Koalisyonun kurulamaması ve yeniden seçime gidilmesi, şimdi önümüzdeki seçimin propaganda malzemesi olarak gündemde… Haziran seçiminden sonra herkesin ortak kanaati, hükümet kurmaktan kaçınan partinin bir sonraki seçimde oy kaybedeceği idi. Sonuçta AKP ile CHP arasında uzun süre alan görüşmeler yapılıp sonuç alınamayınca şimdi bazı yorumcular hükümetin kurulamamasının sorumlusu olarak bu iki partiden birine işaret ediyorlar. Oysa siyaset alanının ‘cesur’ kahramanı açık ara MHP idi… Hükümet çalışmalarına destek vermemenin oy kaybı getireceğinin söylenmesine karşın, bu parti hiçbir koalisyonda olmamak bir yana, hiçbir azınlık veya seçim hükümetine de destek vermeyeceğini başından ilan etti. Ardından AKP ile CHP’yi işbirliğine davet eden Bahçeli, kendisi hiçbir şey yapmazken, onların ne yapması gerektiğini söyleyip durdu. Böylece hem alternatifleri teke indirdi, hem de o alternatifin gerçekleşmemesi halinde iki rakibini birlikte suçlama şansını elde edeceğini düşündü.
Oysa bu 45 günlük sürenin basit bir hikâyesi var. Seçim sonuçları MHP’yi kilit parti haline getirdi ve o da sistemin tıkanabilmesi için elinden geleni yaptı. Amaç belliydi… Kürt meselesinde çözümün çıkmaza girdiği, barıştan uzaklaşıldığı bir ortamda, ‘Türk’ kimliğinin ve devletin hassasiyetini bütün diğer partilere karşı tek başına temsil edebilmek… Dolayısıyla MHP her türlü krizin kendi lehine olduğunu düşündü ve öyle davrandı. Saha çalışmaları bu stratejinin çok da hayalci olmadığını gösteriyor. Eğer ateşkes durumu devam etseydi MHP muhtemelen oy kaybedecekti, çünkü hükümetin kurulmasını engellemesi daha önemli olacaktı. Oysa ateşkesin bitmesi ile birlikte, MHP’nin yönetim krizini besleyen duruşu da ikincil kaldı. Diğer bir ifadeyle bizzat PKK’nın stratejik kararı, bugün MHP’nin daha güçlü olmasına ve hem AKP’den hem de CHP’den oy devşirmesine yol açıyor. MHP’nin güçlenmesi ise bir sonraki seçimde HDP’nin hükümette olma ihtimalini neredeyse tamamen ortadan kaldırıyor. Kısacası denebilir ki, PKK yarattığı karşı siyaset sayesinde HDP’nin başarı şansını iyice ortadan kaldırmış durumda. Nitekim artık kimse ‘Türkiyelileşmekten’ söz etmiyor…
Öte yandan bütün bunlar AKP ile CHP’nin niçin koalisyonda anlaşamadığını göstermiyor. Bu iki parti pekala ortak bir noktada buluşabilirdi. Ne var ki CHP eli daha zayıf olmasına rağmen sanki avantajlı konumda imiş gibi davrandı. Saha çalışmaları AKP’yi birkaç puan yukarda gösterirken, bu partinin yeni bir seçimi koalisyona tercih edeceği açıktı. Buna karşılık Başbakan’ın samimiyetle bir koalisyon istediği de belliydi. Eğer CHP ‘restorasyon’ peşinde koşmasa, yani AKP’nin bugüne dek yaptıklarını ‘düzeltme’ isteğiyle masaya oturmasaydı, AKP’nin koalisyona ‘hayır’ deme imkanı da olmazdı. Eğer CHP Başbakan’ın bir yıllık reform hükümeti teklifini ilkesel olarak kabul edip, bunun iki yıla uzaması için pazarlık yapsaydı hükümet kurulabilirdi. Oysa CHP dört yıllık bir işbirliği önerdi… Üstelik kendisinden 16 puan fazla almış olan ve ilk seçimde oyunu artıracak olduğu anlaşılan bir muhataba…
Sonuçta bugün bir yeniden seçime gidiliyorsa, bunun stratejik sorumlusu MHP, taktiksel sorumlusu ise CHP’dir. AKP’ye ilkesel eleştiri tabi ki yapılabilir. Türkiye’nin şu ortamında koalisyonu her halükarda tercih etmesi gerektiği söylenebilir. Ama ülkenin açık ara birinci partisinin koalisyon yapmak istememesi kadar doğal bir durum olamaz. Koalisyon siyasi öngörü ve yetenek gerektiriyordu ve MHP bu alanı daraltmaya çalışırken, CHP’nin de o kalibrede olmadığı ortaya çıktı.