Hasan Bozkurt
Siyasi tartışmalara AK Parti sonrasında, daha çok da AK Parti karşıtlığı üzerinden dahil olanlar, seçim hükümeti kurulunca çok da bilmedikleri bir gerçeklikle karşılaştılar. HDP kitlesel olarak oylarının büyük bölümünü Kürtlerden almakla birlikte, yönetimsel açıdan bir şemsiye partiydi. İçerisinde HDP’nin ana geleneği açısından “Türk Solu” diye tabir edilen bir kesim, parti yönetimi açısından önemli yerlerde bulunmakta; hattâ kitleselliği düşük ama eylemliliği yüksek bir radikal kanadın legal partisinin (ESP) lideri eşbaşkanlığa dahi getirilmekteydi. Diğer gruplara da parti içinde çeşitli üst düzey görevler ve milletvekillikleri verildi. Bu sayede, siyasi kariyerlerinin en büyük başarıları olarak 1 Mayıs’ta rakip gruplardan bir kaç yüz kişi daha fazla toplama başarısı gösterebilecek insanlar, kendilerini bir anda önemli bir kitleselliğin temsilcisi ve son dönemde estirilen rüzgârla siyasetin en belirleyici hareketlerinden birinde “siyasetçi” konumunda buldular.
Yalnızca AK Parti karşıtlığı üzerinden yürütüldüğü sürece, seçim süreci ve sonrası bu gruplar arasında herhangi bir ayrıma neden olmadı. Seçim hükümeti ise burada ciddi bir kırılma yarattı. Halkın Kurtuluşu – TDKP – Emek Partisi – EMEP geleneğinden gelen, Emek Partisi’nin kurucusu Levent Tüzel, HDP nin aldığı ve gerçekçi olarak düşünüldüğünde doğru olan seçim hükümetine katılma kararını reddetti. Gerekçe olarak ise hükümetin bir seçim hükümeti değil “savaş hükümeti” olmasını gösterdi. Bir savaş hükümetini savaş yapmaktan alıkoymanın en iyi yolu olan, o hükümetin tüm bakanlar kurulu toplantılarına katılma ve muhalefet etme fırsatı ele geçmişken (hele bu fırsat mücadele dahi etmeden, “savaş açmaya yeminli bir diktatörlük” tarafından altın tepside sunulmuş durumdayken), bu hükümetin dışında kalarak bunu başarılacağını düşünmek, yeryüzünde sadece Türk Solu’na özgü bir analiz yönteminin sonucu olmalı.
Burada günübirlik bir analizle alınmış bir karardan değil; yaklaşık kırk yıllık bir siyasi geleneğin (muhtemelen kendileri bu geleneği Marx-Engels’e kadar dayandırdıkları için resmi tarihleri çok daha eskidir) genelde tepeden bakışçı siyasî okuyuşundan söz ediyoruz. Halkla bağ kuramayan, kurduğu en önemli bağ da mezhepçilik üzerinden olan — daha doğrusu, bir mezhebin resmi ideolojinin özellikle din algısına olan tepkiselliğinin beslediği kimlik üzerinden olan, ama o mezhebin kendi inançsal yönlerinin tamamen dışında kalan — bir gelenek ve siyasal okuyuştan söz ediyoruz. Bu bakış açısı sadece bu tür siyasal grupların arkaikliğiyle sınırlı olsa önemsenmemesi gereken bir tavır olabilecekken, AK Parti dışında halkla bağını uzun mücadelelerle kurmuş olan yegâne “çevre” partisi konumundaki HDP geleneğinin iç yapısını etkilemesi ve seçim sürecinde özellikle büyük şehirlerde partinin yüzü olan adayların durumu düşünüldüğünde önem kazanmaktadır. Muhtemelen bakanlık teklifi, teknik nedenlerden ötürü teklif götürülemeyen Figen Yüksekdağ’a gitseydi, geldiği siyasi gelenek nedeniyle daha radikal bir duruş sergileyerek o da bakanlığı reddedebilecekti. Bir parti düşünün ki eşbaşkanı dahi partinin aldığı temel bir karara hayır diyebiliyor. Böylesi bir durum, seçim süreci ve sonrasında HDP’nin, Kürt sorunu hususunda zaten Kandil vesayetiyle sınırlanmış bir siyasal parti olarak, çeşitli sorunların çözümünde AK Parti ile işbirliği yapmakta istese bile ne kadar zorlanacağını göstermektedir. Seçim matematiğinin de sorunlarının çözümünün ana belirleyicisi olarak AK Parti’yi göstereceği düşünüldüğünde seçim sonrası bu parti açısından ortaya çok bilinmeyenli bir denklem çıkacak ve yine ortada ne yaptığının daha farkında bir AK Parti ile bu konuda çok da tatmin etmeyen diğer partiler olacak demektir.
HDP içerisindeki grupların, Aleviler üzerinde oy açısından olmasa da etkileme potansiyeli açısından yüksek belirleyiciliği düşünüldüğünde, ciddi kırılmalara yol açabilecek bir sürecin geleceği düşünülebilir. Alevilerin özellikle son seçimlerde, barajın önemi de düşünüldüğünde önemli miktarda oyunu alabilen bir parti olarak HDP, eğer AK Parti ile sorunları çözme noktasında işbirliğine gider ama bunu da kitlelerine, önyargılarını da iyi hesap ederek, iyi anlatarak taşıyabilirse, bu oranı daha yukarılara çıkarabilir. Öte yandan, sırf AK Parti karşıtlığı üzerinden giderse, zaten bu karşıtlığı CHP’de de bulabilecek Alevi kitleye sadece uzaktan bakıldığında “göze hoş gelen” bir siyasal hareket olarak kalmaya devam edecektir.
İlk tercih HDP’nin Türkiyelileşmesi açısından önemli bir aşama olacakken, özellikle Alevi kitlenin haklı noktalarının da çok fazla olduğu önyargı bariyerlerini aşmanın zorluğu düşünüldüğünde, bunun hiç de kolay olmadığı, ama siyasetin de bu zorlukları doğal olarak barındıran bir form olmasından ötürü denenmesi gereken bir yöntem olduğu ortadadır. Burada Aleviler içerisinde kendisini daha sol-sosyalist çerçevede tanımlayan ve dini açıdan Alevilikle bağı daha zayıf olan kesiminden söz etmekteyiz. Dini hassasiyetleri daha yoğun Aleviler için ise görev daha çok AK Parti’ye düşmektedir. AK Parti’nin yapması gereken; inanç kardeşliği temelli, kibirden tamamen arınmış, hiyerarşiyi dinsel düzlemde olmasa da en azından sosyolojik ve siyasal düzlemde reddeden bir dille oluşturacağı, önyargıların zaman içerisinde ortadan kalkmasına yol açabilecek bir atmosfer yaratmaktır. Bu sayede, uzun vâdede ciddi bir fay hattı olan Alevilik sorunu her an “kaos yaratma” senaryolarında kolay kullanılamayacak bir hale gelebilecektir. Bu sayede Aleviler de kendi içlerinde farklı yönelimlerin alan bulabildiği bir kitle haline gelirken, siyasal hareketlerin yaklaşımları ve çözüm önerilerinin önyargısızca değerlendirilebildiği, Aleviler açısından yeni bir döneme girilebilir. Laiklik duyarlılığı daha fazla olan Ulusalcı-Kemalist Aleviler için ise, zaten alışılageldik siyasal hareketlerin varlığı bir şekilde devam edebilecektir. Ancak elimizdeki mevcut Alevi yönelişlerinin ezeli ve ebedi olmadığı, Demokrat Parti desteği düşünüldüğünde kolayca görülebilir. Aslında hiçbir kesimin tercihlerinin statik olmadığı; örnek olarak AK Parti’nin kendi tabanının tercihlerini farklı konularda (AB, Kürt sorunu vb) nasıl değiştirdiği düşünüldüğünde, Alevilik konusunda da siyasal liderliklere çok ihtiyaç duyulduğu ortadadır.
Seçim yaklaşıyor ve şu an tüm hesaplar yüzde 1-2’lik oy sapmaları üzerinden yapılıyor. Ancak bu hesapları yaparken daha uzun planlar yapmak da vizyon sahibi siyasetçilerin işi.