Portekiz’de sorunsuz ve çok iyi geçirdiği yılların ardından Türkiye’de 3 maça o kadar sarı ve kırmızı kartı nasıl sığdırmıştı? Maçtan çok hal ve gidişe bakıyorduk. Sonuç; hüsrandı. Hatice’nin hatırı vardı ama Netice hepimizin sevdalısıydı.
Bir kez daha Beşiktaş’ın kapısından içeri giremez! Beşiktaş yönetiminin en üst kademesinin Q7’ye ilişkin hissiyatı buydu zamanında. Portekiz ağırlıklı! Bir transfer politikasının köşe taşıydı. Nice nice umutlarla ‘Çarşı!’nın önünde yeri ve forması hazırdı. Nouma’dan sonra tribünleri ağlatacak trivelaların adamıydı. Geldi; birkaç iyi maçın dışında hiçbir şey bırakmadı geride. Kendisi için söylenenleri bir kenarda tutarsak.
Kötü oynadığı oyuna kendini vermediği! Anlatan birinde tribünden kendisine yazılan bir taraftara ‘formayı sana vereyim de sen oyna’ dercesine işaretler yaptı; beden diliyle çok biliyorsanız siz oynayın dedi Q7. Dedi bu onun ama düşüşünü durduramadı.
Ve geçen gün hocasının verdiği talimatları işe yaramaz ilan eden tavrıyla yedek kulübesini gösteren Van Persie’nin yaptığını yapamamıştı o zamanlar. Persie oyuna yedek girdiği karşılaşmada gole yazdı ve haklılığını kanıtladı; ben kenarda oturtulacak adam değilim. Gerçi bunu hocasına yazılmadan da yapabilirdi ama… ‘ Ama’sı var işte. Tamam Hatice’nin hatırı yok değil ama Netice’nin cazibesini de unutmamak gerekir değil mi?
Neyse efendim; Q7 namlı Portekizli hayta hiçbir zaman bir taktik şablona uyamayacağını ta o zamanlardan göstermişti aslında. Ya da ‘dışarıda’ oynarken tamam ama ‘Türkiye’de olmayacak bir şeydi. Burada vidaları gevşeyen bir ‘kukla’ gibi sahada. Gevşek ve sınırsız! Canı isteyince antrenmanda çıkan istemeyince oynamayan canı istediğinde tekme de atan zaman zaman da heyecanını yenemeyip iyice aptallaşan görüntüsüyle izliyoruz Q7’yi. Son maçta forvet arkası denendi o da tutmadı. Büyük olasılıkla kendinse yer arayan hocası için ‘naapıyo bu adam yaa!’ demiştir. Mutlaka böyle düşünmüştür.
Hagi’nin yaptığını yapmasını istiyoruz ondan. Taraftarı, hakemi, rakip oyuncuyu ve yöneticiyi ve hatta masörünü bile yenmesini istiyoruz. Çıldırırken zevkten doruk yapmış adamların haykırışlarını yaşayalım istiyoruz o muhteşem trivelasını yaparken. Ama ve ama bunu hep yapsın takım oyunu takmasın, diğer arkadaşlarıyla birlikte üreteceği değerden çok kendi değerini yedirsin bize! Burada tam da bizim algımızda bir gariplik olduğu ortaya çıkıyor aslında. Tek adam hastasıyız biz. Bir dişli gibi işleyen takımı değil mucize adamlara tapıyoruz neredeyse. Hatta başka bir top verelim onlara ve kader denilen şeyi majiskül bir yazı gibi kireçle dökelim yeşil alana.. Van Persie o yüzden o ince vuruşları yaptığı için çıtkırıldım Nani topu ağlara gömdüğü için sert ve aranan oyuncu. Bütün goller galibiyete taşıyorsa önemlidir. Diğerlerinden bir kat daha elbette ki. Ama Q7 son maçı da gösteriyor ki değil gol atmak yaptığı meşhur ortalarını da unutmuş gibi.
Hadi biraz geçmişe dönelim; Metin-Ali-Feyyaz efsanesinin nasıl efsane olduğuna. Tamam efsaneler efsanedirler aslında! Ve ama fakat onları efsane olmalarını sağlayan şey hünerlerinin Beşiktaş’a yazıyor olmasıydı, sadece kendilerine değil. Kült futbolcuydu üç isim de. Timsaldi emsalleri yoktu. Örnekti bozacak başka bir ‘tim’ yoktu. Mesela aynı takımda Ulvi diye bir adam vardı. Bin maça çıktı neredeyse. Ama esame listesindeki baş isimdi. Renksiz ve karizmatik değil miydi? Q7 sana bakınca değildi ancak onun da adı Beşiktaş’ın duvarında istikrar sembolü olarak duracak. Başka takımlarda da örnekleri var elbet. Mevzu Beşiktaş şimdi.
Her ne kadar bu ana kadarki görüntüsü disiplin tanımaz, takımdaşlık ruhundan uzak, yardımlaşma ve kenetlenmeye yatkın olmayışı yönünde ise de -takım ruhundan karizmaya dek her yerde falso veriyor ve düşüşte Quaresma- teknik taktik ve kondisyon açıdan hazırlamak hocaya ve teknik ekibe düşer.
Peki teknik ekibin ve hocanın teknik/taktik yeterliliği ve hele ki karizması yerinde mi acaba?