Ana SayfaYazarlarHDP’nin içinden bir Otegi çıkabilir mi?

HDP’nin içinden bir Otegi çıkabilir mi?

Geçen yazımda ETA’nın siyasi kolu, yasa dışı ilan edilen son adıyla Batasuna’nın Başkanlık Divanı sözcüsü Arnaldo Otegi’nin siyasi yaşam öyküsünü aktarmıştım. Başvurusu AİHM tarafından reddedilen Batasuna, daha sonra Sortu adıyla yeniden doğmuş bulunuyor. Yeniden doğmak bu partiyi tanımlamak için belki de en doğru ifade. Sadece Sortu Baskçada “yeniden doğmak”  anlamına geldiğinden değil; ETA bu arada silahlarını kesin olarak bırakmış olduğu için elbette.  

Arnaldo Otegi “teröre övgü” ve “terörizmi yüceltme” suçlarından hapis cezalarına mahkûm olduğu için yaklaşık yedi yıldır daha önce de defalarca girip çıktığı cezaevinde bulunuyor. Sortu sözcülüğü de dava arkadaşlarınca ona lâyık görülmüş olduğundan bu makam şimdilik aktif siyasete döneceği tarihe kadar boş tutuluyor. Ama gelecek yıl bahar aylarında tahliyesi beklenen Otegi’nin aktif siyasete ancak 2022’de dönebileceği anlaşılıyor.

Arnaldo Otegi’den söz etmemin nedeni, geçen yazımın son bölümünde de altını çizdiğim gibi, Bask milliyetçi ailesinin “abertzale (yurtsever) sol” tabir edilen ve ETA’nın toplumsal tabanını oluşturan kesiminin Gerry Adams’ı olması. Başka bir deyişle ETA’nın bağımsız bir Bask devleti kurulması için sürdürdüğünü iddia ettiği “silahlı mücadeleye” son vermesinde başat rol oynamış bulunması.

Yazımın başlığındaki soruyu, PKK’nın siyasi kolu, son şekliyle “Türkiyelileşme” iddiası taşıyan HDP’nin Eş Başkanı Sayın Demirtaş’ın ya da parti içinden başka bir siyasetçinin PKK’ya silah bıraktırıp bıraktıramayacağı olarak anlamak da mümkün. Aslında bu başlığın, Kürt ve Bask sorunlarını etnik-kültürel temelde benzer kabul eder, ETA ile PKK ve bu iki terör örgütünün siyasi kolları arasında paralellikler kurarsak bir anlam taşıdığına kuşku yok.  

 

Benzeyen ve farklılaşan noktalar

Kabul etmek gerekir ki, Kuzey İrlanda sorunundan biraz farklı olarak, Bask ve Kürt sorunları, etnik/kültürel farklılıkları olan toplumların tanınması gereken demokratik hakları bağlamında oldukça benzeşiyor. Ama bu benzerliğin ancak zaman unsurundan soyutlandığında bir anlamı var. Bask sorunu İspanya’da özellikle iç savaş ve Franco diktatörlüğü döneminde (1936-1975) keskinleşmiş ve 1978 anayasasıyla demokratik haklar bağlamında büyük ölçüde çözümlenmiş bir sorun. Oysa 1980 askeri darbesiyle, Türkiye’nin Kürt sorununa İspanya’nın artık geride bıraktığı Franco rejimindekine benzer açıdan bakmaya ve demokratik hakları inkâr ederek sorunu askeri yöntemlerle çözebileceğine inanmaya başladığını görmek mümkün.

Bu durum Helsinki Zirvesi ile başlayan reform sürecinde olumlu yönde değişiyor ve son yıllara kadar yapılan anayasa değişiklikleri ve yasal düzenlemelerle Kürt sorunu demokratik haklar bağlamında önemli ölçüde aşılıyor. Geriye sadece bu hakların anayasal güvenceye kavuşturulması kalıyor.   

Terör örgütlerinin tutumlarına gelince, ETA son döneme kadar İspanyol anayasasının dayandığı Alman “Land” sisteminden esinlenen “özerklikler devletine”, bağımsızlık yolunu kapattığı gerekçesiyle karşı çıkıyor. Siyasi-askeri (Pm) kanadı kendini feshetmeyi ve siyasi bir partiye (Euskadiko Esquerra) dönüşmeyi kabul etse de, askeri (m) ETA önce bağımsız Bask devleti, daha sonra kendi kaderini belirleme hakkının anayasaya yazılması için terörü sürdürüyor.

PKK ise başlangıçta bağımsız Kürt devleti için silahlı mücadeleye başlıyor ama daha sonra bu pozisyonunu değiştirerek Türkiye içinde demokratik çözümü savunmaya geçiyor. Böylelikle demokratik bir devlete karşı bağımsızlık mücadelesi veren ETA’dan ayrışıyor. Federalizmin gerisinde “demokratik özerklik” olarak adlandırdığı bir yerelleşme talebiyle ılımlı bir tutum benimseyen PKK, İspanya’da olsa, 78 anayasasının altına imza atacak gibi yanıltıcı olduğunu ancak son dönemde anlayabildiğimiz bir izlenim yaratıyor.

Yanıltıcı dememin nedeni, PKK’nın özerkliğe geçmenin demokratik ülkelerde esas itibariyle anayasa konusu olduğunu bildiği ve 7 Haziranda siyasi kolu 80 milletvekili çıkardığı halde Çözüm Süreci’ni bir yana bırakarak silah zoruyla ilçe bazında “özyönetim” ilan etmeye kalkışması. Suriye’nin kuzeyindeki kantonların benzerlerinin silah zoruyla Türkiye içinde de kurulmak istenmesinin demokratik bir çözümle yakından uzaktan ilgisi yok elbette.  

PKK demokratik bir çözümden yana olsaydı, HDP aracılığıyla mümkünse İspanya’dakine benzer bir özerkliğe dayanan demokratik bir anayasa yapılabilmesi için kesin silah bırakma yolunda somut adım atarak çözüm istediğini Türkiye seçmenine ispat etme yoluna giderdi.  

Terör örgütlerinin siyasi kollarının tutumuna bakarsak, Herri Batasuna ve türevi partiler, hayalî de olsa, sürekli olarak bağımsız Bask devletinin kurulmasına yönelik siyasi talepleri yineledi. Bağımsızlığa varmak siyaseten mümkün olsa da kolay değil. Bunun için anayasayı beşte üç çoğunlukla değiştirmek gerekiyor.  

PKK’nın Anayasaca Mahkemesi tarafından son ikisi hariç hepsi kapatılan HEP ve türevi siyasi kolları ise, çoğu demokratik bir ülke olabilmek için gereken temel haklara ilave olarak, yerelleşmeyi ve bu bağlamda İspanyol usulü özerkliği savundu. Bu partilerin İspanya’nın 78 anayasasının altına imza atacaklarını belirten siyasetçileri oldu. Ama bu siyasi partiler, teröre övgüden çok, “özerklik eşittir ayrılıkçılık” gibi son derece yanlış bir yaklaşımla kapatıldılar ne yazık ki.  

Türkiye’de siyasi partilerin kapatılmasını güçleştiren 12 Eylül 2010 referandumundan sonra kurulan BDP de benzeri bir çizgi izledi ama daha sonra yerini HDP’ye bıraktı. HDP de tam çözüm yolu açılırken 7 Haziran seçimleri arifesinde bu politikayı değiştirdi. Kürt sorunu ile yakından uzaktan ilgisi olmayan başkanlık sistemi ve daha sonra da Erdoğan ve AK Parti karşıtlığına dayalı yeni bir stratejiye yöneldi. Oysa Erdoğan ve AK Parti ile Çözüm Süreci’ni yürütüyordu ve yanına geçtiği muhalefet cephesi de çözüme karşı çıkıyordu.

PKK “devrimci halk savaşı” başlatmak ve Türkiye’de Suriye’dekine benzer kantonlar kurmak üzere teröre yeniden başlayınca, HDP savaşı başlatanın Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu gibi, sokaktaki adamın zekâsıyla adeta alay eden bir söylem ve politikaya yöneldi. 1 Kasıma da y-Erdoğan ve AK Parti karşıtlığına dayalı bu politikayla gideceği anlaşılan HDP’nin Batasuna ve türevi partilerden etnik/kültürel soruna sahip çıkma bağlamında farklılaştığını söylemek abartı olmaz elbette.

 

Silah bıraktırmak

Arnaldo Otegi’nin ETA’ya silah bıraktırabilmesinin nedenlerinden biri de ayrılıkçı Bask terör örgütünün PKK’dan farklı bir liderliğinin olmasıydı. ETA’nın yöneticileri yakalandıklarında yerlerine otomatik olarak başkaları seçildi. Hatta örgütte, devlet kadrolarındaki gibi, hangi yöneticinin yerine kimin geçeceği bilinir oldu. PKK’da ise uzun yıllar önderlik yapan Öcalan tutuklandıktan sonra yerine geçenlerden hiçbiri tutuklanamadı. Ama hiçbiri de halk nezdinde Öcalan gibi bir etkiye sahip olmadı.

Bu bağlamda her iki terör örgütü ve siyasi kolları karşılaştırıldığında, İspanya’da uzun yıllar Herri Batasuna ve türevlerinin başında kalan Otegi’nin güçlendiği, Türkiye’de ise Öcalan’ın önderliğini ikinci plana itecek ne bir liderin, ne de siyasetçinin çıkabildiği görülüyor. DEP’in ileri gelenlerinin 90’larda mahkûm olması ve uzun yıllarını cezaevinde geçirmeleri Otegi gibi etkin bir ismin sivrilmesini engelledi olasılıkla. Bugün Leyla Zana ve Ahmet Türk gibi bazı eski tüfek isimler akla geliyor belki ama onların da örgütün siyasi koluna hâkim olduklarını söylemek kolay değil.

Otegi’nin sivrilmesinin bir başka nedeni de İspanya’da bir dönem için iktidara gelen Aznar hükümeti zamanında ve özellikle ETA’nın 2001’de barış (Lizarra) sürecine son vermesinden sonra Fransa ile işbirliği halinde uygulanan operasyonların terör örgütünün liderliğine darbe indirmesi. Başarılı operasyonlarla liderleri ardı ardına ele geçirilen ETA’da 2005’ten itibaren yöneticilik yapacak nitelikte örgüt üyesi hiç kalmadı. Böylelikle Batasuna’nın ETA’ya söz geçirmesinin önü açılmış oldu.

Buna karşılık PKK’da benzer bir durum görülmüyor. PKK’nın HDP üzerindeki etkisi kırılmak bir yana son dönemde daha da artmış durumda. Nitekim HDP sözcüleri, Meclis’e ilk defa büyük bir grupla girdikleri halde, PKK’nın yeniden silaha sarılmasına engel olmadıkları gibi, bunu haklı hale getirmek için süreci bozanın Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu söylemini savunuyor. HDP terör örgütünün siyasi kolu olmasaydı veya örgütün vesayetinden kurtulmak isteseydi tam zamanıydı. Çünkü bu dönemde teröre dönmenin hiç ama hiçbir mantığı yoktu.

Bu kapsamlı saçmalama insanın aklına birçok soruyu getiriyor elbette. İşte birkaçı: PKK için Türkiye’ye karşı terör eylemi yapmak esastı da Kürt sorunu bunun geçerli bir bahanesi miydi acaba? Eğer öyleyse PKK başından beri kime hizmet etti/ediyor? PKK’yı kullanan güç, terör eylemlerini geçerli bir bahaneye dayandırmak için Türkiye içinde de demokratik hakların askıya alınmasını savunan siyasi parti ve iktidarları da mı destekledi/destekliyor?   

Bu ve benzeri daha birçok soru ayrı bir tartışma konusunu gündeme getiriyor. Ama yanıtlarını bulmadan başlıktaki soruya olumlu bir cevap verebilmek ne kadar mümkün acaba?                               

        

- Advertisment -