Ana SayfaYazarlarKişi kültü ve demokratik normalleşme

Kişi kültü ve demokratik normalleşme

 

1923-1925 yılları arasında Mustafa Kemal ile evli olan Latife Hanım’ın, 21 Şubat 1926 tarihinde Boston Sunday Advertiser gazetesinde bir mektubu yayınlanır.  Mustafa Kemal’in yönetim tarzına yönelik itirazlarını kaleme alan Latife Hanım, aşırı olarak gördüğü bazı kararların “dişi Mussolini” diye andığı bir kadının etkisiyle alındığını iddia eder. 

 

“ Gazi, tam bir şovenizm timsali olan bu dişi Mussolini’nin söylediklerini ciddiye almaya başladığı işte o andan itibaren, iyi hesap edilmemiş kararların altına imzasını atmaya başladı. Tekke ve zaviyelerin kapatılması, bazı kılık ve kıyafetlerin yasaklanması, bazılarını giymenin zorunlu kılınması gibi pek çok karar böyle alındı.”

 

Mektupta, Latife Hanım’ın sağlam bir hukuk-toplum ilişkisi anlayışına sahip olduğunu görmek mümkün. Ona göre, kanunlar ile bunların tatbik edileceği toplumun geçmişi ve gelenekleri arasında gözardı edilemeyecek bir bağ vardır. Bazı vaziyetler bir hukuk reformunun yapılmasını zaruri kılabilir. Lakin bir toplumun bütün bir geçmişini silip süpürmeyi ve geleneklerinin üzerinden silindir gibi geçmeyi öngören kurallar başarılı olamaz. Böylesi kurallar topluma zorla da dayatılamaz. Bunun için Latife Hanım, gördüğü eksiklikler ve yanlışlıklar için Mustafa Kemal’i sürekli uyardığının da altını çizer:

 

“Çeşitli vesilelerle kendisine, bir ülkenin kanunlarının orada yaşayan milletin tecrübelerinin toplamı olduğunu, bazı şartlar altında reformların yukarıdan dayatılabileceğini fakat insanların geleneklerini hedef alan bu tür değişikliklerin zorla hayata geçirilemeyeceğini anlattım. Bu konudaki fikrim, kadınların çarşaf giyip giymemesi, dinî törenlere bir erkeğin nezaretinde veya tek başlarına katılmaları veya belli kıyafetleri giymelerinin yasak olması ve benzeri konuların — kamu ahlâkını tehdit etmediği müddetçe — yukarıdan dayatılan kurallarla şekillendirilecek konular olmadığı ve olmaması gerektiğiydi.”

 

Latife Hanım’ın mektubunda salt siyasi-sosyal tahliller yoktur; Mustafa Kemal hakkında alaycı ifadeler de vardır. Bitmiş bir evliliğin sonrasında kaleme alınan bir mektuptur söz konusu olan. Dolayısıyla eski eşe duyulan öfke, kızgınlık ve sitem de satır aralarına yansımıştır. Doğal kabul etmek icap eder bu durumu. Zaten Mustafa Kemal de büyük bir tepki göstermez ve kendisine dönük sert ifadeler içeren bir mektup yazdı diye Latife Hanım’a bir hukuki müeyyide uygulamaz.  

 

“Atatürk’ü Allahlaştırılmış, putlaştırılmış insanların arasına koymak”

 

Mektubun neşrinden 90 yıl sonra Derin Tarih dergisi bu mektuba sayfalarında yer verdi. Ne var ki müellifinin başını derde sokmayan mektup, yaklaşık bir asır sonra onu yayınlayanları ciddi sıkıntılara maruz bıraktı. Dergi toplatıldı ve derginin genel yayın yönetmeni olan tarihçi Mustafa Armağan hakkında dâvâ açıldı. Geçtiğimiz günlerde bu dava neticelendi ve Armağan, 5816 sayılı “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun”a muhalefetten bir yıl üç ay hapis cezasına çarptırıldı.    

 

“Atatürk’ü Koruma Kanunu” olarak bilinen kanun, Demokrat Parti’nin (DP) eseri; 1951 yılında çıkarıldı. Böyle bir kanuna ihtiyaç duyulmasının altında ilginç bir öykü yatıyor. DP’ni iktidara gelmesinden kısa bir süre “Ticaniler” adıyla bilinen bir grup Atatürk’ün büst ve heykellerine yönelik kışkırtıcı saldırılar düzenledi. Bir gecede 17 büst ve heykel tahrip edildi. CHP, Ticanilerin saldırılarından DP’yi sorumlu tuttu; iktidarın gericiliği teşvik ettiğini ve Ticanilerin de bundan cesaret alarak harekete geçtiğini belirtti. Bunun üzerine DP, Nisan 1951’de Atatürk’ün şahsına karşı işlenen suçları cezalandırmayı öngören bir kanun tasarısını Meclis’e getirdi ve tasarı 31 Temmuz 1951’de Meclis’te kabul edilerek yasalaştı.

 

Fakat kanun, öyle süt liman bir ortamda çıkmadı. Tasarının Meclis’te görüşülmesi hararetli tartışmalara sahne oldu. Bazı milletvekilleri Atatürk’ün bir kanunla koruma altına alınmasına şiddetle karşı çıktı. Bunların bayraktarlığını Halide Edip yaptı. Halide Edip’e göre, Atatürk’ü ilâhlaştıracak böyle bir kanun “şark zihniyetinin yeni bir mahsulü” olmaktan öte bir anlam taşımaycaktı:

 

"Tasarıyı getirenlerin esas fikriyle hepimiz hemfikiriz fakat bunun için yeniden bir kanun yapmak, Atatürk'ü tarihten önceki Asuriler, Babillilerin yaptığı gibi Allahlaştırılmış putlaştırılmış insanlar arasına koymaktır. Ceza kanunundaki hükmü bir tarafa bırakarak sadece heykel kırmak veya cumhuriyetin banisi Atatürk'e dil uzatmak gibi bir saygısızlığın önüne geçmek için yeni bir kanun yapmayı şark zihniyetinin yeni bir mahsulü diye telakki ederim. Yani daha evvel de dediğim gibi, kablettarih put haline gelen ve bugün yerinde yeller esen eski saltanatlar devrinde şahsı ilahileştirmek ve onlara adeta bir put gibi tapmak zihniyetinin tekrar hortlaması gibi geliyor bana."  

 

Adıvar gibi çok sayıda başka milletvekili de nitelikli karşı argümanlar öne sürdü. Meselâ bir şahıs adına kanun çıkarmanın tehlikesine işaret ettiler. Böyle bir kanunla milletin ve matbuatın ağzına kilit vurulacağını söylediler. Hükümeti ancak totaliter ülkelerde görülebilecek bir usulü getirdiği için eleştirdiler. Atatürk’ü ceza tehdidi ile korumayı öngören bir kanunun her şeyden önce Atatürk’ün ruhuna bir hürmetsizlik olduğunu belirttiler. Ancak yoğun itirazlara rağmen kanun çıktı. Aradan geçen süre zarfında da çok sayıda kişi bu kanunun mağduru oldu.

 

Tabulara dokunma!

 

Armağan da bu mağduriyet zincirinin son halkası; onu cezalandıran karar ise ne hukuken ne de siyaseten kabul edilebilir.  Hukuki olarak kabul edilemez. Çünkü Armağan bir tarihçi, bir tarih dergisinin de yayın yönetmenliğini yapıyor. Bir tarihçinin, bir tarih dergisinin eline geçen tarihi bir vesikayı yayınlamasından daha tabii bir iş olamaz. Bundan ötürü cezalandırma yoluna gitmek, ifade özgürlüğü ile hiçbir şekilde bağdaşmaz.

 

Nitekim AİHM de birçok kararında tarihi gerçeklerin taraflı olarak dile getirebileceğini, bireylerin olayları farklı perspektiflerden öğrenme hakkının olduğunu teslim eder. Umarım bu karar, iç hukukun ileriki safhalarında düzeltilir. Aksi takdirde, ifade özgürlüğünü açıktan ihlal eden bu karar, Türkiye’ye yeni bir mahkûmiyet getirecektir.  

 

Söz konusu karar, siyaseten de katiyen tasvip edilemez. Çünkü böyle bir kanun var olduğu müddetçe, tarihi bir olgu olarak Atatürk, Atatürk dönemi ve Atatürkçülük soğukkanlı ve mesafeli bir şekilde analiz edilemez. Atatürk’ün ideolojisine ve uygulamalarına getirilecek her tenkit, onun manevi hatırasına bir saygısızlık olarak addedilme tehlikesi taşıyacağından, tabulara gerektiği gibi dokunulamaz. Sorulması elzem soruları sormak ve cevapların izini sürmek güçleşir. Özgür ve eleştirel bir perspektifle Atatürk’ün her yönden bir muhasebesini çıkarmak olanaksızlaşır.  

 

Böyle demokrasi olmaz. Tarihi şahsiyetlerin hatalardan ari kılınıp kültleştirildiği ve bütün bir geçmişin onun üzerinden temize çekildiği bir yerde demokratik kültür gelişmez. Demokratik normalleşme için her şeyden önce kişi kültünden kurtulmak gerek.

 

5816’nın kaldırılması, bu yolda atılacak ilk ve büyük bir adım olur.  

- Advertisment -