gitti. Bir ara, hepsini çözdürüp yayınlamayı düşünmüştüm. Artık o da olmaz, zira Fırat Erez’in en kapsamlı metinleri, diğerlerini büyük ölçüde kucaklıyor, hattâ (f) Gürbüz Özaltınlı’nın ortaya attığı, Etyen Mahçupyan’ın da değindiği “aydınlar neden karamsar” sorununa bile değiniyor, ucundan ucundan.Her neyse; iki üç hafta bunlarla idare ettim ama tabii bir yığın başka şey de oldu bu arada. Benim için en önemlileri, kendi yorumlarımla birlikte (i) IŞİD’in gerek iç gerek dış basında kestirmeden AKP’yle ilişkilendirilmesi. (ii) Ekmeleddin İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı ile uyandırdığı reaksiyonların, CHP’nin tarihsel sınırları ve Atatürkçülüğün sonu açısından anlamı. (iii) Cengiz Alğan’ın yazı ve demeçleriyle, Gezi’nin perde arkasına, itinayla üstü örtülüp temizlenmiş ve sanitize edilmiş gerçekliğine ilişkin bilgilerimizin çoğalması. (iv) Balyoz tahliyelerini beraatmış gibi gösterme çabaları. (v) 12 Eylül generallerinin suçlu bulunup ömür boyu hapse mahkûm edilmesinin anlamı — anayasa referandumuna sırt çevirmişliğin, “yetmez ama evet”i kötülemişliğin ve “bundan bir şey çıkmaz”cılığın iflâsına yeni bir örnek. (vi) Lice olayları; sathın altında, pusuda bekleyen savaşçılık; krizin bu sefer kısmen karşılıklı itidalle, kısmen Öcalan sayesinde atlatılması. (vii) Ardından, yeni “dağdan iniş ve eve dönüş” yasa tasarısının Meclis’e gelmesi — ve “barış olmayacak, bundan bir şey çıkmaz”cılığın ikinci büyük iflâsı. (viii) Bu bağlamda, siyasal sorumsuzlukları içinde süper-radikal bazı köşe yazarlarının “iyi ama bu da yetmez, bununla da olmaz, samimi olsalar asıl şöyle olur” tarzı maksimalist varyasyonları.(ix) Madalyonun diğer yüzünde, yeni YÖK yasa tasarısının nasıl bu kadar kötü ve yanlış olabildiği. (x) Cumhurbaşkanı Gül’ün hükümete ve Erdoğan’a ters tavır alışları: Anayasa Mahkemesi’ne ve hâkimlerine 11’ini ben atadım diye sahip çıkması; hükümet yanlısı bir gazetenin “paralelci generaller” haberine karşı “TSK’nın yıpratılmaması”ndan yana tutum koyması.Bunların bir kısmına artık hiç değinemem. Öte yandan, şimdiden bu sitenin başka yazarlarınca işlenen bazılarına benim de eklemek istediklerim var — ve bir de, kendime özgü bazı temalar. Örneğin (xi) bu röportajlar bağlamında, küçük de olsa bir arkadaş ayıbı. (xii) Kan ve bayrak fetişizmi konusunda, Turgay Oğur’a düşmek istediğim bir not. (xiii) Engizisyon (ve daha genel olarak devlet terörü) hakkında ise, bu sefer Doğan Gürpınar’a düşmek istediğim, hafif kontra bir başka not. (xiv) Geçmişte Mike Tyson, şimdi Luis Suarez. Yetenek, çamura yatma, sonra sahtekârlık, duygusal şantaj, merhamet dilenme ve milliyetçiliğe, Üçüncü Dünya mağduriyetine sığınma sorunları. (xv) Türkiye’nin yeni bir dönemin (veya alt-dönemin) eşiğinde olup olmadığı. (xvi) Bu yeni dönemde Serbestiyet’in hem içeriği, hem üslûbu ve ses tonuyla aşırı kutuplaşmayı aşacak bir “ara yüz” olup olamayacağı. (xvii) Son olarak da bir TTK ve Ermeni Masası haberi — ve “bu taziye mesajının göreceksiniz arkası gelmeyecek”çiliğin, “bundan bir şey çıkmaz”cılığın, hemen gözlerimizin önündeki üçüncü büyük iflâsı.Herhalde yarın veya öbür gün en yenisinden, sonuncusundan başlarım.
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik