2012 yılında Kuzey İrlanda’nın başkenti Belfast’taki Kent Meclisi’nin önünde yoğun katılımlı gösteriler düzenlendi. Farklı gruplar arasında şiddet eylemlerinde gazeteciler, göstericiler ve polisler yaralandı. Gösterilerin sebebi Kent Meclisi’ndeki bir bayraktı.
Kent Meclisi, 106 yıldır Birleşik Krallık bayrağının dalgalandığı bir binaydı. Kuzey İrlanda’nın bağımsız İrlanda Cumhuriyeti ile birleşmesini savunan, çoğunlukla ülkedeki Katolik azınlığın desteklediği Cumhuriyetçiler bu bayrağın tamamen kaldırılmasını istiyordu.
Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık ile olan siyasi birliğinin sürmesini arzulayan, çoğunlukla Protestanların desteklediği Birlikçiler ise bu karara şiddetle karşı çıkıyor ve bunu engellemek için büyük çaplı “bayrak gösterileri” düzenliyordu.
Belfast Bayrak Gösterileri.
Birlikçiler ve Cumhuriyetçiler tek başlarına Kent Meclisi’nde çoğunluk sağlayamadığı için ne bayrağı koruyan ne de bayrağın kaldırılmasını sağlayan bir yasa önerisi meclisten geçebildi,, meclis tıkandı ama farklı grupların gösterileri sona ermedi. Bu siyasi krizde, gözler daha önce dikkatleri pek çekmeyen bir partiye çevrildi: Katolik-Protestan veya Birlikçi-Cumhuriyetçi ikilemini reddedip üçüncü bir yol öneren merkez-liberal parti The Allience.
The Allience iki taraftan birinin önerisine destek vererek bir yasanın geçmesini sağlayabilirdi. Fakat Allience ne bayrağın tamamen indirilmesinin ne de bayraktan rahatsız olan Cumhuriyetçilerin taleplerinin yok sayılmasının doğru olduğunu açıkladı, iki tarafın da öfkesinin makul olduğunu belirtti. Böylece, üçüncü bir yol önerdi: Birleşik Krallık bayrağı yılın her günü değil, Birleşik Krallık için milli önem taşıyan 18 özel günde Kent Meclisi’nde göndere çekilecekti. Cumhuriyetçiler taviz vererek Allience’ın teklifini kabul etti ve yasa önerilerini değiştirdi. Allience oylamada çekimser kaldı, Birlikçiler ise karşı çıktı, böylece 18 gün dışında Birleşik Krallık bayrağının indirildiği bir orta yol bulundu.
Bu karardan sonra, aynı anda hem Birleşik Krallık ile mevcut siyasi birliğin sürmesini hem de Katoliklere yönelik mezhepçi ve ayrımcı uygulamaların sona ermesini savunan ılımlı Protestanların kurduğu bir siyasi parti olan Allience yoğun tehditlerin hedefi oldu. Radikal Birlikçiler partinin önde gelen isimlerinden Naomi Long’u ölümle tehdit ettiler, parti ofislerine bombalı saldırı girişimleri düzenlendi. Kendisini Birlikçi veya Cumhuriyetçi olarak tanımlanmayı reddeden Allience, Birlikçiler tarafından “vatan haini” ilan edildi ve parti üyeleri saldırıların hedefi oldu.
Saldırılara rağmen geri adım atmayan Naomi Long ise “Sorunları büyütmek için değil, çözmek için siyaset yapıyorum” diyerek meydan okudu ve bu cesareti nedeniyle “Kızıl Ninja” olarak anılmaya başladı, 2016 yılında ise Allience partisinin lideri seçildi.
“Kızıl Ninja” sıfatını seçim sloganı olarak kullanan Naomi Long.
Geçtiğimiz Pazar günü Allience Kuzey İrlanda Meclis seçimlerinde tarihi bir sonuç elde etti ve oylarını önceki seçime nazaran 5 puan arttırarak, 90 sandalyeye sahip mecliste 17 milletvekilliği kazandı. Seçimlerdeki bir diğer tarihi zafer ise Sinn Fein partisine aitti; o da tarihinde ilk kez birinci parti haline geldi. Sinn Fein, Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık’tan ayrılıp İrlanda Cumhuriyeti ile birleşmesini savunan, çoğunlukla Katolik İrlandalıların desteklediği, Cumhuriyetçilerin çizgisinde olan IRA silahlı örgütünün siyasi kanadı olarak kurulan bir siyasi parti. Sinn Fein bugüne dek hiçbir zaman en çok oyu alan parti olamamış, seçimleri her zaman genellikle Protestanların desteklediği Birlikçilerin çizgisinde olan ve Birleşik Krallık ile mevcut siyasi birliğin korunmasını talep eden partiler kazanmıştı. Böylece Kuzey İrlanda başbakanları da her zaman Birlikçi siyasetçiler arasından seçilmişti.
Bu yaşanan iki tarihi seçim sonucunu kavrayabilmek, neden çok sayıdaki seçmenin tarihi Birlikçi-Cumhuriyetçi, Protestan-Katolik ayrımlarını geride bırakmak amacıyla üçüncü bir yola yöneldiğini anlamak için geçmişte yaşanan süreçleri ve Kuzey İrlanda hükümet sistemini kısaca hatırlamak gerekiyor.
Çatışmadan siyasi buhranlara
İrlanda Cumhuriyeti 1921 yılında bağımsızlığını ilan etti. Buna karşılık, ülkenin kuzeyindeki çoğunluğu oluşturan Protestanlar Birleşik Krallık’a bağlı kalmayı sürdürmek istedikleri ve Katoliklerle aynı ülkede yaşamak istemedikleri için yeni kurulan bağımsız İrlanda Cumhuriyeti’ne katılmadılar. Fakat Kuzey İrlanda’nın yaklaşık yüzde 40’ını oluşturan Katolik azınlık İrlanda’ya katılmak istiyordu. Bu ayrılık sonucunda yıllar sürecek olan iç çatışmalar başladı. Protestan Birlikçi Kuzey İrlanda hükümetlerinin Katoliklere yönelik dışlayıcı politikaları ve sert kutuplaştırıcı söylemleri nedeniyle 1960’lı yıllardan itibaren iç çatışmaların şiddeti arttı. Protestanlar UDA, Katolikler İRA adında paramiliter silahlı örgütler kurarak kendi mahallelerini şiddet eylemlerinden korumaya, terör saldırıları düzenleyerek karşı tarafı yıldırmaya, kendi toplulukları içerisinde “hain” gördükleri kişileri, yeterince mezhepçi bulmadıkları insanları, muhbirleri kaçırıp öldürmeye başladı. 1960’lardan itibaren yaşanan çatışma sürecinde yaklaşık 3000 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi hapse atıldı.
Çatışma süreci 1998 yılında Birlikçiler, Cumhuriyetçiler, Birleşik Krallık ve İrlanda Cumhuriyeti arasında imzalanan, ABD’nin de aktif destek verdiği Good Friday Antlaşması ile son buldu. Antlaşma Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık ile olan siyasi birliğini tanımakla birlikte Katolik Cumhuriyetçilerin siyasi, kültürel ve dini haklarını, İrlanda ile olan bağlarını koruma altına alan bir siyasi rejim inşa ediyordu. Antlaşma Kuzey İrlanda halkının yüzde 70’inin desteğini alarak yürürlüğe kondu ve Kuzey İrlanda siyasi sisteminin genel hatlarını belirleyen uluslararası bir antlaşma niteliği kazandı.
Good Friday Antlaşması İmzalanırken.
Antlaşma, Kuzey İrlanda siyaset bilimci Arend Likphart’ın formüle ettiği ve farklı etnik, dini grupların çatışma sonrası ortak bir demokratik yönetime geçmeleri için önerdiği “consociationalism” yani, büyük ortaklık yönetim sistemine dayanıyordu. Bu sisteme göre, toplumdaki gruplar olası çatışmaları önlemek için devlet gücünü belirli oranda bölüşüyor, belirli pozisyonlar kimlik esasına göre paylaştırılıyordu.
Kuzey İrlanda Meclisi’nde temsil edilen partiler kendilerini üç kategoriden birini seçerek tanımlamak zorunda: “Birlikçi”, “Cumhuriyetçi” veya “Diğerleri”. DUP partisi Birlikçiyken, Sinn Fein Cumhuriyetçi, Allience ile Yeşiller Partisi ise “Diğerleri” olarak kayıtlı.
Düzenlenen seçimler sonucunda 90 sandalyeye sahip mecliste en çok sandalyeye sahip olan siyasi parti başbakan adayı gösterme hakkına sahip oluyor. Fakat Birlikçi ve Cumhuriyetçiler arasındaki uyumu sağlamak amacıyla eğer başbakan Birlikçi bir parti mensubu olursa başbakan yardımcısının Cumhuriyetçi, Cumhuriyetçi bir başbakan olması durumunda, başbakan yardımcısının Birlikçi olması şart. Yani Birlikçiler ve Cumhuriyetçiler arasında bir koalisyon olmadıkça bir hükümetin kurulma şansı yok. Bu nedenle iki kesimin de uzlaşıp ortak bir hükümet kurması gerekiyor.
Bakanların seçimi de zoraki bir koalisyon sistemine dayanıyor. Başbakan ve başbakan yardımcısı Birlikçiler ve Cumhuriyetçiler arasından seçildikten sonra mecliste bulunan bütün partilerin sandalye sayısına göre mevcut bakanlıklar dağıtılıyor. En çok oyu alan parti ilk bakanlığı seçme hakkına sahip oluyor. Kabine dağılımına katılmak zorunlu değil, fakat Birlikçi veya Cumhuriyetçi bir parti başbakan yardımcılığı pozisyonunu kabul ederek hükümete katılmadığı zaman hükümet kurulamıyor. Bu nedenle Cumhuriyetçilerin veya Birlikçilerin başbakan yardımcısını hükümete vermeyerek sistemi tıkayıp yeni seçimlere veya geçici hükümetlere sebep olması, hükümet krizlerinin yaşanması sistemin doğal bir sonucu.
Kabinedeki tek istisnai pozisyon ise Adalet Bakanlığı. Adalet Bakanının seçilmesi için meclisteki hem Birlikçi hem Cumhuriyetçi milletvekillerinin çoğunluğunu alması, iki toplum tarafından onaylanması gerekiyor. Hem Birlikçilerin hem Cumhuriyetçilerin aynı anda desteğini almak zorunda olan Adalet Bakanlığı görevini ise tahmin edilebileceği üzere uzun yıllardır Allience Partisi liderleri üstleniyor. 2010-2016 yılları arasında Allience lideri David Ford, 2020’den beri ise Naomi Long Adalet Bakanı olarak görev yapıyor.
Good Friday Antlaşmasına göre, meclisin işleyişi de iki toplumun iş birliğine dayalı. 90 milletvekilinden 30’unun imzaladığı bir öneri ile herhangi bir yasa tasarısı “bütün toplumları ilgilendiren yasa” olarak nitelendiriliyor ve böylece bu noktadan sonra yasanın meclisten geçmesi için hem Birlikçilerin hem Cumhuriyetçilerin desteğini alması gerekiyor. Katoliklerin ve Protestanların birbirilerine zarar verebilecek önerilerinin önüne geçilmesi için kurulan bu mekanizma sık sık suistimal ediliyor. 1998’den bu yana 150 kez devreye sokulan bu mekanizma geniş yorumlandığı için COVID tedbirlerinden kürtaja ve eşcinsel evliliğine dek birçok yasa önerisinin önüne geçilmek için hem Birlikçiler hem Cumhuriyetçiler tarafından kullanıldı. Allience kendisini ne Birlikçi ne de Cumhuriyetçi olarak tanımladığı için bu mekanizma devreye sokulduğunda mecliste verdikleri oyların bir önemi kalmıyor, böylece bir nevi “Diğerleri” kategorisindeki partilere oy veren seçmenlerin iradesinin yok sayıldığı bir düzlem ortaya çıkıyor.
Allience bu nedenle bu sistemin değiştirilmesi, mezhepleri veya Birlikçi-Cumhuriyetçi ayrımını temel almayan eşit bir düzenin kurulmasını savunuyor. Geçtiğimiz hafta düzenlenen 2022 seçimlerinin ardından yaşanan siyasi kriz ise Allience’ın bu duruşunun halkta karşılığının neden giderek büyüdüğünü gözler önüne seriyor.
Sinn Fein’in zaferi: Hükümet mi, bağımsızlık mı?
Seçim sonuçlarına göre normal olaraken çok oy alan parti Sinn Fein’in bir başbakan adayı göstermesi ve meclisteki en büyük Birlikçi parti olan DUP’un da bir başbakan yardımcısı adayı göstermesi gerekiyor. Fakat DUP, Kuzey İrlanda ile İrlanda Cumhuriyeti arasındaki sınır meselesinin kendi lehine çözülmemesi durumunda Sinn Fein hükümetine başbakan yardımcısı atamayacağını, böylece hükümetin kurulmasını engelleyeceğini açıkladı. Bu nedenle hükümetin kurulamaması ve yeni seçimlerin düzenlenmesi riski yüksek.
Uzlaşmazlığın sebebi ise Brexit. 2016’da düzenlenen referandum sonucu Birleşik Krallık Avrupa Birliği’nden çıktı. Böylece Good Friday Antlaşmasına göre serbest geçişin olduğu, kontrol noktalarının mevcut olmadığı Kuzey İrlanda-İrlanda sınırının geleceği de tehlikeye girdi, çünkü artık Kuzey İrlanda, İrlanda Cumhuriyeti’nin aksine AB üyesi değildi. Bu nedenle, İrlanda ile bağlarının sınır güvenliği önlemleriyle kopmasını veya gümrük kontrolleriyle ticaretin yavaşlamasını arzulamayan Cumhuriyetçilerin istekleri doğrultusunda Birleşik Krallık ile AB arasında bir sınır protokolü imzalandı. Bu protokole göre, Kuzey İrlanda ve İrlanda arasındaki sınırda serbest ve kontrolsüz geçiş devam ederken, Birleşik Krallık’tan Kuzey İrlanda’ya deniz yoluyla aktarılan ticari mallar deniz yolculuğu sırasında gümrük kontrolünden geçecekti.
Her ne kadar protokol henüz uygulanmasa da Birlikçiler Kuzey İrlanda ile İngiltere arasındaki bağların bu tür gümrük kontrolleri ile zayıflayacağı, bu tür uygulamaların uzun vadede Kuzey İrlanda ile İrlanda’nın birleşmesine sebep olacağı korkusuyla protokole sert bir şekilde karşı çıktı. Birleşik Krallık hükümeti her ne kadar iki uluslararası antlaşma olan Good Friday ve Protokolü çiğnemeyecek olsa da protokolde değişiklik yapılabileceğine yönelik açıklamalar yaparak Birlikçilerin umudunu arttırdı. En büyük desteğe sahip Birlikçi parti DUP, 2022 seçimleri boyunca daha radikal ve mezhepçi Birlikçi partilerin eleştirilerine maruz kaldı, Protokole karşı yeterince muhalefet etmemekle eleştirildi. Bu tür radikal Birlikçi partiler de bu nedenle oylarını 3-4 puan arttırdı. Sonuç olarak DUP, bu protokol değiştirilmediği sürece hükümete destek vermeyeceğini açıkladı. Birçok seçim yorumcusu gerçek hayatta uygulanmayan bir protokol üzerinden, sırf ilkesel bir karşıtlık kurmanın seçmenin gündeminde olmadığını belirtiyor ve bu nedenle DUP’ın uzlaşmacı olmayan tutumunu eleştiriyor.
Protokol karşıtı gösteriler.
Sinn Fein, seçim döneminde her ne kadar gündelik hayat, sosyal adalet ve ekonomi konularına ağırlık verse de seçim gecesi yapılan açıklamalar gerginliği arttırdı. Sinn Fein’in başbakan adayı, belki bekleneceği üzere partinin genel başkanı Mary Lou McDonald değil. Sinn Fein hem Kuzey İrlanda’da hem İrlanda Cumhuriyeti’nde faaliyet gösteren bir parti. Şu anda İrlanda’da ana muhalefet partisi görevini üstlenen Sinn Fein’in lideri McDonald, Dublin doğumlu ve İrlanda’da yaşayan bir siyasetçi. Bu nedenle her ne kadar Kuzey İrlanda’daki seçimlerde kampanya süreçlerine katılsa da partinin Kuzey İrlanda başbakan adayı, genel başkan yardımcısı olan Michelle O’neill. Sinn Fein, seçim döneminde Birleşik Krallık’tan ayrılma tartışmalarına çok girmese de seçim gecesi Sinn Fein’in zaferi kutlanırken İrlanda’dan bölgeye gelen McDonald gazetecilere “5 yıl içinde bağımsızlık referandumunun düzenlenmesini planlıyoruz” açıklamasında bulundu. Her ne kadar Good Friday’e göre böyle bir referandum için Birleşik Krallık hükümetinin Kuzey İrlanda halkının çoğunluğunun birlikten ayrılmak istediği kanaatine sahip olduğunu düşünerek onay vermesi gerekse de Sinn Fein’in bu açıklaması Birlikçiler arasında uzlaşmama ve hükümete girmeme tutumunu pekiştirdi.
O’neill ve McDonald.
DUP ve Sinn Fein ülkedeki Protestan-Katolik, Birlikçi-Cumhuriyetçi ayrımına dayanan, kimlikçi ve çözümsüzlük odaklı tartışmalarını sürdürürken, bu nedenle hükümetlerin kurulmasını engelleyerek gündelik hayattaki sağlık, ekonomi, insan hakları gibi konulara odaklanılmasını engellerken üçüncü bir yol öneren Allience’a destek de halk nezdinde, özellikle gençler arasında artıyor.
“Diğerlerinin” Yolu
Allience hem Katolik hem Protestan gençler arasında oy oranını 2022 seçiminde arttırdı. 2016 referandumunda Birlikçilerin aksine ciddi bir şekilde AB’de kalınması gerektiğini savundu, AB değerlerine atıf yaptı. Hem Birlikçi hem Cumhuriyetçileri kadın hakları, LGBT hakları, iklim krizi konusunda yeterince ilerici olmamakla suçladı, kürtaj hakkının etkin bir şekilde kullanılması için yoğun bir mücadele verdi. Mezhepçi sistemin değiştirilmesini ve hiçbir sosyal grubun dışlanmamasını savunan liberal parti, yaşanan her kimlik krizinde Belfast’taki bayrak krizine benzer orta yolcu öneriler sundu. Sert kimliklere dayanan, uzlaşmanın değil kutuplaşmanın ön plana çıktığı bir siyasi düzlemde, yeni siyaseti genişletmek amacıyla farklı kesimlere seslenmeyi tercih eden Allience üyeleri zor bir yol seçmelerine rağmen kuruldukları sene olan 1970’ten beri en büyük başarılarını elde etti. 52 senelik emeğin karşılığı sonucunda, Allience mezhepçi bir siyasetin değiştirme ihtimaline sahip olma, meclisteki üçüncü büyük parti niteliğini kazanma, Birlikçi ve Cumhuriyetçi ayrımını reddeden “Diğer” kategorisindeki seçmenin gücünü arttırma şansını yakaladı.
Allience Lideri Naomi Long ve ekibi.
Allience’ın lideri Naomi Long, üçüncü yol (orta yol) ısrarının sebebinin üniversite yılları olduğunu belirtiyor. Long, ötekiyle iletişimin kısıtlı olduğu, mezheplere ayrılmış mahallelerden gelen Katolik ve Protestan gençlerin üniversitelerde kaynaştığını, kimlik politikalarının ve önyargıların geride kaldığını görünce Allience’da siyaset yapmaya karar vermiş. Yıllar geçmesine rağmen hala aynı noktada. Partisindeki gençler, kadınlar, LGBT’ler ve yabancı göçmenleri görünür kılıyor, kimlikçi politikaların önem vermediği konulara odaklanıyor, aldığı ölüm tehditleriyle dalga geçiyor ve orta yoldan bahsetmiyor. Belki Kuzey İrlanda ile benzer sorunları yaşayan ve bu sorunlara karşı kötü de olsa hala bir çözüm bulamayan Türkiye’de “orta yolculuk” bir hakaret olarak kullanılmaya devam etse de Naomi Long siyah-beyaz ayrımını reddederek hakikatin renginin gri olduğunu söylüyor, inadına orta yoldan devam ediyor.
Kuzey İrlanda’nın Allience liberallerinin peşinden gidip orta yolu tercih edip etmeyeceği henüz belirsiz, fakat Naomi Yong ve arkadaşlarının orta yoldan vazgeçmeyeceği kesin. Hele de bu seçim zaferinden ve daha seçim gecesinde başlayan hükümetsizlik krizinin ardından…
Bir belgesel, bir film önerisi
- Belfast: 1960’lı yıllardaki Katolik-Protestan çatışmasını bir çocuğun ve sıradan insanların gözünden anlatan 2021 yapımı bir film, Oscar adayı. Yaşanan olayları tarihi detaylara boğulmadan öğrenmek için güzel bir kaynak. Çok keyifli bir film.
- I Dolours: IRA mensubu Dolours Price’in hayatının anlatıldığı belgesel gerçek tanıklıklara dayanıyor. IRA’nın eylemlerini, yargısız infazlarını, Birleşik Krallık ve Birlikçilerin hukuksuz uygulamalarını anlamak için güzel bir kaynak. Ödüllü bir belgesel.