Ana SayfaYazarlarİhvan’a dair birkaç hatıra

İhvan’a dair birkaç hatıra

Mısır her zaman hayal ülkeydi benim için. Nil Nehri, esrarengiz Piramitler, Ramsesler, binbir sırla çevrili Kraliçe Kleopatra, tarihi yapılarla dolu Hüseyniye Meydanı, İslami ilimlerin tahsil edildiği Ezher Üniversitesi, mahzun yürüyüşlü develer… Her şey Alaaddin’in Sihirli Lambası kadar efsane bir o kadar da yakındı.

Kahire Kitap Fuarı Ortadoğu’da oldukça meşhurdur. 1994’te Ezher’de okumuş olan sevgili arkadaşım Hasibe Turan fuara gidebileceğimizi bu vesileyle bizi uzun zamandır davet eden Safinaz Kazım’la tanışacağımızı söyleyince ayaklarım yerden kesildi gerçekten. Safinaz Kazım’ı, Kahire’de ve İstanbul’da geçirdiğimiz zamanları “Bir Dünyanın Kadınları” kitabımda anlatmıştım biraz.

Uçaktan şehrin tıpkı kum rengi dokusunu görünce macera başlamış oldu. Herhangi bir otel rezervasyonumuz yoktu, çünkü Kahireli bir ailenin yanında misafir olacaktık. Ailenin kim olduğunu söylerken hâlâ ben bile inanamıyorum; şehit Hasan el Benna’nın eviydi konaklayacağımız yer. Evin sahibesi Berat Hanım İstanbullu bir Türk kızı, Hasibe’nin genç kızlık döneminden yakın arkadaşıydı ve bir vesileyle tanıştığı Benna’nın oğlu Seyfül İslam bey ile evlenmiş beş çocuğu olmuştu.

Evin kütüphane bölümünü o zaman Barolar Birliği başkanı olan ve Üstâz diye anılan oğul Seyfül İslam bize gezdirirken babasının burada okuyup yazdığını, kitaplarını risalelerini bu odada kaleme aldığını anlatmıştı. Evin her yerinde şehidin hüznü vardı ve torunlardaki yaşlarından beklenmeyecek olgunluk ve ağırbaşlılık bu yüzdendi belki de.

Avrupa’nın önemli Müslüman entelektüellerinden Tarık Ramadan da Benna’nın kızı Vefa Hanım’ın oğlu. Babası İhvanın önemli fikir adamlarından Said Ramadan’ın sürgüne yollanmasıyla Cenevre’de doğmuş ve orada yetişmiş.

İhvan teşkilatı 1948’de de kapatılmış ve kapatmadan bir gün önce yazdığı mektupta Benna kardeşlere özde, sözde, gönülde, düşüncede, eylemde, söylemde, yemede ve içmede temizliği şiar edinmelerini söylüyordu. “Devletimizin ve iktidarımızın olmaması bize gücümüzden hiçbir şey kaybettirmez, zira çağrılar, gücünü kendinden alır, sonra o çağrıya inananların kalplerinden, sonra da dünyanın ona ihtiyacından alır” diye seslenmişti.  

İhvan-ı Müslimîn Teşkilatı’nı duyuyordum elbette, genel fikri çerçeveye aşinaydım. Seyyid Kutub’un Fizilâlil Kur’an adlı 16 ciltlik tefsirini ağabeyimle birlikte üniversitenin ilk yıllarında bir program yaparak okumuştuk. Yoldaki İşaretler’den de çok etkilenmiştik. Muhammed Kutub’u, Emine Kutub’u okumuştum sonra. Kutup kardeşler gerçekten memleket meselelerine, kültür sanat hayatına kafa yoran, İslamın ahlaki olarak ihya edilmesini ülkü edinmiş kişilerdi. Mısır’ın milliyetçi sosyalist lideri Cemal Abdül Nasır Seyyid Kutub’u idam etmekle kalmamış bütün ailesini de sınır dışı ederek ülkeden çıkarmıştı.

Berat Zindan Hatıraları’nı okuyup büyük hayranlık beslediğimiz İhvan’ın annesi sayılabilecek Zeynep Gazali’yi ziyaret imkânından söz edince heyecanlandık. O günlerde kendisi bizzat bir tefsir yazıyordu ve özellikle kadına dair bazı bölümler tartışmalara yol açmıştı. Yaşı hayli ileriydi ve ziyaretçi kabul etmiyordu. Israrcı olup incitmeden müsaade istemeye karar verdik ve bahtımızın açık olması çok güzel oldu. Şehrin az biraz dışında bahçeli mütevazı bir eve geldik. Hayatımın en müstesna akşamlarından biridir, böyle güçlü ilham veren, bakışlarıyla insanı yoğuran bir kadınla karşılaşmak.

İlk Arap kadını intibaını böyle edinmek varmış nasipte. Evini evliliğinin ilk günlerinden itibaren okula çevirmiş ve sayısız ilim meclisine yurt olmuştu yuvası.

Daha bu heyecanı üzerimizden atamamıştık ki kapı çaldı ve içeriye manevi rüzgârıyla başka bir Arap kadını girdi. İnanılmaz bir ana denk gelmiştik anlaşılan, rastlantı denemez buna, belli ki ilahi bir tevafuk. On yıllardır ülke dışında olan Seyyid Kutub’un kız kardeşi Hamide Hanım izin çıkmasıyla ilk uçağa atlayıp ülkesine dönmüş, havaalanından da doğru Gazali’ye gelmişti. Birbiriden genç olarak ayrılmış, olgunluk çağında yeniden karşılaşan iki dostun kavuşması gerçekten görülmeye değerdi. Hasibe de sevinç içinde bana tercüme etmeye çalışıyordu konuşmaları.

Sonra edebiyat camiasından Miral el Tahavi, Neval el Sadawi gibi etkileyici kadınlarla, Nur yayınevini kuran feministlerle de bir araya gelecektim ama bu yazının konusu İhvan. 

O yıllarda İhvan üyeleri yine zindandaydı. Hüsnü Mübarek’in en ceberut zamanları. İhvan hakkında merak ettiğim öyle çok şey vardı ki, dönemin lideri olduğunu öğrendiğim Mustafa Meşhur ile söyleşi yapmak istedim. Dönünce bir yerde yayınlanır nasılsa diye düşünmüştüm. Açıkçası bilgilerim teorikti ve hiç İhvan’dan kimseyle tanışmamıştım daha önce. Biraz mollavari giysiler göreceğimi düşünmüştüm nedense. Gittiğimiz mekânda üyeler toplu namazdan dağılıyordu ve hepsi modern giysiler içinde, birçoğu da kravatlıydı. Yanlış bir yere mi geldik hissi kaplamıştı ki Meşhur da bizi kapıda takım elbisesi ve kravatıyla Batılı bir formda karşıladı.

Gelecek yazıda Hasan El Benna’nın Risaleler kitabından başlayarak ne düşündüklerine, Mısır’daki seküler yazarların İhvan’a nasıl baktıklarına eğilmek istiyorum…

- Advertisment -