Ana SayfaYazarlarGökkuşağı görünce aklınıza ne geliyor?

Gökkuşağı görünce aklınıza ne geliyor?

Geçtiğimiz haftanın nevrotik olaylarının başında Ak Partili Hamza Dağ’ın “gökkuşağı okumaları” geliyor. İzmir Büyükşehir Belediyesinin çocuklara dağıttığı sütlerin üstündeki gökkuşağı resimleri ile başladı, belediye binalarının sütunlarının rengarenk boyanması ile devam etti.

Semboller önemlidir. Toplumsal ya da kişisel hafızalarımızda sembollerin yerini yok saymak mümkün değil. Bir yandan nevrotizmin kapılarını sonuna kadar açarlar bize, bir yandan da hayatın tuzu biberidirler.

Antik çağlardan bu yana biliriz ki, yeryüzü biz ölümlü canlılar içindir. Toprakta ya da toprağın altında “kök salmak” isteriz. Ama, nafile… Yeryüzü başlayıp biten şeyleri simgeler.

Gökyüzü ise ezelî ve ebedîdir; ulaşmaya çabaladığımız, ulaşamadığımız, bizi aşan varlıkların yeridir. Gökyüzünde olanlar, bu nedenle daha da sembolik olmaya müsaittir. İsteyene istediğini gösterirler. Bu nedenle dua ederken başımızı gökyüzüne doğru çeviririz, meleklerin kanatlı olduğunu, kuşların gagalarında bir zeytin dalı ile gökyüzünden barış getirebileceğini düşünürüz. “Göğe bakma durakları” da bu nedenle vardır.

Bir yaz gecesinde şehir ışıklarından uzakta yıldızları seyretmek, bir an olsun kafayı boşaltıp akıldan uzaklaşmak, dünyaya başka bir gözle bakmayı becermek, görmek isteyenlere çok şey gösterir. Ya da sağanak yağmurların yağdığı bir sonbahar gününü hayal edin. Kendinden başka hiçbir şeyi önemsemeyen, hiçbir şeye geçit vermeyen gök gürültüleri, şimşekler, yıldırımlar… Gökyüzüne kafa tutamayız. Başa çıkamadığımızı bırakırız. Ama sonra bir ihtimal, yağmur sakinleşir, bir yerlerden güneş çıkar. Şanslı bir gündeysek, gökkuşağı görünür.

Gökkuşağı tabiatın bize sunduğu en yumuşak ama en süslü gösteridir. Gözle görülebilen uzaklarda devam etse bile, gökyüzünde rengarenk bir kuşak gördüğümüzde, yağmur ya bitmiştir ya da bitmek üzeredir. Bu nedenle, Kızılderililerin atasözü anlamlı gelir bize: “Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağını göremez.” Sırtımızı biten yağmura dönünce, bazen büyük dikey bir hilal gibi, bazen de neredeyse gökyüzünü yere bağlayan yarım bir çember gibi gökkuşağını görürüz. Heyecanlı bir andır.

Sonra gelsin gökkuşağı resimleri, “paylaşımlar”. Boşuna “Nevrotiğiz” demiyorum. Gökkuşağını görmenin anlamı ürettiği ek anlamlarla birlikte çığ gibi büyür. Bu anlamların ama, tamamı olumludur.

Gökkuşağının dünyanın hemen hemen tüm coğrafyalarında, tüm kültürlerinde, ortak anlamı başka güzel şeylerin kapıda olduğunu hatırlatan bir umuttur, ilk hissettirdiği de yaşama sevincidir. Gökkuşağı görmek çok güzeldir. Nasıl oluştuğunu fizikî olarak ne kadar bilirsek bilelim bir mucizeye tanıklık ederiz. Yeryüzünü gökyüzüne, belki de cennete bağlayan güzel mucize…

Bizim coğrafyada bir de gökkuşağının altından geçmek meselesi var. Bunu başarabilen kızların erkek, erkeklerin kız olacağı söylenirdi biz küçükken. Şimdiden baktığımızda gerçek bir “yerli ve milli” yazar kabul edilebilecek Ömer Seyfettin’in de tam böyle bir hikayesi var: “Gökkuşağı”. Büyümekte olan bir kız çocuğunun erkek çocuklarla ve onlar gibi oynamaya devam etme ve hatta köyün güzel kızıyla evlenebilme hayalini kurduğu bir hikaye. Günümüzde yaşayan  bir yazar tarafından yazılsaydı ne tip “yerli ve milli” tepkiler alırdı, bizim için tahmini zor değil ama Ömer Seyfettin’in tahayyülünü çok aşardı muhtemelen. Aslında, hayal kurmak için şahane bir vesiledir gökkuşağı, o da bunu anlatmaktadır.

Sadece gökkuşağı değil, içerdiği renkler de tek tek ya da birlikte, çoğunluğumuza hep güzel, ferahlatıcı şeyler çağrıştırır. İlkokul kompozisyonlarımızda yemyeşil kırları, masmavi denizi, rengarenk çiçekleri anlatmak, renklerle tasvirler yapmak “pekiyi” almak için birebirdi. Belli ki, renk bahsini öğretmenlerimiz de severdi, tabiatın bize verdiği coşku diye ya da ortak bir dil tutturmak için belki de… Sosyal anlamda da “çok renkli” olmak, “farklı renkleri” kabul etmek sevgi, barış çağrıştırır her makûl insana.

Bu binlerce yıllık semboller hikayesinde gökkuşağının LGBTi sembolü haline gelmesi ise sadece 40-45 yıl kadar geriye, 1978 yılına götürüyor bizi.

“Gökkuşağı bayrağı, eşcinsel kimliğini saklamayan sanatçı Gilbert Baker tarafından 1978 yılında tasarlandı. Baker daha sonra, ABD’de yapılan seçimler sonucu senatoya girmeye hak kazanan ilk eşcinsel politikacılardan biri olan Harvey Milk’in ricası üzerine eşcinsel topluluğu için gökkuşağı bayrağını tasarladığını açıkladı.

“Baker daha sonra verdiği bir röportajda, bir bayrağın, eşcinsel bireylerin görünebilir olması ve gerçek hayatta var olduklarının anlaşılması için sembol bulma görevini karşıladığını söylemişti. Gökkuşağının gökyüzünden gelen doğal bir bayrak görevi gördüğünü söyleyen Baker, gökkuşağının 8 rengini, LGBTi bayrağı oluşturmak için kullandı ve her bir renge anlamlar yükledi.

“Gökkuşağı bayrağının ilk versiyonları 25 Haziran 1978 tarihinde düzenlenen San Francisco Gay Freedom Day Parade’de kullanıldı. Baker ve bir grup gönüllü, gökkuşağı bayraklarını elleriyle tasarladı ve Baker daha sonra gökkuşağı bayrağının herkes tarafından kullanılması için toplu üretim yapmak istedi.

“Üretim sorunları nedeniyle pembe ve turkuaz renkli şeritler çıkarıldı ve nil mavisi rengi mavi ile değiştirildi... Gökkuşağı bayrağındaki farklı renkler geniş çeşitliliği ve LGBTi topluluğunun bütünleşmesini yansıtıyor.

Gökkuşağı bayrağı tam anlamıyla 1994 yılında LGBTi Onur sembolü haline geldi. 1994 yılında Stonewall ayaklanmalarının 25’inci yıl dönümünü anmak için Baker, 1.60 km uzunluğunda gökkuşağı bayrağı tasarladı.

Gökkuşağı bayrağı günümüzde uluslararası LGBTi Onur sembolü olarak kullanılıyor.

(https://www.milliyet.com.tr/gokkusagi-bayragi-nasil-lgbti-sembolu-haline-geldi–molatik-9405/)

Geçtiğimiz haftanın nevrotik olaylarının başında Ak Partili Hamza Dağ’ın “gökkuşağı okumaları” geliyor. İzmir Büyükşehir Belediyesinin çocuklara dağıttığı sütlerin üstündeki gökkuşağı resimleri ile başladı, belediye binalarının sütunlarının rengarenk boyanması ile devam etti.

İzmir Milletvekili Hamza Dağ, Belediye Başkanı Tunç Soyer’e önce süt kutularının üzerindeki gökkuşağı resmiyle hangi “sübliminal” mesajı verdiğini sordu. Ertesi gün, gökkuşağı araştırmalarını ilerletti ve belediye binalarındaki rengarenk boyaların da açıklamaya muhtaç olduğunu ifade etti. Attığı tweet’lerde Tunç Soyer’e evinin odalarını LGBT renklerine boyayabileceğini, bunun kişisel tercihi olacağını, lakin bir kamu binasını, “pedofili ve ensest ilişkileri meşrulaştırmayı amaçlayan bir sapkınlığı simgeleyen renklerle” boyayamayacağını hatırlatmayı da bir görev bildi. Derhal bu yanlıştan dönülmeliydi!

LGBTi ile pedofili ve ensest ilişkilerin meşrulaştırılması bağlantısını nasıl kurduğunu pek anlayamadık. Atılan bu tweet’lerle yapılan çağrılara Tunç Soyer de pek bir anlam veremedi tabii. 


“Hamza Dağ’a verilecek tek kelime cevabım yok. Renklerle kavga edildiğini siyasette ilk kez görüyor ve yaşıyorum… Renk hayattır. Ruhu rahatlatır. Her halde bu arkadaşlar bunun farkında değil.”

İzmir Milletvekili Hamza Dağ İzmir’deki rengarenk uygulamalardaki “sübliminal” mesajları irdeleyen bu tweet’lerle uğraşırken, Türkiye’nin başka köşelerinde gencecik kadınlar, heteroseksüelliğini, yani o çok mühim erkekliğini, her şeyden kıymetli cinsiyetini “şaka konusu” bile yapmayacak erkekler tarafından öldürülmeye devam ediliyordu.

Gökkuşağı ve hatta rengarenk nesneler görünce sadece LGBTi’yi hatırlamak, evde odaya girip ışığı açarken ampul görünce Ak Partiyi hatırlamak gibi bir şeydir. Kaldı ki gökkuşağı, ampulden çok daha sembolik hatta çok daha engin bir gökyüzü varlığıdır.

Nevrotik bir toplumda yaşadığımızı kabul ediyoruz ama hayat “bu arkadaşların” tahayyüllerinden çok daha geniş. Dert edindiğimiz konular da, sevindiklerimiz gibi, kim olduğumuza dair önemli ipuçları sunuyor.

- Advertisment -