CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “adalet” yürüyüşü devam ediyor. Yüzlerce kilometre geride kaldı. Şimdiye kadar önemli bir problem ortaya çıkmadı. Umarım yürüyüş sorunsuz tamamlanır. Siyasetçiler arasındaki sert atışmalara ve olağanüstü hâl içinde olmamıza rağmen siyasal iktidarın yürüyüşü engellememesi, çok ciddî güvenlik tedbirleriyle olayı idare etmesi de demokrasimize artı puan olarak ekleniyor.
Kılıçdaroğlu’nun yürüyüş hedefi muğlak. Adalet onu istemekle tecelli etmiyor. Birçok bileşeni var ve bunların tatminkâr bir işleyiş ve uygulanış seviyesine ulaşması çok yönlü ve uzun vadeli bir çabaya bağlı. Hukuk eğitiminden mevzuata, Adalet Bakanlığı’nın yapılanmasından personelin zihniyetine kadar birçok alanda reform istiyor. Bu yüzden yürüyüşe katılanların ve uzaktan destek verenlerin, söz gelimi hükümetin yarın “evet bundan sonra daha iyi bir adalet sistemimiz olacak” demesiyle adalet sisteminin işleyişinde fazla bir şey değişmeyeceğini bilmesi gerekir.
Yürüyüşün asıl hedefi, köşeye sıkıştırmaya çalıştığı özne hükümet. Buna şüphe yok. Nitekim hükümet çevreleri yürüyüşe bana göre bazı bakımlardan abartılı sayılacak tepkiler gösteriyor. Fakat yürüyüşün CHP yönetimi ve Kılıçdaroğlu tarafından pek ifade edilmeyen bir hedefi daha var: Parti içi muhalefet.
Türkiye’nin siyasî geleneklerini ve siyasî pratiğini hepimiz biliyoruz. Bu ülkede siyasî liderler kolay kolay yerlerini terk etmiyor. Haydi, seçim kazanan liderlerin koltuğunu muhafaza etmesi anlaşılır bir şey. Aynı zamanda meşru. Neticede zafere giden orduyu — ve komutanını — herkes alkışlar. Muzaffer bir lidere kimse “git artık” diyemez. Asıl şaşırtıcı olan, seçim kaybeden liderlerin koltuklarında kalmaya devam etmesi, hattâ seçim mağlubiyetlerinin onlara yerlerini daha da sağlamlaştırma imkânı vermesi.
Bu liderlerin en başında gelen kişi Kemal Kılıçdaroğlu. Genel Başkan olmasından beri girdiği tüm seçimleri kaybetti. Bazılarında tam bir hezimete uğradı. 16 Nisan referandumunda başını çektiği “hayır” blokunun yüzde 48,6’ya ulaştığını gördü ama bu da tam bir zafer değil. Bu oyların hepsi CHP’nin heybesinde durmuyor. Kaldı ki neticede bir oy farkla bile olsa kazanan kazandı, kaybeden kaybetti. Yani CHP ve lideri 16 Nisan’dan da yenik çıktı.
Seçim yenilgileri kaçınılmaz olarak partiler içinde rahatsızlıklara sebep olur. Çünkü siyasal partilerin amacı iktidara gelmektir. Özellikle “sepet partileri” veya öyle olmaya çalışanlar — ki bunlara merkez partileri de diyebiliriz — iktidara açtır. İktidara gelmedikçe tam bir zafer kazanmış olamazlar. Tabanlarını madden de manen de tatmin edemezler. Dolayısıyla mağlubiyete abone olmuş partilerde açık veya örtük bir iç muhalefet kolayca gelişir.
CHP eskiden beri bir merkez-sol partisi olmaya çabalıyor. Örgütsel bakımdan ise bir fraksiyonlar koalisyonu hüviyetine sahip. Parti içi iktidara muhalif gruplar, zaman zaman parti liderliğine yönelik çeşitli sertlikte eleştiriler yapıyor. Parti içi iktidarı kazanmak için seçimli genel kurul ataklarına girişiyorlar. Şimdiye kadar başarılı olamadılar. Öyle sanıyorum ki bu yürüyüşten sonra başarmaları daha da zor. Bu yönüyle yürüyüş, parti içi muhalefete karşı bir yürüyüş özelliği de taşıyor. Bu saatten sonra parti içi muhalefet kolay kolay Kılıçdaroğlu’na baş kaldıramaz. Hattâ eleştirilerinde bile daha sınırlı ve ölçülü olmaya dikkat etmek zorunda kalır. Dolayısıyla, iktidarla ilişkileri ne şekil alacak olursa olsun, Kılıçdaroğlu ve ekibi bu yürüyüşten parti içi iktidar mücadelesinde kazançlı çıkacaktır. Tahmin ediyorum ki parti yönetimi yürüyüşe karar verirken bunu da hesaba katmıştır.
Yürüyüşe HDP destek veriyor. Bu yüzden, çok da haksız olmayacak şekilde, PKK çevrelerinin de destek vermekte olduğu söyleniyor. Başka sol şiddet gruplarının da aynı doğrultuda hareket ettiği yolunda istihbarat raporlarından söz ediliyor. Bütün bunlar mümkün.
Ama buna üzülmek değil belki sevinmek gerekir. Şiddeti teşvik eden, körükleyen provokasyonlar olmadığı, olsa da güvenlik görevlileri bunları etkisizleştirdiği, CHP yönetimi ve tabanı sokak işgali ve savaşı çağrılarına kulak asmadığı, prim vermediği sürece, bu radikal unsurların yürüyüşe bir şekilde destek olması demokrasimize katkıda bulunacak bir gelişme olarak da değerlendirilebilir. Geleneğinde şiddet olan grupların şiddet kullanmaktansa yürümesi daha iyidir. Demokraside önemli olan, görüş ve taleplerin ne kadar uçuk, marjinal ve rahatsız edici görünürse görünsün dile getirilebilmesidir. Bu, demokrasinin olgunluğuna, ifade özgürlüğünün genişliğine delalet eder. Geniş bir ifade özgürlüğüne ve açık, meşru siyasete müsaade etme özgüvenini gösteren bir Türkiye, şiddet sevdalılarına dönüp “her isteğinizi dile getirme ve demokratik usullerle talep etme imkânına sahipken şiddet kullanmaya başvurmanız sizi demokrasi dışına ve terörist olmaya iter” türünden sözleri daha kolayca ve haklı olarak sarf edebilir. Dünyaya da aynı mesajları verebilir.