Bilgi çok eskiden beridir önemsenen, bazen kutsanan bir unsur. Platon bilgiye adeta tapıyordu. Bilginin erdem olduğuna, toplumların erdemli kimseler tarafından yönetilmesi gerektiğine inanıyordu. Yani bir filozof diktatör istiyordu. Platon’dan bugüne felsefe camiasında ne kadar değişiklik olduğu tartışılır. Ülkemiz örneğinde, en radikal toplum mühendisliği projelerini savunanlar arasında azımsanmayacak sayıda felsefecinin bulunması, bize kayda değer bir değişiklik olduğu hayaline kapılmamak gerektiğini anlatıyor.
Bilgi bugün de önemli. Sık sık bilginin güç olduğu söylenir. Bilgiyi üreten ve bilgi ağlarını kontrol eden, bilgiyi üretemeyen ve bilgi ağlarını kontrol edemeyenden üstündür. Bu, devletlerarası ilişkilerde de geçerli bir kaide. Dünyanın en güçlü devletleri daha çok bilgi üreten, toplayan ve kullanan ülkeler. Akademik bilgiden istihbarat bilgisine kadar her bilgi alanında önde gidiyorlar.
Türkiye sancılı bir demokrasiye sahip. Çok partili sistem denemelerimizin bir buçuk asra yaklaşan bir tecrübe birikimi var. Bu, kesintisiz akan bir zaman olmamış; sık sık kesintiye uğratılmış ve ülke hiçbir zaman eksiksiz bir demokrasiyi gerçekleştirememiş.
Dolayısıyla, eksik ve sıkıntılı bir demokratik sistem içinde yaşıyoruz. Ama kazanımlarımız ve başarılarımız da var. Şöyle de ifade edilebilir: Türkiye demokrasisi — eğer demokrasilerin bir tür cennet olduğu kabul ediliyorsa — cennet mi? Hayır, çok eksiği ve gediği mevcut. Peki, Türkiye demokrasisi bir cehennem mi? Hayır, ülkede demokrasinin birçok ilke ve kurumunun iyi kötü işlediğini görüyoruz.
Daha somuta indirelim. Türkiye’de gazetecilik yaptığından dolayı hapiste yatanlar var mı? Muhtemelen var. “Hapisteki gazeteciler” denen herkes gazetecilik faaliyetlerinden dolayı mı tutuklu veya hükümlü? Muhtemelen hayır. Adalet Bakanlığı’nın açıklamalarına göre, tutuklu yargılanmakta olan veya mahkûm edilmiş “gazeteciler” arasında bomba atma, cinayete ortak olma, terör propagandası yapma gibi suçlar isnat edilenler de bulunuyor.
Başka bir konuya geçelim. Türkiye’de bir Kürt problemi var mı? Var. Kürtler bazı temel haklarından mahrum mu? Evet. Peki, Kürtler haklarını sivil-demokratik yollarla arama imkânına sahip mi? Büyük ölçüde evet. Yakın geçmişte bir Kürt partisi, Kürt olmayan çok sayıda vatandaşın da oyunu alarak, parlamentoda üçüncü büyük parti konumuna oturdu. Koalisyon tartışmalarında adı geçti. Meclis idarecileri arasında temsilcileri var. Aynı parti (türevleriyle birlikte) Güneydoğu’da 103 belediyede — yani mahallî idare birimlerinde — iktidara geldi mi? Evet. Sonra ne oldu? Şiddeti geriye itmesi, siyaseti öne çıkarması gereken bu parti, elindeki belediyeler aracılığıyla şiddet faaliyetlerine destek sağladı. Zaten iktidarda olduğu yerlerde PKK’nın akıl, ahlâk ve demokrasi dışı “hendek siyaseti”ne katılarak Kürt problemini ağırlaştırdı. Demokratik siyasetin önünü kesti. Bu partinin bazı milletvekillerinin bana göre haksız ve gereksiz yere tutuklanmış olması, onun demokratik siyasete suikast düzenlediği gerçeğini değiştirmez.
Öbür konuyu ele alalım. Türkiye’de dinî cemaatler var mı? Var. Bunlar hayli geniş bir özgürlükle örgütlenme ve faaliyet yürütme hakkına sahip mi? Evet, özellikle son yıllarda ve AK Parti hükümetlerinin reformları sayesinde. Peki, bu cemaatlerden biri, cemaat olmayı bırakıp iktidar yarışına katılan bir illegal örgüte dönüştü mü? Evet. Demokrasinin tüm usul kurallarını reddederek devlet içinde yoğunlaşan bir kadrolaşmayla ve uluslararası mahfillerle işbirliği içinde, ülkeye adeta el koymaya kalktı mı? Evet. Yüzlerce insanı katletti mi? Evet. Türkiye bu örgüte karşı haklı, meşru ve zaruri bir mücadele veriyor mu? Evet. Bu mücadelede yanlışlıklar ve haksızlıklar da oluyor mu? Evet. Bunlar bu mücadele gereğini ortadan kaldırır mı? Hayır. Sadece daha dikkatli ve itidalli olmak gerektiği gerçeğine işaret eder.
Türkiye’de manzara bu. Peki, AB ve ABD’de Türkiye nasıl görünüyor? Şöyle: Kürt halkına sivil ve siyasî hiçbir hak tanımayan, Kürt çocuklarını acımasızca öldüren bir ülke. Masum, zavallı, mutedil, kendi hâlinde bir emekli din adamına savaş açan, hiçbir suça ve suç örgütüne bulaşmamış binlerce kamu görevlisini işten atan bir iktidar. Olağanüstü hal ile bütün vatandaşlarının nefes almasını bile zorlaştıran bir devlet.
Yukarda da belirttim; Türkiye demokrasi bakımından ne cennet ne de cehennem. Siyasî sistem içinde iyi şeyler de var (oluyor), kötü şeyler de. Daha teknik bir lisanla söylersek, Türkiye tam bir liberal demokrasi değil; eksikli bir demokrasi. Devletten ve hükümetten kaynaklanan problemler elbette mevcut, ama tüm problemlerin kaynağında onlar bulunmuyor. Tabloda başka aktörler de mevcut. Özellikle hükümetin aldığı pozisyonlar ve devleti sürüklediği istikamet, kendisinin ve bütün bu aktörlerin fikir ve davranışlarının bileşiminin ürünü.
Durum buyken, neden Türkiye böylesine berbat bir durumdaymış gibi görünüyor yurt dışında? Cevap basit: AB ve ABD’ye Türkiye’de olan bitene dair tüm bilgi esas itibarıyla iki kanaldan akıyor: PKK ve FETÖ. Bu iki örgüt dünyanın birçok yerine uzanan geniş ağlarını kullanarak Türkiye’yi yukardaki gibi resmediyor. Türkiye aleyhtarlığına zaten teşne olan ve devletlerinin dış politikası istikametinde ilerleyen medya organları da bu bilgilere dayanarak Türkiye hakkında yayın yapıyor. Sonuç ortada.
Bu durum değiştirilebilir mi? Evet, tamamen değilse de kısmen veya önemli ölçüde değiştirilebilir. Ama bunun bir çırpıda ve bugünden yarına olamayacağını, yapılamayacağını bilmeliyiz. Türkiye hakkındaki bu ahlâksız ve abartılı resmediş hepimize zarar veriyor. Bu yüzden vatandaş olarak da bu sorunla ilgilenmek zorundayız. Nitekim ben konuşma fırsatı bulduğumuz Batılı arkadaşlarıma tabloyu tüm boyutlarıyla anlattığımda — eğer önyargılı değillerse — şaşırıyor ve gerçek durumu hızla anlıyorlar.
En temel ihtiyaç, Batı dünyasına somut olaylar ve genel durum hakkında sağlam ve delilli bilgi taşımak ve bunu bir defaya mahsus olarak değil, sürekli yapmak. Bu işi sadece resmî kurumların ve elçiliklerin yapması yetmez. Resmî beyanlarda ister istemez bir inandırıcılık sorunu var. Bu yüzden, sivil toplum çevrelerinin de devreye girmesi gerekir. PKK’nın ideolojisi ve pratiği belgeli olarak dünyaya anlatılabilir. FETÖ’nün içyüzü ve ne yaptığı da meselâ sağlam iddianamelere dayanarak Batı’ya taşınabilir. “Gazeteciler” hakkında da Adalet Bakanlığı periyodik olarak halkı bilgilendirebilir. Buna yönelik açıklamalar diğer dillere de çevirtilerek ilgili ve meraklı çevrelere ulaştırılabilir.
Diğer taraftan, Türkiye’nin demokratik açıdan mahzurlu ve aleyhine kolay propaganda malzemesi yapılabilecek hatalardan özenle kaçınması gerekir. Bu çerçevede, Nagehan Alçı’nın haklı olarak dikkat çektiği gibi (http://www.haberturk.com/yazarlar/nagehan-alci/1629798-cumhuriyet-davasinin-tek-islevi), Cumhuriyet, Sözcü, Büyükada toplantısı gibi iddianameleri zayıf dâvâlarla gündeme gelmemeye çalışılmasında, en azından bu tür dâvâlarda tutuksuz yargılama yoluna gidilmesinde fayda var.
Hükümet çevrelerinin telâşı ve öfkesini anlıyorum. Birçok bakımdan hak da veriyorum. Ancak, sürmekte olan amansız mücadelenin tek alanı hukuk olamaz. Her şeye ceza yargısıyla çözüm bulunamaz. Aynı zamanda entelektüel bir mücadele var ve uzun vâdede bu mücadelede başarılı olmak çok daha önemli. Entelektüel mücadelenin gerekleri ile hukuk meseleleri birbirinden ayrıştırılamazsa ve açık toplumda fikrî, ahlâkî tartışma konusu yapılabilecek şeyler lüzumsuz yere yargıya havale edilirse Türkiye etrafındaki kuşatmayı kırmakta çok zorlanır.