Ana SayfaYazarlarİsrail şiddeti gezegeni sakatlıyor

İsrail şiddeti gezegeni sakatlıyor

İsrail vuruyor Avrupa devletleri seyrediyor mutat olduğu üzere. Tek taraflı kör ve zalim demeçler sonra. Obama kimin öldürdüğünü hâlâ bilmediğimiz üç İsrailli gençle ilgili yaşanan acıyı bir aile babası olarak yüreğinde hissetmiş. Hissetsin elbette bir insan olarak, peki o bahaneyle öldürülenler, evleri başlarına yıkılanlar, yüzlerce yaralı? ABD için hep aynı; İsrail’in kendini koruma hakkı. AB sözcüsü ise Gazze’deki katliamı endişeyle seyrettiklerinden bahsediyor.Terör devleti öldürmeyi sürdürürken bir yandan da “evlerinizi terk edin şehri terk edin” diye yüzbinlerce insana anons yapıyordu, bildiriyordu bombalarla şehri evleri insanları yerle bir edeceğini, o halde mazur, haklı ve masum birilerine göre. Hangi çağdayız, burası neresi diye nutkumuz tutularak izliyoruz, yollara düşmüş at arabalarıyla kaçmaya çalışan kadınlar çocuklar, BM binalarına sığınan oralarda da ateşle karşılaşan insanlar.20004’te Irak’ın Felluce şehri yerle bir edilirken, binlerce insan katledilirken eleştirilere ABD Türkiye büyükelçisi Eric Edelman’ın bir müdaafası vardı, ama biz onlara şehri 24 saat içinde terk etmelerini önceki gün söyledik diye. Bu durumda yüz binlerce insan kaçamadıysa suç kimin? Kanadalı şair Rafeef Ziadah’ın hançeresinden bir nefeste çıkan şiirinde dediği gibi- http://www.youtube.com/watch?v=mxRViYV3fuI -buraya kadar soğukkanlılığımızı muhafaza ettik diyelim. G. W: Bush’un defalarca tekrarladığı gibi “uygar olanlar ve olmayanlar” ayrımına ne demeli? İsrail Avrupa ve ABD’nin dışında kalanların uygar olmamak hasebiyle her zulmü hak ettiğine dair sinsi inançla Batı düşüncesi nereye varacak? Yeryüzünde şiddeti tetiklemekten kanlı gezegende boş boş bakınmaktan başka ellerinden bir şey gelmeyecek mi artık?Neyse ki herkes böyle değil. Batı içinde Batılar var. Arşivimi gözden geçirirken rastladığım bir söyleşi önemli geldi bana. 11 Eylül 2001 saldırıları gerçekleşmiş, failleri bulmak yerine önce Afganistan’da ardından Irak’ta yüz binlerce masum insan öldürülmeye başlanmıştı bile. Düğünler, pazarlar, okullar bombalandığında pardon bile denilmeyen zamanlar. Irak’ta kitle imha silahlarının olmadığı ortaya çıktığında emperyalistler sahte raporlar öne sürerek kendi deyimleriyle haçlı seferlerini başlatmışlardı bile.E dergisinin (Şubat 2002 sayı 47) El Pais’ten tercüme ettiği sohbet iki eski dost, Juan Goytisolo ve Susan Sontag ile gerçekleştirilmiş. Sontag ABD saldırganlığına karşı durmuş, Saraybosna halkının yanında yer almış bir yazar, Goytisolo ise İspanya’nın çocuğu ve iç savaşta ailesinin başına gelenlerden sonra Paris’e yerleşip Avrupa’da ve dünyada olup bitenleri hakkaniyetle anlamaya çalışmış bir düşünür. Kendisini Cervantes Kültür Merkezi’nde küçük bir toplulukla dinleme imkânım olmuştu.Goytisolo I. ve II. Dünya Savaşı deneyimlerinden sonra varılan anlaşmalara, kurulan barışçıl birlikteliklere epeyce güvenmiş anlaşılan. Artık herkesin aklını başına toplamış olduğu varsayımıyla dünyada Orta Çağ’daki gibi bir kuşatma, katliam ve ilkelliğin yaşanmayacağını sanmış. Her yerde olsa Avrupa’da asla demiş hatta, başlarından geçenlerden sonra. Ama Bosna’da bu oldu diyor. Sontag ise ilkelerinin peşinden gitmiş. Oturduğu yerden konuşmak yerine paylaşmak, yardım etmek, masum insanların yanında olmak için Saraybosna’ya yerleşmesini yadırgayanlara şaşıyor asıl. Karanlığa gömülen şehirde mum ışıklarının ve bombaların altında “Godot’yu Beklerken”i sahnelemesini unutmak mümkün değil. Bunlar birçok insana akılalmaz gelmiş çünkü ona göre günümüzde kimse prensipleri doğrultusunda bir karar almaya razı değil, hele de riskli bir karar.Geçtiğimiz günlerde Avrupa’nın göbeğinde 11 Temmuz 1995’te gerçekleşen, kayıtlı rakamlarla 8.000 civarında Müslüman Boşnağın öldürüldüğü Srebrenitza kurbanları anıldı. Katliamdan kaçmak için ölüm tuzaklarıyla dolu 110 km.lik yolu kateden insanların anısına Marş Mira yürüyüşü gerçekleştirildi bir kez daha.Bütün kötülükler yaşanıp bir şekilde sonlanıyor muhasebesi yapılabiliyor, dünya yeniden kurulmaya çalışılıyor ama İsrail’in öldürme, yok etme, koskoca bir halkı kendi yurdunda mülteci kamplarına doldurma ve bombalarla öldürme hakkı hep baki. Dünya bu akılalmaz pervasızlığı ne zamana kadar taşıyabilir. En başta Yahudiler olmak üzere bu kötülük yüzünden bütün insanlık hastalanmış ve zehirlenmiş vaziyette.Kurbanları değerli ve değersiz diye ikiye ayıran özellikle de Müslümansa onun hiçbir insan hakkına kıymet vermeyen bir Avrupa’ya karşılık, çok şükür ki vicdanı hür düşünürlerce temsil edilen öteki Avrupa da var. Geçtiğimiz yıl Türkiye’de bir konuşma yapan Terry Eagleton radikal İslam’a duyulan düşmanlığın çok ötesine geçen, artık doğrudan İslam ve Müslümana yönelen nefretin Avrupa’yı çürütüşünden söz etmişti.Goytisolo Müslümanların İsrail, Yahudi ve Sharon arasındaki farkları pekâlâ ortaya koyabildiklerini ama Avrupa’da İslam, İslamcı ve terörist kavramlarının birbirinde farkının ayırt edilmediğini söylüyordu. Türkiye’nin AB’de yer almasının dünya barışına büyük ivme kazandıracağına inancı tamdı.Avrupa’nın Hıristiyanlığa atıfta bulunan bir anayasa oluşturma fikri ise Goytisolo’ya göre Türkiye’nin tam üyeliğine engel olma çabasından başka bir şey değildi. 16. 17. ve 18. yüzyıllar boyunca Fransız Protestan kitaplarının, Nantes Tebliğinin Avrupa’daki kıyımlar karşısında Türkiye’yi bir hoşgörü örneği olarak gösterdiğinden söz ediyordu.Tüketim toplumu ütopyasına karşı tek seçeneğin köktendinci ütopya olmadığını göstermek lazımdı dünyaya Sontag’a göre de. Avrupalı ve Müslüman olan, hukuka dayalı bir Bosna’yı desteklemek bu yüzden kıymetliydi.Dünya insani ittifaklar kurarak barış yolunda ilerlemek zorunda. Fakat Avrupa Yahudi halkına yaşattığı büyük acıların bedelini 1948’denberi Filistin halkına ödetmeye devam ettiği sürece bu dünyada kan dökücü örgütlerin sonu gelmez. Gözlerin görüp gönüllerin katlanamadığı bu cehennemî kötülük dünyada özellikle de Orta Doğu’da her yeni gelen kuşağı hasta ediyor çünkü.Fransız yazar jean Genet mesela. Sabra Şatilla’da binlerce insanın bıçaklarla öldürüldüğü katliamın ardından kampa girince gördüklerini anlattığı Şatilla’da “Dört Saat” başlıklı yazısını okurken genç bir Filistinli hatta Yahudi için çılgınca düşüncelere kapılmamak, ruhen sakatlanmamak mümkün mü? Yerde yatanların şekillerini görünce gülümsemeye başladığını, hafiften bir delirme nöbetine girdiğini kendini kaybettiğini hatırlıyor Genet.Söz konusu İsrail’in barbarlıklarına sayısız nedenler ve emperyal çıkar ilişkileri uğruna göz yummak olunca Filistin’de yaşayan Hıristiyanları bile harcamaktan kaçınmıyor Avrupa.Edward Said’in “Yeni Binyılda Filistin Sorunu” kitabını okumak şart ama ben asıl Hıristiyan bir Filistinli olan yazar Fawaz Turki’nin anılarını okuduğumda şok olmuştum. Hıristiyanların başına gelenleri bilmiyordum açıkçası.“Çocukluğumda Hayfa’yı terk ederken belki Filistinli değildim ama şimdi öyleyim. Maddi yalnızlığımız dahil her şeyimiz çekilip alınmıştı bizden. Bu yüzden zaman zaman nefret ve acımasızlığın çılgınca sınırlarında bir girdaba kapılır, zaman zaman da derin bir hayalkırıklığı içinde teslimiyete boğulurduk. İçimi bir nefret dalgası kaplıyordu.”Al Subar ise “Kudüs Güncesi”nde anlatıyor yaşamla ilişkisini. “Geri geldin, ey doğum günüm, geri geldin ah kahrolası gün” diyerek. İşkenceyi BM politikacılarının göz yumup kendilerini adadıkları bir zevk olarak tanımlarken, “her gün bir yalancı yalanı çoğalttığında insanın kendini ruhunu teslime hazır hissettiğini” söylüyor.“Bir evin yıkılışına tanık ol. Başımı döndürecek kadar hınç. Eve kapatıyorum kendimi hiç kimseye zarar vermek istemem.”   Kimse nefret etmek, hastalanmak, ruhunu hınçla doldurmak istemiyor, çünkü nefret yorucu ve sürdürülemez bir duygu. İnsanlık huzur, sevgi, istikrar ve emniyet peşinde. Siz neyin peşindesiniz İsrail’in katliamcı politikalarını şuursuzca destekleyen, Yahudi halkının ve bütün insanlığın hastalanmasına aldırmayan, bir yandan onlardan nefret etmeyi hâlâ sürdüren uygarlar, böylelikle nereye varacağınızı hesaplıyorsunuz?

- Advertisment -