Ana SayfaYazarlarKısa bir ara geçiş: Kitlesel katliamlara dair bir not

Kısa bir ara geçiş: Kitlesel katliamlara dair bir not

 

Bu yazımda bir parantez açıp soykırım ve etnik temizlik gibi kitlesel şiddet eylemlerinin doğasına ilişkin birkaç değerlendirme yapmak istiyorum. Bu sayede Ermeni soykırımının da kolektif bir suç olması hasebiyle içerdiği şiddetin tonların ve kiplerinin nasıl kitlesel karakter kazandığına ilişkin çıkarımlarda bulunmak mümkün. Burada bir virgül koyup gelecek haftalarda bıraktığımız yerden yazı dizisine devam edeceğimi de belirteyim.

 

Soykırım ve etnik temizlik gibi kitlesel imha eylemlerinin, devletlerin tek bir merkezinden gerçekleştirilmesi ve yalnızca devletin şiddet aygıtları aracılığıyla kuvveden fille çıkarılması oldukça güçtür.

 

Bu türden devasa şiddet eylemleri toplumun rızasına ve desteğine ihtiyaç duyar. Soykırım denen kitlesel katliam ve dini, etnik, ırki ve/veya ulusal bir grubun kısmen ve/veya topyekûn yok edilmesi eyleminin ve bu eylemi gerçekleştiren toplumsal aktörleri (şiddet taşıyıcılarını) bu eylemlere yönelten siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik saikler, motivasyonlar ve unsurlar bulunmaktadır.

 

Gerek soykırım gerekse etnik cinaî temizlik gibi aşırı şiddet eğilimli toplumların kozasından çıkan kitlesel kırım ve katliam eylemlerinin tek bir merkezden ve yalnızca devletin şiddet araçlarıyla gerçekleşebileceğini iddia etmek bu tür eylemlerin altında yatan toplumsal etmenleri ve bu eylemlerin toplumsallığını göz ardı etmek anlamına gelir.

 

Zira yukarıda da vurguladığımız üzere devletin ya da merkezi otoriteyi elinde tutan siyasi aktörlerin belirgin bir toplumsal zemin, taban, destek, meşruiyet ve rıza mekanizmaları olmadan aynı toplumun bir kesimini başka bir kesime kırdırması neredeyse imkânsızdır.

 

Dolayısıyla, bu kitlesel katliam ve yıkım süreçlerine dâhil olan aşırı şiddet uygulamaya teşne toplumsal aktörlerin kimler olduğunu ve ne çeşit itkilerle bu süreçlere katıldıklarını ortaya koymak, bu eylemlerin çıkış noktasını anlamak ve açıklamak adına elzemdir.

 

Çarpıcı olan bir diğer nokta bu kitlesel katliamlara katılan toplumsal aktörlerin son derece farklı sosyal arka planlara, deneyimlere, yaş gruplarına ve eğitim seviyelerine sahip olmalarıdır. Aktörler arası bu çeşitlilik ve geçişkenlik aslında bu devasa katliamların ve yıkım olaylarının düzenleyicisi ve birinci derecede sorumlusu olan merkezdeki devlet elitlerinin işini kolaylaştıran ve bu süreçlerde esnek koalisyonlar kurmalarına olanak sağlayan bir faktördür.

 

Bu esnek koalisyonlar söz konusu kitlesel şiddet eylemlerinin uzun vadede başarıyla sonuçlanmasına “katkı”da bulunur. Zira bu sayede merkezi devletin siyasal, askeri ve bürokratik elitleri planladıkları ve uygulamaya geçirdikleri bu şiddet eylemlerinin sorumluluğunu diğer toplumsal kesimlere de teşmil ederek bir çeşit “suç ortaklığı” inşa eder.

 

Bu suç ortaklığı, aynı zamanda inşa edilmesi tahayyül edilen yekpare kimliğe (bu ulus kimlik veya etno-dinsel kimlik de olabilir) ve/veya “kutsal amaca” hizmet etmek isteyen toplumsal gruplara aynı zamanda bu yapıya entegre olma ve muayyen bir aidiyet hissine sahip olma “şansı” da verir.

 

Bu türden farklı toplumsal gruplar ve yerel aktörler, adeta yok edilmesi hedeflenen diğer toplumsal kesimlerin yıkımına destek ve ‘katkı’ sağladıkları ölçüde yaratılması veya oluşturulması planlanan ve niyetlenen yapıya ve/veya kimliğe ait olma hakkına kavuşurlar.

 

Birbirinden farklı ideolojik yönelimlere ve davranış kalıplarına sahip toplumsal grupları başka bir toplumsal gruba yönelik uygulanacak olan kitlesel bir katliam ve şiddet gösterisi etrafında bir araya getirmek için farklı motivasyonlar devreye sokulur.

 

Bu tarihsel periyot bilhassa çok dinli ve uluslu imparatorlukların dağılmaya ve parçalanmaya yüz tuttuğu bir döneme tekabül eder. Bu süreçte böyle imparatorluklardaki etnik azınlık, bu dönemin “ruhu”na da paralel olarak ulusal ve etno-dinsel homojenleşme projesi kapsamında etno-dinsel çoğunluk tarafından önce stigmatize edilir.

 

Daha sonra çeşitli etnisite veya demografi mühendislikleri operasyonlarıyla ortadan kaldırılır ya da söz konusu etnik çoğunluğun bekası ve geleceği için ‘tehdit’ teşkil etmeyecek bir sayıya ve/veya şekle indirgenir.Bu sayede etno-dinsel olarak çoğunluğu oluşturan gruplar kendi kimliklerini daha da keskinleştirir, koyulaştırırve güçlendirir.

 

Ulusal ve/veya etno-dinsel kimliklerini tehdit altında gören ve her an yıkılma, yok olma korkusu taşıyan bu tarz toplumlar kimlik krizlerini çözmek için katsayısı son derece yüksek düzeyde olan kolektif şiddete başvururlar.

 

Daha da önemlisi bu aşırı kolektif şiddet, etno-dinsel çoğunluğu oluşturan toplulukların kendi kimlik krizini çözmek ve tehdit unsuru olarak gördüğü diğer azınlık etno-dinsel grupları etkisiz hale getirmek adına makbul görülen ve üzerinde konsensüs sağlanan bir yönteme/uygulamaya dönüşür. 

 

1915’te Ermenilere yönelik şiddet gösterilerinin ve katliamların toplumsal rıza ve destek mekanizmaları üretmesinde ve bu bağlamda Ermenilerin yok oluş sürecine bilhassa Sünni Müslüman yerel elitlerin ve sınıfların katılımında Ermenilerin sahip oldukları malları ve serveti edinme motivasyonun payı azımsanmayacak bir öneme sahiptir.

 

Dolayısıyla ekonomik motivasyonun sürgün edilen Ermenilere yönelik şiddet gösterilerindeki etkisi ekonominin Türkleştirilmesi, milli ve Müslüman bir burjuvazi yaratma idealinde tezahür eder. Bu politik ve hukuki şiddetin içeriği ve doğasının ekonomik bir boyut kazanması ve katliamların arka planında böyle bir örüntünün varlığı altı çizilmesi gereken tarihsel bir olgudur.

 

Ermeni soykırımını bu tür tarihsel arka plan ve bağlamda mülahaza etmek bize söz konusu tarihsel olgunun farklı boyutlarını görmemizi ve bu eyleme neden olan faktörleri analiz etmemiz adına önemli bir alet kutusu (tool box) işlevi görür.

 

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik