Ana SayfaYazarlarKoalisyon kurmanın güçlüğü ve unutkanlık

Koalisyon kurmanın güçlüğü ve unutkanlık

Televizyonların birinde ana-haber bültenini seyrediyorum. Muhabir, yirmili yaşlarındaki gençlerle olası hükümet biçimlerini konuşuyor. “Koalisyon nasıl olur?”, “azınlık hükümeti ne anlama gelir?”, “güvenoyu nedir?” vb. sorular yöneltiyor. Yaşları gereği bu gençler koalisyon görmemişler, azınlık hükümetlerine tanıklık etmemişler. Ayrıca hal ve tavırlarından da siyasetle pek haşır neşir olmadıklarını anlamak mümkün. Bu sebeple muhatap kaldıkları suallere cevap veremiyorlar. Kelimelerden bir mana çıkartmaya çalışıyorlar. Mesela bir genç kızın “azınlık hükümeti” tanımı muazzam: “Hani Kürtler, Ermeniler, Yahudiler var ya, onlar azınlık. İşte onlar hükümet kurarsa, bu da azınlık hükümeti olur.” Olmasa da seviyorum bu tanımı. Fena fikir değil!

Google’da koalisyon aramak

Seçim sonrasında Google’da en çok aranan kelime “koalisyon” olmuş. Gençler koalisyonu öğrenmeye çalışıyor, bütün bir toplum da muhtemel koalisyon hükümetlerini konuşuyor. Herkes bir yerinden koalisyon tartışmalarının içine dalıyor.

Aslında seçim sonuçları iki seçenek ortaya çıkardı: Biri, seçimlerin yenilenmesi yoluna gitmek, diğeri ise iki veya daha fazla partinin işbirliğiyle bir koalisyon veya azınlık hükümetinin kurulmasını sağlamak.

Siyasi parti liderleri, erken seçimin üzerine hemen atlamadılar. Ülkenin hükümetsiz bırakılamayacağını, halk tarafından verilen mesajın siyasilerce alınması gerektiğini, bunun için üzerlerine düşeni yapacaklarını belirttiler. Hükümeti kurmakla önce Davutoğlu, ardından ise Kılıçdaroğlu görevlendirilecek. Görünen o ki her ikisi de diğer liderlerle görüşecekler ve her ihtimali deneyecekler. Davutoğlu da, Kılıçdaroğlu da erken seçime can atar bir görüntü vermeyecekler. Pazarlığa oturacaklar, her fırsatı değerlendirmeye çalışacaklar ve bütün olasılıkları tüketmeden de “erken seçim” lafını ağızlarına almayacaklar. Dolayısıyla erken seçim bir tercih değil, olursa bir zorunluluk olacak.

Erken seçim/seçimlerin yenilenmesi bu şekilde paranteze alınınca tartışmalar koalisyon formüllerine odaklandı. Uzun bir süredir unutulmuş olan bir konu gündemi esir aldı. Hemen her yerde kimin kime yakışacağı, kimin kiminle asla aynı çatı altında bir araya gelemeyeceğine ilişkin binbir türlü senaryolar üretiliyor.

Koalisyonların karnesi

Bir koalisyon oluşturmak kolay değil. Çünkü her parti, doğal olarak, bir diğerinden belli oranda farklılaşır. Farklılaşma hitap edilen gruplarda, öncelik olarak belirlenen hedeflerde, partiye kimliğini veren ilkelerde, yönetim anlayışında, vb. konularda kendini gösterir. Bu itibarla her biri kendine has özelliklere sahip olan partileri bir araya getirmek ve onları ortak bir hedefe kilitlemek her yerde ve her zaman belli zorluklar içerir.

Ama Türkiye’de bir koalisyon meydana getirmek daha da zor. Her şeyden önce, koalisyonların toplumsal hafızadaki karneleri çok kötü. İnsanlarda olumlu bir çağrışımı yok koalisyonun. Tersine koalisyon denildiğinde akla hep negatif kavramlar geliyor. Bilhassa 1974-1980 ve 1991-2002 yılları arasında görev yapan koalisyonlar çok başarısız bir performans sergilediler. Uzlaşma ve birlikte çalışma kültürü zayıftı. Bu nedenle koalisyon partileri ortaklıklarını uzun bir süreye yayamadılar, hükümetler çok kısa ömürlü oldu. En temel meselelerde dahi düşülen derin uyuşmazlık, koalisyonları iş yapamaz duruma düşürdü. Ekonomi yere çakıldı, kardeş kavgaları yaşandı, toplumsal barış dinamitlendi.

Bu sebeple toplumun büyük bir kısmı koalisyonları hayırla yâd etmiyor. Tersine bu koalisyon dönemlerini hep partiler arasında bitip tükenmek bilmeyen didişmelerle, kanlı kışkırtmalarla, iç savaş koşullarıyla, ekonomik çöküntüyle, yolsuzluklarla ve yokluklarla anımsıyor. Koalisyonun hiçbir fayda getirmediğini memlekete birçok noktada zararının dokunduğu düşünüyor. Bu da koalisyonu neredeyse “felaket” ile eş anlamlı hale getiriyor.

 Kimlik siyaseti

İkincisi, Türkiye’deki partilerin yapısı da koalisyon yapmayı zorlaştırıyor.  Türkiye’deki partiler normal bir demokrasidekine oranla çok daha fazla bir kimlik partisi hüviyeti taşıyorlar. Biraz genelleme yapmak pahasına denilebilir ki;  bugün AKP dindar, muhafazakâr ve Sünni; CHP seküler, laik ve Alevi; MHP Türk/Türkçü ve HDP de Kürt/Kürtçü bir kimliğin taşıyıcı olarak görülüyorlar.

Bu, bir kimliğin bütün mensuplarının aynı tavrı gösterdiği; tüm Sünnilerin AKP’ye veya tüm Alevilerin de CHP’ye oy verdiği anlamına gelmez. CHP’ye tercih eden Sünni olduğu gibi, AKP oy veren Alevi de vardır. Keza partiler de kendilerini bu kimlikle bağlamak istemezler. Nitekim bütün partiler, kapılarının herkese açık olduğunu ve herkesi temsil ettiklerini iddia ediyorlar. Ama yine de gerek taraftarlarının ve gerek karşıtlarının büyük bir kısmı, partilere bu nazarla akıyorlar ve onları adı geçen kimliklerle irtibatlandırıyorlar.

Kimlik siyasetinin yükselişini bir nebze normal karşılamak gerekir. Zira uzun bir müddet baskı altına alınan Sünni, Alevi ve Kürt kimliklerinin, demokratik mücadele ve hak alanının genişlemesine bağlı olarak siyasette daha fazla yer kaplamaları doğal. Ama sıkıntılı olan,      son yıllarda partilerin tabanlarının daha bir keskinleşmesi ve bunlar arasındaki mesafenin artmasıdır.

Bu durum, bir taraftan toplumsal düzeyde demokratik bir tartışma yapılmasını güçleştiriyor. Birçok tartışmayı -içerikten ziyade- tartışmacıların sahip oldukları veya sahip olduklarının düşünüldüğü kimlik şekillendiriyor. Diğer taraftan ise partilerin birbirlerine yakınlaşmalarını, bir koalisyonda uzlaşmalarını ve dayanışmalarını zorlaştırıyor. Herhangi bir sebeple bir araya gelindiğinde de bu kerhen oluyor.

Şeytanlaştırma

Üçüncüsü ve konjonktürel olanı, seçim döneminde iktidar ile muhalefetin birbirlerini karşılıklı olarak şeytanlaştırmalarıdır. İktidar, üç muhalefet partisini ve üç yasadışı oluşumu tek bir blok olarak sundu ve bunlara karşı mücadelesini yeni bir “Kurtuluş Savaşı” olarak tarif etti. Muhalefet ise, hükümeti yolsuzluktan diktatörlüğe, becerisizlikten mezhepçiliğe bütün kötülüklerin anası olarak gördüğü AKP’nin iktidardan uzaklaştırılmasını tek amaç edindi. Daha seçim yapılmadan seçim sonrasında olması muhtemel tüm işbirliği kapılarını erkenden kapattı.

Karşılıklı sert dil, bugün partilerin elini kolunu bağlıyor. Köşelerden muhalefete seçim öncesinde söylediği sözler hatırlatılıyor, hiçbir koşulda AKP ile birlikte çalışmayacaklarına dair verdikleri söze sadık davranmaları talep ediliyor. İktidar, muhalefeti hepten ötekileştirmenin ceremesini çekiyor. Taraflar o kadar ileriye gittiler ki, geriye dönük bir adım atmayı istediklerinde bile hemen yapamıyorlar.   

Unutmanın iyiliği

Fakat tüm bu güçlükler, bir koalisyon kurulmayacağını göstermez. Türkiye imkânsız addedilen birçok koalisyonu yaşadı. Siyaset tüm sertliği içinde yine de bir esneklik barındırır ve bu “Hayır, olamaz!” denilen koalisyonların gerçekleşmesine kapı açar. Çok öğretici bir anekdot var:

1995 seçimlerinden “şeriatçı” Erbakan’ın RP’si birinci çıkar. Herkes şaşkınlık içindedir. Ama kimse Erbakan’ın bir hükümet kurabileceğine inanmaz. Zira müesses nizama güven tamdır, hiçbir “laik” partinin zinde kuvvetleri karşısına alarak Erbakan’la işbirliği yapabileceği düşünülmez.

“Fakat herkesin şaşkın bakışları arasında bu da oldu. Yalnız siyasi tutumu ve demeçleriyle değil, görüntüsüyle de “laik bir simge” sayılan Tansu Çiller, partisi ile “şeriatçı RP” arasında Erbakan’ın başkanlığında bir koalisyon kurulmasını onayladı.

 

Durum, Erbakan ve RP açısından da şaşkınlık vericiydi. Tansu Çiller o âna kadar Erbakan’a çok ağır hücumlarda bulunmuştu ve o lafların ardından Erbakan’ın Çiller ile bir koalisyon kurmasını açıklamak onun açısından da kolay olmayacaktı.

 

O günlerde Erbakan tarafından DYP ile koalisyon görüşmelerini sürdürmekle görevlendirilen ve kurulacak kabinede Devlet Bakanı olan Gürcan Dağdaş bu durumu şöyle anlatıyor:

 

“Bizim şimdi bu Refah-Yol kurulurken bana rahmetli Erbakan görev vermişti. Doğru Yol ile teması sen sürdür demişti. Ben de ‘Hocam bir ton laf etti bu hanfendi, meydan meydan dolaşın bana oy verin, Refah’ın önünü keseceğim dedi’ diye itiraz ettim. 'Bu nasıl olacak?' diye sordum. Rahmetli Erbakan bana dedi ki, ‘Devletin ve milletin âli menfaatleri için bir miktar unutkanlık iyi bir şeydir.’” (Alper Görmüş, Türkiye’nin İmkânsız Koalisyonları, http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/turkiyenin-imkansiz-koalisyonlari)

 

Sanırım önümüzdeki günlerde yeni unutkanlıklara şahit olacağız.

- Advertisment -