31 Mayıs 2010 günü gece yarısından sonra İsrail sahil güvenliği Mavi Marmara gemisiyle bir telsiz görüşmesi yaptı.
İsrail Sahil Güvenlik: Mavi Marmara. Deniz ablukası altındaki bölgeye yaklaşıyorsunuz. Gazze kıyıları ve limanı bütün deniz trafiğine kapalıdır. İsrail hükümeti Gazze’ye insani yardım sağlamaktadır. Sizi Aştod Limanı’na girmeye çağırıyoruz. Malzemeleriniz kurallar çerçevesinde karadan ulaştıralacaktır.
Mavi Marmara: Rotamız Gazze. Rotamız Gazze.
https://www.youtube.com/watch?v=PqvD050XuBo
Mavi Marmara ve filodaki diğer gemilerin amacı Gazze’ye yönelik 2007’den beri süren İsrail’in deniz ablukasını gündeme getirmek ve yarmaktı. O yüzden filodaki sivil toplum kuruluşları, zaten açık olan İsrail’in Aştod Limanı seçeneğine yanaşmak istemediler.
6 yıl sonra Türkiye-İsrail arasında varılan anlaşmayla Aştod Limanı üzerinden Gazze’ye gemiyle yardım ulaştırılmasını deniz ablukasının ya da ambargonun ortadan kaldırılması olarak sunmak o yüzden kötü bir propagandadan başka bir şey olmaz.
Ama bu anlaşma ve Gazze ile ilgili yanlışlar bundan ibaret değil.
Gazze Şeridi, 365 kilometrekare yüz ölçümü ve 1 milyon 865 bin nüfusuyla dünyanın nüfus yoğunluğu en çok olan bölgelerinden biri. Bir kilometrekare başına 5 bin 109 kişi düşmekte. Örneğin İstanbul’da kilometrekareye düşen insan sayısı 2.725 kişi.
Nüfusunun yüzde 70’i 25 altı olan Gazze, yüzde 50’ye varan işsizlik oranıyla dünyanın en yüksek işsizlik oranlarından birine sahip, o yüzden dünyada pek çok yardım kuruluşu Gazze’ye yönelik projeler geliştiriyor.
Ama Gazze’yle ilgili Türkiye’de çizilen insanların açlık ve susuzluktan kırıldığı ve ancak Türkiye’den gidecek gemiler veya yardımlarla Gazzelilerin ayakta durduğu resmi de doğru değil.
Örneğin Gazze ile İsrail arasında açık olan Kerem Şalom sınır kapısından ortalama günde 700 kamyon Gazze’ye giriş yapmakta.
Gazze’de küçük çaplı olsa da fabrikalar (birkaç tane Coca Cola dolum fabrikası), oteller, lokantalar, marketler, araba galerileri ile bir ticari ve sosyal hayat mevcut.
Yani İsrail’in tünel ve silah yapımında kullanılacağı iddiasıyla özel izinle soktuğu inşaat malzemeleri dışında her türlü ürün kara yoluyla Gazze’ye giriyor.
Eğer anlaşmayla inşaat malzemelerinin Gazze’ye girmesinde kolaylık sağlanabilmişse bu önemli bir adım olur ama yeni bir kazanım da sayılmaz.
Çünkü hâlihazırda zaten Gazze’de Türkiye’nin resmi ve sivil inşaatları var. TİKA, 2014’teki İsrail’in saldırısı sırasında evi yıkılan ailelere yönelik (Evlerin yüzde 13’ü yıkılmıştı) 20 bloktan oluşan toplu konut projesi yapmakta. Ayrıca Gazze’de Türkiye bir hastanenin kaba inşaatını bitirmiş durumda. Yine Cansuyu Derneği 2015 yılında Gazze’de Necmettin Erbakan Yetimhanesini açtı. Bütün bu inşaatların malzemeleri de kara yoluyla Gazze’ye girdi ve giriyor.
http://www.mynet.com/tv/gazzede-necmettin-erbakan-yetim-merkezi-acildi-vid-3345408/
Türkiye’nin bu anlaşmayla Gazze’nin su, elektrik gibi temel ihtiyaçlarının kalıcı çözümü için hâlihazırda geliştirdiği, uygulamaya çalıştığı projelerinin önünün açılması tabii ki önemli bir gelişmedir. Gazzeliler için İsrail’le konuşmayan değil, konuşan bir Türkiye faydalıdır.
Ama bunların hiçbiri Gazze’deki deniz ablukası ve ambargonun kalktığı, hatta yumuşatıldığı anlamına gelmiyor.
Aslında, Türkiye en baştan İsrail’den taleplerini özür ve tazminatla sınırlı tutabilirdi. Ama Gazzeliler ve Mavi Marmara’nın mirası için bu iki maddeye ambargo ve abluka da eklendi. Bu zaten Erdoğan ve AK Parti iktidarının Filistin meselesine verdiği önemi gösteriyor. Yoksa Türkiye zaten Gazze’de deniz ablukasının başladığı 2007’den 2010’a kadar İsrail’le normal ilişkilere sahipti.
Sonuçta müzakereler yıllarca sürdü, İsrail Türkiye’den özür diledi ve tazminat ödemeyi kabul etti. Ama üçüncü maddede somut bir kazanım elde edilemedi. Bunda şaşılacak, ayıplanacak bir durum yok.
Dünyada benzer hiçbir görüşmede bir tarafın tüm istekleri eksiksiz yerine getirilmemiştir. Örneğin Türkiye, uçağını düşürdüğü Rusya’yla ilişkileri bir özürle düzeltmiş gözüküyor. Eğer gizli bir talep yoksa, Rusya Türkiye’den, Boğazlardaki geçişleri kolaylaştırmasını istemedi mesela.
Bunu böyle çıplak bir şekilde söylemek istemeyebilir siyasetçiler. Her iki ülke de kendi iç kamuoyuna başka şeyleri öne çıkararak varılan bu anlaşmayı satmak istemesi de normaldir.
Ama “zafer”, “ne dediysek o oldu”, “dünyayı bir kere daha titrettik” diye hamaseti sürdürmenin gerçeği söylemekten maliyeti ağır olabilir.
Bu kez de öyle oldu. “Gazze’ye ambargo kalktı” manşetlerine tekzip Roma’da Kerry ile kameraların karşısına çıkan Netanyahu’dan geldi.
İşin püf noktası o açıklamada saklıydı zaten.
Başbakan Binali Yıldırım, anlaşmayla ilgili açıklamasında en çok Gazze ve ambargo derken, Netanyahu’nun açıklamasında en çok geçen kelimeler gaz ve ekonomiydi.
İkisinin aynı anlaşmadan bahsettiğine bile inanmak zordu.
Netanyahu anlaşmayı duyurur duyurmaz şöyle dedi:
“Bu anlaşmanın İsrail ekonomisi üzerinde devasa ölçüde pozitif etkileri olacak. Başkan yardımcısı Biden’la konuştum dün. Birkaç yıl önce Davos’ta beni petrol uzmanıyla, pardon gaz uzmanıyla tanıştırmıştı. ‘Bu gaz sizin gelecekteki ekonominizin temellerini oluşturacak’ demişti."
Sonra sözü Kerry aldı: Amerika da bu adımı memnuniyetle karşılıyor. Başbakan söyledi. Ben de gururla söylemek isterim ki Başkan Yardımcı ve Dışişleri Bakanlığı’nın gaz uzmanı Amos Hochstein büyük bir iş başardı.
Küçük bir Google taramasıyla 44 yaşındaki ABD’nin Orta Doğu’daki petrol ve gaz özel temsilcisi Amos Hochstein’in 2013 yılından bu yana Akdeniz’deki gaz rezervi üzerinden İsrail’le Türkiye ve Mısır arasında ilişkiler kurulması için nasıl bir mekik dokuduğunu görmek mümkün.
http://www.starkibris.net/extra/index.asp?haberID=192724
Bu anlaşmayla ilgili İsrail’de en çok görüşü alınan, konuşan ve anlaşmayı en hararetle savunan ismin Enerji Bakanı Yuval Steinitz olması da o yüzden rastlantı değil. Steinitz’in BM zirvesi sırasında New York’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaptığı görüşmenin fotoğrafları çıkmış, bir süre sonra bakan görüşmeyi doğrulamıştı.
http://www.hurriyet.com.tr/israilli-bakan-abdde-erdoganla-gorustugunu-iddia-etti-40119846
Bu izlerin peşinden gidince Akdeniz’deki İsrail’in büyük doğalgaz yatakları, özellikle Leviathan adlı rezervin Türkiyeli firmalar tarafından alınıp, işletilmesi, satılması ve Avrupa’ya ulaştırılması üzerine büyük bir külliyat karşınıza çıkıyor.
Anlaşmanın neden geciktiği sorusuna örneğin Mart ayında İsrail Anayasa Mahkemesi’nin doğalgaz rezervini çıkaracak şirketlerin sözleşmesini tekel oluşturdukları gerekçesiyle reddetmesi gibi cevaplar buluyorsunuz karşınızda. http://www.haberturk.com/ekonomi/enerji/haber/1216310-israilin-akdenizdeki-dogalgaz-anlasmasi-iptal.
Yani gerçek hamasetten daha rasyonel ve anlaşılır aslında.
AK Parti iktidarı 2002’den-2010’a kadar zaman zaman gerilen dönemler olsa da İsrail’le iyi ilişkiler içinde oldu. Karşılıklı ziyaretler yapıldı. İktidarın Orta Doğu’da İran yayılmacılığına ve Obama politikalarına karşı müttefiklerini artırmaya çalışması, İsrail’i, PKK’dan Türkiye’nin yabancı medyadaki imajına kadar meselelerinde negatif etki edecek aktörler listesinden çıkarmaya çalışması gayet doğal.
Anlaşmanın esas büyük motivasyonunun dünya çapındaki bir doğalgaz rezervi olması da…
Ama son üç yılda Hazreti Musa’dan başlatılan üst akıl belgeselleri, PKK, cemaat meselelerinin arkasında İsrail’i bulan ağır bir söylemle hitap edilmiş kitleleri, bir anda “İsrail’le ekonomik iş birliği” ve “bölgemizde reel politikanın önemi” üzerine yeni bir siyasete alıştırmak o kadar kolay olmayabilir, tepkiler kaçınılmaz.
Özellikle, İHH gibi Gazze ile anılan bir sivil toplum örgütünün 10 insanın hayatını kaybettiği Mavi Marmara’nın peşini bırakmak istememesi, hükümetin İsrail anlaşmasını eleştirmesi, ambargo şartında ısrarcı olmasına şüpheyle bakmaya kimsenin hakkı yok.
Fikirlerini, yöntemlerini beğenirseniz beğenmezsiniz, sivil toplum örgütleri devletlerle aynı gündemleri paylaşmak zorunda değildir. Ayrıca sivil toplumun idealizmde ısrar etmek, reel politikaya uymamak ve pragmatik davranmamak gibi hakkı ve lüksü vardır.
Hele altından gaz boruları geçen bir anlaşmayı siyaseten yanlış buluyor, hükümetle aynı düşünmüyor diye bir sivil toplum örgütünü ihanetle, millî olmamakla suçlayanların dışarıda “düşmanları azaltmak” için haklı olarak adımlar atan hükümete, içeride düşmanları artırarak pek hizmet etmedikleri açık.
Hobbes’un Leviathan’ı bile bu kadarını istemezdi.
Bu arada İsrail’de üç bakan bu anlaşmayı onaylamayacaklarını açıkladı.
İbranice millî ve yerli nasıl deniyor acaba?