Ana SayfaYazarlarGenel irade, milli irade ve keyfi irade (II)

Genel irade, milli irade ve keyfi irade (II)

 

Türkiye olarak, tam veya liberal bir demokrasiyi yerleşik hale getirmekte başarısızız. Bu başarısızlık, ülkedeki temel sosyolojik kesimleri temsil eden elitlerin genel iradeci ve milli iradeci olmak üzere iki çarpıtılmış demokrasi anlayışına başvurarak, iktidarlarını “kalıcı” kılmak uğruna yarı-demokratik veya otoriter bir sistemi tercih ediyor olmalarında somutlanıyor.

 

Böylece genel veya milli irade değil, iki kesimin elitlerinin keyfi iradeleri hakim hale gelebiliyor.

 

İlk yazımda genel iradeci demokrasi anlayışını resmetmeye çalışmıştım; şimdi de milli iradeci demokrasi anlayışına daha yakından bakmak istiyorum.

 

Milli iradeci demokrasi

 

Milli iradeci anlayış, merkez sağ diyebileceğimiz, ilkine göre daha geniş bir toplumsal tabana yaslanarak yükselmektedir. Milli iradeciler, genel iradeci anlayışın uzun süren Tek Parti hakimiyeti ve ardından kurulup askeri müdahalelerle ayakta tutulan vesayet sistemi uzantısı sebebiyle, hem seçim yarışına hem demokratlık yarışına epey önde başlayabilmiştir.

 

Otoriter statükoya muhalefet ederek işe giriştiklerinden, başlangıçta işleri epey kolaydır. Muhalefetlerini statükonun üç kırılgan noktası üzerine inşa etmişlerdir: (i) Toplumun geniş kesimlerine yabancılaşmışlık (elitizm); (ii) kötü ekonomi (devletçi ekonomi); ve (iii) her türlü muhalefete baskı (anti-özgürlükçülük).

 

Milli iradeciler, (a) toplumun değerlerine ve taleplerine önem vermek; (b) serbest piyasayı referans almak; ve (c) özgürlükçü politikaları savunmak olmak üzere üç ana hatta işleyen bir muhalefet (veya alternatif iktidar sunarak) geniş toplum kesimlerinin desteğini alır ve hızla yükselirler.

 

İktidara muhalefet ederken, iktidar yolunda yürürken ve iktidarlarının  ilk zamanlarında en demokratik, en serbest piyasacı programlarıyla karşımızdadırlar.

 

İfade, basın-yayın, örgütlenme ve gösteri özgürlükleri alanını genişleten yasaları ve uygulamaları tercih ederler. İcraatları kamu işletmelerini özelleştirmeyi, küresel finansa ve mal ticaretine kapıları açmayı, özel girişim ve mülkiyeti desteklemeyi, piyasayı güçlendirici ekonomik reformlar yapmayı içerir. Halkın değerlerini dikkate alır, sorunlarına çözüm getirmeye çalışırlar. Böylece ekonomik ve demokratik olarak başarı elde ederler.

 

Ne var ki bir süre sonra işler değişmeye başlar. İktidarları eskidikçe genel bir yozlaşmanın içine sürüklenip, muhalefet ederek yerlerinden ettikleri “ötekilerin iktidarı”nın hatalarını yapmaya başlarlar.

 

Yeni ve farklı sorunlarla baş etmekte zorlanma veya tıkanma, iktidarda olmanın nimetlerine kapılma ve iktidardan vazgeçememe sebebiyle, geri döndürülemez bir yozlaşmanın içine sürüklenirler.

 

İşler bir evreden sonra, serbest piyasa yerine ahbap çavuş kapitalizmine, toplumla temas yerine sığ bir popülizme ve özgürlükler yerine her yere uzanan siyasi baskıya dönüşüverir. Bu yeni, alternatif otoritarizm milli iradeci demokrasi olarak karşımıza çıkar.

 

Milli iradeci demokrasi anlayışı dindar-milliyetçi, gelenekçi-kalkınmacı perspektifiyle paternalist otoritarizm olarak kendini gösteriyor. İdeolojik kurguda “millet” temel öznedir, milletin çıkarı temel gayedir, egemenliğin asıl sahibi millettir.

 

Milli iradeci anlayışın “millet” kavrayışındaki üç araz, çarpıtılmış bir demokrasi anlayışı kurulmasında elverişli araçlara dönüşür.

 

İlk olarak, milletten anlaşılan, farklı kesimlerin biraraya gelmesiyle oluşan bütün bir toplum değildir. Millet daha ziyade kendilerine oy veren ve destekleyenlerden oluşan, milliyetçi-dindar-muhafazakâr bir profile sahip toplum kesimleri olarak kabul edilir.

 

Farklı ideolojileri, yaşam biçimleri veya siyasi tercihleri olan kesimler dışarda kalır. Onlar “asıl milletin” ana kütlesi ve karakterine etki edemez ve onu temsil edemez. Onlar “Batı sevdalısı… fazla çağdaş… kendi toplumuna yabancı” halleriyle “milletten” olamazlar. Kendilerinin iktidarıyla birlikte millet Batı’ya değil, artık özüne dönecektir.

 

İkinci olarak, millet kısmen organik bir varlık olarak  görülür. Belli değerler ve niteliklerle tanımlanan bu “millet,” siyasi tercihini oylarıyla gösterdikten sonra, bir sonraki seçimlere kadar iradesini seçtiği lidere ve/ya partiye teslim etmiş gibi düşünülür. İki seçim arasında hükümetin, geçmişten geleceğe uzanan bu “millet” adına en doğru ve en iyi kararları alacağına güvenilmelidir. Seçmene, seçimler arasında aktif ve katılımcı bir rol verilmez.

 

Üçüncü ve en problemli anlayış ise, hükümet olacak kadar çoğunluk oyunu almanın “her şeyi yapabilmek için tam yetki” verilmesi olarak anlaşılmasıdır. Demokrasinin temel ilkesi olan çoğunluk ilkesi, sınırlandırılamaz mutlak millet iradesine dönüşüverir. Milletin oyunu alan, milletin sahip olduğu “mutlak” egemenliği kullanma hakkını da kazanmış olur.

 

Demokrasilerde hükümetlerin hukuk ve anayasalarla, vatandaşların temel haklarıyla, bu bağlamda azınlıkta kalanların temel haklarıyla sınırlandırıldığını görmezden gelirler.

 

Böylece, farklı toplum kesimlerinden gelen eleştiri ve siyasi muhalefetin yasadışı, düşmanca, gayri-milli veya gayri-ahlaki görüldüğü; eleştirinin ve muhalefetin hükümete karşı değil milli iradeye karşı yapıldığının düşünüldüğü; “asıl” milletin iradesinden kaynaklanan milli fayda ve tercihler karşısında bu diğer kesimlerden gelen talep ve beklentilerin değersiz sayıldığı; milli iradenin temsilcisi olarak çeşitli şekillerde sınırlandırılmayı reddeden bir “demokrasi” anlayışı ortaya çıkar.

 

Genel iradeci anlayışın askeri müdahalelerle işleyen (medya, STK, sermaye ve akademi vb. gibi devlet dışı alanlara da uzanmış olan) bürokratik vesayet kıskacına karşı, başlarda meşruiyet sağlayacak ve karşı hareketi mümkün kılacak ellerindeki yegane araç olarak “seçmen oyu”na sarılmıştır milli iradeci anlayış. Çoğunluk oyuna verilen haklı ve yerinde ehemmiyet, “işler” yeni/alternatif iktidar için kötüye gitmeye başlayınca ise çarpıtılmaya girişilir.

 

Tam bir demokrasi biri seçimler diğeri özgürlükler olmak üzere iki vazgeçilmez unsura bağımlıdır. Milli iradeci anlayış sadece seçimleri demokrasi için yeter koşul sayıyor gibidir. İktidarda “kalıcı olmak” uğruna baştaki liberal demokrasi vaatleri unutulup, otoriter bir yönetim anlayışına teslim olunur.

 

Kendisine karşı muhalefet oluşturacak veya muhalefeti güçlendirecek, yayacak ve pekiştirecek endişesiyle sivil ve siyasi özgürlükler üzerinde baskı kurulmaya başlanır. Hukuk, hatta kanun ihlallerinden çekinilmez, gocunulmaz. Devlet gücü muhalif olanları sindirmek, piyasadan silmek veya yanına çekmek için suiistimal edilir, kötüye kullanılır. Kamu kaynakları keyfi tercihlerle “belli” yerlere dağıtılır, ikram edilir.

 

Sonra bir bakıyoruz, ekonomik zenginlik ve tam demokrasi vaadiyle yerinden ettiği  eski iktidara/rejime ne kadar da çok benziyor!

 

Genel iradeci ve milli iradeci anlayışlar farklılıklarına rağmen en az üç noktada birbirlerine benziyorlar:

 

– Hikmeti Hükümet

– Muhalefete baskı

Beka kaygılı hamaset

 

Her iki kesimin elitleri hükümet etmenin iktidarıyla yetinmek istemedikleri, kendi iktidarlarını devlet iktidarına dönüştürerek baki kalmaya, devletin ve ülkenin asıl sahibi olmaya çalıştıkları için ülkeyi yarı-demokrasilere, otoriter rejimlere, darbelere mahkum kılıyorlar.

 

Yazıyı, merkez sağda kendini konumlayanlar için demokratlık testi olabilecek bir soruyu buraya bırakarak bitirelim.

 

Eğer milli iradeci anlayış darbelerin mağduru olmasaydı, ordu genel iradecilere karşı kendi iktidarlarının destekçisi ve bekçisi olsaydı, o zaman da şimdi olduğu gibi askeri darbe karşıtı olurlar mıydı?

 

Umarım cevapların çoğu “evet” tir.”

 

- Advertisment -