Suriye’de çatışmaların başlamasından bu yana, sonuncularla birlikte Kilis’i hedef alan roketlerin sayısı 50’yi buldu.
Yarattıkları tahribat, sebep oldukları ölüm ve yaralanmalar dışında, toplumda oluşturdukları psikoloji ile de gündemdeler.
“Atılıyorlar” veya “düşüyorlar” kelimelerinin seçimi kasti-tesadüfi ayrımına den düşüyorsa da, aslında teknik olarak kesinlikle düşüyorlar.
Önce, sıkça yapılan bir hatayı basit bir açıklamayla çözmeye çalışalım.
Oldukça benzeseler ve aynı itki prensiplerine göre çalışsalar da, roket ve füze aynı şey değil.
Daha doğrusu, bir zamanlar aynıydılar (füze Fransızcası, roket İngilizcesiydi) ama güdümlü füze (guided missile) ve ardından seyir füzesi (cruise missile) teknoloji ve terminolojileri çıkalı beri aynı değiller. Çünkü artık füze sözcüğü, kestirmeden bu tür füzeleri anlatmak için kullanılıyor.
Dolayısıyla (ve iki sözcük hâlâ yer yer örtüşmekle birlikte, şöyle bir kullanım oluşmuş bulunmakta:
Roket hedefe göre değiştirilebilen bir açıyla konumlanmış rampadan fırlatılan; yakıtı bittikten ya da (yine hedef göre) belli bir noktada kesildikten sonra düşüşe geçen, çarptığı yerde patlayıcı başlığın infilakı ile tahribat yaratan bir silah.
Füze ise (yeni anlamıyla) navigasyon sistemi olan; bu sistemin otomatik ya da manuel biçimde çalıştırılmasıyla yön değiştirebilen; farklı platformlardan (uçak, gemi, denizaltı, helikopter ve çeşitli kara araçları veya direkt piyade omuz platformundan), genellikle nokta atışı yapmakta kullanılan bir silah.
Roketler füzelerden farklı olarak, genelde bir salvo şeklinde yani, onlarcası birlikte fırlayacak şekilde ateşleniyor ve kısa zamanda geniş bir alanı ateş altına almakta kullanılıyor; nokta atışlarında kullanılamıyor.
Bu özellikleriyle de topçu sınıfına ait silahlar olarak biliniyorlar.
Hemen her zaman ve çaplarına/boylarına göre kamyon-kamyonet türü araçların üzerlerine çoklu platformlar şeklinde yerleştiriliyorlar.
Platformun değiştirilebilen açısı ile yakıtın kesilme ve roketin hedefine doğru düşüşe geçmesi ânı arasındaki korrelasyonla hedefe nişanlanıyorlar.
Hedefi bulmadaki kesinlik ise silahın standartlarına (yakıt miktarı ile içeriğine, ağırlığa, formdaki değişmezliğe vb) ve elbette kullanıcının hesap bilgisine bağlı.
Tam burada, çoğunlukla tek, nadiren ikili üçlü gruplar halinde Kilis’e düşen roketlerin olası atılış sebeplerinden birisi ortaya çıkıyor ki, buna “tevzi atışı” deniyor.
Batarya belli bir bölgeyi ateş altına almak için hesaplamalar sonrası yönlendirildiğinde, hesaplamanın doğruluğunu teyit için salvo öncesi tek bir roket ateşleniyor ve hedefe ne kadar yakın düştüğü gözleniyor.
Tevzi roketi hedefi bulduysa, hesaplamanın doğruluğu anlaşılıyor; bulmadıysa, sapmasına göre rampanın ayarı salvo atış öncesi düzeltiliyor.
Sınırlarımızın hemen ötesinde, Kilis’e roket menzili, yani 40 km uzaklıktaki bir bölgede yoğun çatışmalar sürüyor ve mevziler sık sık el değiştiriyor.
Çarpışan grupların hemen hepsinde de, çeşitli taşıt araçları üzerine yerleştirilmiş roket sistemleri bulunuyor.
Bunların çoğu Suriye ve Irak ordu depolarından ele geçirilen Rus yapımı 122 mm’lik BM-21 Grad roketleriyse de, aralarında mutfak tüpünden el bombasına kadar değişen farklı patlayıcıların kullanıldığı, “merdiven altı” atölyelerde üretilenlerin yanı sıra, yine depolardan ele geçirilen ama aslında uçak ve helikopterlerden fırlatılmak üzere üretilmişken, aynı atölyelerde kara araçlarına uyarlanmış olanlar da var.
Çoğunlukla ehil olmayan kişilerce kullanılan ve standart dışı bu silahların hedeflerinin Kilis olmasındaki nedenlerden birinin, yukarıda bahsedilen türden tevzi atışları olma olasılığı elbette var. Ama 50 roket isabetinin, tevzi atışı hatası varsayımı için biraz yüksek bir rakam olduğu da kesin.
Kesin olmayan ise, çoğu zaman sorumlusu IŞİD olarak bilinen bu atışların kimler tarafından tetiklendiği.
Bölge fazlasıyla karışık ve orada olduğu düşünülmeyenlerin de sızmasına müsait. Bu yüzden de Kilis’e düşen roketlerin kimler tarafından ateşlendiği, kolay cevaplanabilir bir soru değil.
Saldırılardan amaçlanan ise, yine tetiği çekenlerin bilinemediği durumda, ancak sonuç olasılıklarına bakarak cevaplanabilir bir soru.
Bunlardan ilki Türkiye’yi Suriye sınırı ötesinde bir askeri harekata zorlamak olabilir ki, bunu amaçlayanlar Türkiye’nin destek verdiği gruplardan tümüyle karşısında olanlara kadar çok geniş bir çerçevede yer alıyor olabilirler.
Yine sadece Türkiye içinde kaos ve belirsizlik oluşturmak, hükümeti zayıf göstermek, kargaşa yaratmak gibi amaçlarla da bu roketler ateşleniyor olabilir ve elbette ki bunu da amaçlaması olası odaklar birden fazla.
Bu sorulara sağlıklı cevap bulabilmenin yolu, sayısı ve yol açtığı zarar her geçen gün artan roket saldırıları karşısında hükümetin alacağını açıkladığı önlemlerde saklı.
Aslında fırlatılan ve Türkiye sınırları içinde bir noktayı hedeflemiş roketi engellemenin kesin bir yolu yok.
Birçok insan, çok daha büyük boyutlu balistik füzelere karşı kullanılabilen ABD Patriot ve Rus S-300/400 gibi savunma sistemlerine bakarak, görece çok daha basit bu roketlere karşı da benzeri önlemler alınabileceğini düşünse bile, bu doğru değil.
Öncelikle fırlatma rampası ile hedef arasındaki mesafe çok kısa olduğu için, erken uyarı, düşüş noktasının tespiti ve roketin hedef alınıp vurulabilmesi aşamaları açısından yeterli zaman bulunmuyor.
Bu konuda, yani fırlatılmış bir roketi hedefine varmadan vurup etkisiz hale getirebilecek tek seçenek, İsrail’de kullanılan Iron Dome (Demir Kubbe) benzeri bir ağ kurmak ki, bu çok yüksek maliyet ve uzun zaman isteyen bir system; ayrıca bunun dahi yüzde 100 bir kesinliği bulunmuyor.
Türkiye için geçerli önlem, TSK envanterinde de bulunan ABD yapımı AN/TPQ-36 ve Alman yapımı Cobra tipi ateş tespit radarlarından, İHA’lardan, topçu bataryalarından ve gözlem uçaklarından oluşan bir sistemi koordineli şekilde kullanmak.
Böyle bir sistem, Türkiye topraklarını hedef alan bir roketi havada bulup etkisiz hale getiremese de, atışın yapıldığı noktayı kesine yakın bir doğrulukla tespit edip yine karşı roket atışı veya topçu salvolarıyla imha ederek caydırıcılık oluşturabilir.
Halihazırda bu cevabi strateji TSK tarafından uygulansa da, karşılık verme süresinin uzunluğu ve mobil roket rampalarının hızla yer değiştirme özelliği yüzünden yeterince etkili olamıyor.
Yapılacak olan, ateş ve hedef tespit radarları ile İHA’ları çok daha yoğun ve koordineli kullanıp misilleme atışıyla saldırı arasındaki süreci belli protokollerle olabildiğince kısaltmak şeklinde özetlenebilir.
Böyle bir sistem sürekli gözlem yapacağı için, roketleri tetikleyenlerin tesbitini ve dolayısıyla “kim?” sorusu üzerinden niyetlerle ilgili cevaplara da ulaşılabilmesini sağlayacaktır.
Konuyla ilgili değinilmesi gereken bir diğer detay da, Rusya’nın hava savunma sistemleri çekincesiyle TSK’nın, Suriye hava sahasına uçak sokamadığı ve bunun da saldırılara alan açan bir güvenlik boşluğu oluşturduğu iddiası.
Bunun, ayakları yere basan bir eleştiri olmaktan çok, düşen roketler üzerinden hükümet zafiyeti algısını beslemeye hizmet eden bir yaklaşım olduğu söylenebilir.
Yukarıda anlatılanlarla beraber düşünüldüğünde, havada devriye gezen bir uçak, ancak kendi görüş alanı içinde Türkiye tarafına atış yapıldığını görerek tesbit ve anında cevap verebilir. Bu da oldukça düşük bir olasılığa işaret ediyor.
Bunun dışında, tümü TSK topçusunun menzili içinden gerçekleştirilen roket atışlarının misillemesini topçu yerine uçak ve ona bağlı mühimmatlarla yapmanın ne hızlı, ne ekonomik ve ne de mantıklı olacağı besbelli.
Tabii tüm bu ve benzeri sınır içi önlemler haricinde bir diğer seçenek, tehditlerin kaynaklandığı bölgeyi bir kara operasyonuyla uzunca bir süre için kontrol altına almak ki, bu bizi hemen, “güvenli bölge” tartışmalarına giden bir yola sokuyor. O konu bir önceki yazıda, “İncirlikten kalkan bir A-10’un anlattıkları“nda incelenmişti.