İçindeki Şakirti Öldürmek Ömer Çaha’nın son romanı. Çaha çok yönlü bir insan. Siyaset Bilimi ve Siyaset Sosyolojisi profesörü olmakla beraber, tipik akademisyenlikte demir atmayan bir yazar. Aynı zamanda seyyah, şair, romancı. Sivil toplum faaliyetlerinde de hayli aktif.
Çaha bu romanında, bir zamanlar Fetullahçılar denen, kendi kendilerine Hizmet Hareketi adını veren ve artık FETÖ adıyla anılan yapılanmanın iç durumunu, FETÖ üyesi Cevdet ile hayatları onunla kesişen ilk karısı (Japon) Mikie ve ikinci karısı Ayşen üzerinden anlatıyor.
Cevdet, Denizli’nin Çivril ilçesinden Boğaziçi Üniversitesi’nde okumak üzere İstanbul’a geldiği gün Gülenistlerin ağına düşüyor. Örgüt içinde adım adım beyni yıkanıyor. Benlik duygusu yok ediliyor. Örgütün kendini ölü yıkayıcısına teslime eden, ölüye benzer tiplerinden biri haline geliyor.
Okulu bitirdikten sonra birkaç yıl örgüte bağlı okullarda öğretmen olarak çalışıyor. Japonya’ya gönderiliyor. Yine orada, örgüt amaçları için Yusuf kod adıyla faaliyet gösterirken Mikie’nin hayatına giriyor. Onunla evleniyor. Karısı ikinci çocuğuna hamile iken ortadan kayboluyor. İzinsiz evlilik yaptığı fakat daha ziyade milliyetçi Japonlardan okul açma izni kopartmada başarısız olduğu için cezalandırılarak (“şefkat tokadı” atılarak) İstanbul’da tenzili rütbe ile kızağa çekiliyor. Daha sonra affediliyor; örgütün Türkiye operasyonları yöneticisi olacak ve Gülen’in en yakınına gelecek kadar yükseliyor.
Ayşen Bursalı zengin bir ailenin kızı. Anarşist ruhlu ve özgürlüğüne düşkün. Çok güzel ve zengin bir ailenin kızı olduğu için örgüt onunla çok ilgileniyor. Ayşen’i örgüt saflarına katmak için Cevdet özel çaba gösteriyor. Mümkün olan, örgüt için artık sıradanlaşmış her türlü ayak oyununu çekiyor ve sonunda onu örgüte kazanıyor. Ayşen kapanıyor ve hayatını örgüte adıyor. Örgütle uğraşma ihtimali olan bir yargı bürokratını engellemek, belki tasfiye etmek için dişiliğini kullanması (bekaretini feda ederek yatağa girmesi) emri veriliyor. Bir iç bocalamadan sonra deneni yapıyor.
Cevdet hayatını örgüt için ve örgüt içinde sürdürürken, hem kendi gözlem ve tecrübelerinden, hem de dindar ama örgütün iç yüzünü bilen ve örgüte karşı olan Bekir ile Cavit’in ikaz ve yorumlarından etkileniyor. Soğumasına rağmen, suda yaşayan balığa çevrildiğinden (kendisi balık, örgüt su olduğundan) örgütten kopamıyor. 15 Temmuz darbe teşebbüsü, üzerine bir kâbus gibi çöküyor. 15 Temmuz’un hemen öncesi ve sonrasında örgüt için yaptığı şeylerin ahlâksızlığını, korkunçluğunu, gayri insaniliğini anlamaya başlıyor. Derin bir vicdan azabı duyuyor. Tek kurtuluş yolunun ölüm olduğunu düşünmeye başlıyor. Hikâyesini büyük bir vefasızlıkla terkettiği Mikie’ye gönderdiği bir günlüğe yazıyor. 15 Temmuz’dan sonra gittiği ABD’de Gülen’e sorduğu sorular ve ondan aldığı cevaplar hayatını boşa harcadığını, örgütte bir canavara dönüştüğünü artık her türlü şüpheden uzak bir şekilde idrak etmesini sağlıyor. Vurgun yemişe dönüyor. Dünyası yıkılıyor. Bir süre civar ülkelerde geziniyor. Sonra Türkiye’ye geliyor; karısı ve üç çocuğunun Bursa’da olduğu bir akşam intihar ediyor.
Roman su gibi akıcı. Son derece iyi bir kurguya ve kuvvetli bir ana mecra ile çok sayıda yan hikâyeye sahip. Romanda geçen birçok vaka yaşanmış. Aradaki boşluklar ise romanın akış mantığı içinde doldurulmuş.
Daha önceki yazılarımda FETÖ olayının anlaşılmasının çok sayıda çalışmaya bağlı olduğunu birkaç kere vurguladım. Bunun için akademik çalışmalara da, edebiyata da ihtiyaç olduğunu belirttim. Sevinçle söylemek isterim ki bu roman FETÖ gerçeğini anlatmada şimdiye kadar kaleme alınmış (kendiminkiler dahil) tüm akademik ve popüler yazılardan daha başarılı. Her sayfası, her ana bölümü ve her alt bölümü bilgi dolu; derin felsefi gözlem ve analizler içeriyor. Okuyucunun romanın her sayfasından etkileneceği ve yararlanacağına adım gibi eminim.
FETÖ’nün özü, örgüt içindeki insanların hamur gibi yoğrulmasına, itaatkâr robotlara dönüştürülmesine dayanıyor. Çaha bunu “benliğin yok edilmesi” kavramı altında işliyor. İnsanın benliğini kaybetmesinin ne korkunç bir felaket olduğunu (aynı zamanda Cevdet’in dünyaya duyurulmasını istediği vasiyetinin parçası olan) şu etkileyici satırlarla açıklıyor:
“İnsanın özü benidir. İnsanlık adına bildiğimiz tüm değerler insanın benine bağlanmıştır. Akıl, vicdan, adalet, şefkat, merhamet, sevgi, acıma duygusu… Hepsi benimizin değişik görevler üstlenen birer suretidir.
“Aslını yok ettiğimizde suretler de yok olur.
“İnsanın benini devreden çıkarmak ağacın özünü, balığın omurgasını çekip almak gibidir. Beni alınmış bir insan, avcısının kancasındaki balıktan farksızdır. Her an ölmeye ve avcısının güzel bir akşam yemeği olmaya hazır bir canlıdır, hepsi bu!”
Bireyin önemi ve bireyci felsefe bundan daha iyi ifade edilemezdi. Ömer Çaha, FETÖ denen garip yapının özünü yakalamış. Bu tespit aynı zamanda sık sık dile getirilen “nasıl oluyor da iyi tahsil görmüş, mesleğinde zirveye ulaşmış, yaşını başını aşmış kimseler Gülen’e robot gibi itaat ediyor?” sorusuna da cevap teşkil ediyor.
İnsanın benini öldürmeye çalışan ve insanları benini öldürmeye dâvet eden her felsefe hastadır. Tehlikeli ve zararlıdır. Bunu yapanların referansının dinsel mi seküler mi olduğu önemli değildir. Kalıp aynıdır. FETÖ gibi İslami bir inanca ve retoriğe sahip olan örgütlerde de, seküler dünya görüşlerine dayanan sosyalist veya faşist örgütlerde de durum budur.
FETÖ’nün ne olduğunu anlamak, bu korkunç örgütün içyüzünü görmek isteyenler bu romanı mutlaka okumalı. Hattâ birkaç sefer okumalı ve hem bir bütün olarak, hem de parça parça üzerinde düşünmeli.
Ömer Çaha’yı, bize bu eşsiz eseri kazandırdığı için tebrik ediyorum.