Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIGünümüzün karanlığı (2): Dünya nereye gidiyor?

Günümüzün karanlığı (2): Dünya nereye gidiyor?

Rusya’nın bütün dünyaya dayattığı, Çekoslovakya 1938 benzeri krizde bir haftayı daha geride bıraktık. Nefesimizi tutmuş, bekliyoruz. Ülkeler vatandaşlarını, dışişleri bakanlıkları elçilik mensuplarını çekiyor Ukrayna’dan. Moskova’nın gerekçe yapacağından korkulan (Mukden ya da Walwal misali) “sahte bayrak” provokasyonlarının, Donetsk’te esrarengiz bir patlamayla başladığı söyleniyor. Dün Biden artık kararlarını verdiler, her an saldırabilirler dedi. BBC gibi web sitelerinde, taarruzun ve Kiev’in düşmesinin (yukarıda gördüğünüz) olası güzergâhları yayınlanıyor.

[19 Şubat 2022] Nihaî kanıtlar ise, doğrudan doğruya Rus medyasından ve Kremlin sözcülerinden geliyor. Güya Ukrayna, Rusya’ya saldırmaya hazırlanıyormuş. Güya Ukrayna, Rus yanlısı ayrılıkçıların elindeki bölgelerde soykırım düzenlemişmiş. Kim inanır bu Hitler tipi yalanlara? Putin’in güvenilirliği sıfır dolaylarında. NATO tehdidi palavra. Şu veya bu şekilde, eskiden Rus Çarlığına ve sonra Sovyetler Birliği’ne “ait” olmuş olanı “geri alma”ya hazırlanıyor.

Geçen sefer bir temel koşulu işlemiştim: demokrasinin zaafı. Geçici mi kalıcı mı — yani, insanlığın kabaca Fransız Devriminden bu yana yaşadığı, topu topu iki yüz yıllık şu son demokrasi denemesi de, daha önce Eski Yunan şehir-devletlerinde olduğu gibi, artık sınırlarına geldi ve miadını doldurdu mu; dolayısıyla tekrar bir “büyük birimler = imparatorluklar” çağına, bıktığı Atina demokrasisine karşı Platon’un özlediği güçlü ve birleşik oligarşiler çağına, Persler, İskender ve Roma çağına mı girdik; bilemiyorum doğrusu. Geçici olduğunu umuyorum. Şimdiki büyük göç ve sığınma dalgaları yatıştığında, Batı’da varolanlar ile Doğu’dan gelenleri kaynaştıran taze bir demografi oluşacağını; etnik-dinî kimlik sınırlarının eriyeceğini ve 400-800 arasındaki “Roma-Germen sentezi”ni andıran bir karışımın, yeni bir bileşimin doğacağını; bu zeminde, zaten şimdiden uçvermekte olan yeni bir “birlikte yaşama” ahlâkının serpileceğini; düşmanlığa dayalı anti-demokrasilerin inişe geçeceğini ve barışa dayalı demokrasinin geri geleceğini umuyorum.

Bunu istiyor ve umuyorum, ama kötümserim de bir yandan. Zira bu, günümüzün bazı yeniyetme ve tehditkâr Büyük Devletlerinin derin içsel dönüşümler geçirmesine bağlı. Batının bu süreçlerde nasıl değişeceği (örneğin Trumpizmden nasıl kurtulacağı) ayrı bir konu. Ama özellikle Çin’in bir şekilde demokratikleşmesi ve küresel camia içinde yer alması şart. Rusya’nın demokratikleşmesi de önemli tabii, ama hem daha kolay, hem tâyin edici değil. Ekonomik kalkınmasının ulaştığı düzey, en ileri teknolojiye yaptığı yatırım, habire artan askerî gücü, nihayet komünizmi bir Büyük Çin projesine dönüştürebilmesi ve 1.4 milyarlık nüfusunu tek parti yönetiminde bu projeye angaje edebilmesiyle Çin, bambaşka bir problem. Gelgelelim, nasıl demokratikleşir; (Faşist İtalya ve Nazi Almanyası gibi onun da) içsel dinamikleriyle demokratikleşmeyeceği açık da, dış dinamiklerin baskısıyla demokratikleşmesi hangi biçimlere bürünür, açıkçası onun da şu veya bu yayılmacı macera sonucu kayalara toslayıp büyük bir yenilgi mi yaşaması gerekir, rejimin meşruiyetini yitirmesi ve muhalefetin zuhur edebilmesi açısından?

Açıkçası korkutuyor beni. Çünkü savaş kokuyor. Yeni savaşlar kokuyor.

- Advertisment -