Liberalizm nedir?
Liberalizm, sonundaki “izm” ekinden de anlaşılacağı üzere, bir ideolojidir. Ama ideolojiler arasında önemli farklar vardır. Bütün ideolojilerin aynı kalıba sahip olduğunun düşünülmesi bizi Cemil Meriç gibi yanılgıya sürükleyebilir. Cemil Meriç’in, biliyorsunuz, “ideolojiler deli gömlekleridir” mealinde bir sözü var. Bu, tamamen ideoloji kavramından ve ideolojiler arasındaki farklardan habersiz olmaktan kaynaklanan bir yaklaşımdır. Liberalizm yumuşak ve esnek bir ideolojidir. Sosyalizm, faşizm ve başka bazı “izm”ler gibi bir hakikati olan bir ideoloji değildir. Liberalizm şu veya hakikatin peşinden koşmaz; hakikatin peşinden koşma imkânı tanır. Toplumsal olarak da, hakikatlere mensup kişilerin, farklı hakikatlerin ve farklı hakikat gruplarının bir arada yaşamasının imkânını araştırır. Bundan dolayı liberalizm, itiraf edilse de edilmese de, bugünkü dünyada iyi olarak gördüğümüz pek çok şeye katkıda bulunmuştur. Meselâ demokrasi dediğimiz şey aslında tam olarak liberal demokrasidir. Liberalizmden arındırılmış bir demokrasinin demokrasi olması mümkün değildir. Türkiye gibi bir türlü yeterince demokratikleşemeyen ülkelerde ana problem liberalleşememektir. Liberalleşilemediğinde, demokraside de fazla mesafe alınamamaktadır.
Özgürlük nedir, ne değildir?
Liberalizmin temel ilkelerinden biri özgürlüktür. Liberalizmi iyi anlamak için özgürlük üzerinde durmaya ihtiyaç var. Hattâ liberalizm bir özgürlük teorisi olarak tanımlanabilir. Özgürlüğün değerli olduğuna inanıldığı için, hemen her fikir çizgisi — belki faşistler hariç — bir şekilde özgürlüğü sahiplenmektedir. Bu da işleri karıştırmaktadır. Ama özgürlüğün tanımını yapabiliriz. Özgürlük bir bireyin kendi hayat tercihlerini yapabilmesi ve başka bireylerden gelecek keyfi engellemelerle karşılaşmadan bu tercihlerinin peşinden gidebilmesidir. “Beni kendi başıma bırak” dediğiniz zaman özgürlük talep ediyorsunuz; “bana karışma” demek istiyorsunuz. O zaman, daha avami bir şekilde söylersek, özgürlük başkalarının bize keyfi bir şekilde karışmaması demektir. Peki, başkaları bize karışmadığı zaman ne yapacağız? Kendi tercihlerimizi yapacağız ve peşlerinden gideceğiz. Bunlar hangi tercihler olacak? Hayatın hemen hemen her alanıyla ilgili tercihler olabilir. Meselâ bir din seçeceğiz ve peşinden gideceğiz; meselâ bir meslek seçeceğiz ve onu icra edeceğiz. Meselâ bir bölümde okumayı göze alacağız ve o bölüme girip okuyacağız. Yerleşeceğimiz yeri, yaşayacağımız mekânı, giyeceğimiz kıyafeti, bütün bunları seçme hakkımız olacak ve bunların peşinden gideceğiz. Özgürlük özü itibariyle budur.
Konuyla ilgilenenler genellikle özgürlüğü negatif ve pozitif diye ikiye ayırıyor. Benim burada bahsettiğim özgürlük negatif özgürlüktür. Bu özgürlüğün de bazı temel özellikleri vardır. Bir defa bu özgürlük bireysel bir değerdir. Özgür olan veya olmayan, bireydir. Özgür olan veya olmayan, cemaat, sınıf, ümmet veya halk değildir. Yani kollektivite değildir. Kollektivitelerin özgürlüğünden, bireylerin özgürlüğünden bahsettiğimiz anlamda bahsedemeyiz. Kollektivitelerin bağımsızlığından bahsedebiliriz ama özgürlüğünden bahsedemeyiz. Özgürlük birey insana ait bir değerdir. Çünkü karar veren, tercih eden, kararlarının peşinden giden, birey insandır. İkincisi, özgürlük sosyal bir meseledir. Eğer insanlar dünyada tek başlarına yaşasalardı — yani meselâ dünyada çok az insan olsaydı ve her biri birbirini göremeyecek şekilde farklı vadilerde yaşasaydı — özgürlük diye problem olmazdı. Çünkü özgürlüğün keyfi olarak engellenmemek olduğunu söyledik; bizi keyfi olarak engelleyecek veya engellemeyecek olan, diğer insanlardır. Dolayısıyla özgür olma veya olmama problemi sosyal bir ortamda ortaya çıkar. Üçüncüsü, özgürlük bizim vücut kapasitemizle alâkalı değildir. Vücut kapasitemizin bizim tercihlerimize ve davranışlarımıza sınır getirmesi, özgür olmadığımız anlamına gelmez. Meselâ bin basamaklı bir merdivene tırmanmak istiyorum ama nefesim yetmediği için çıkamıyorum, dolayısıyla ben özgür değilim derseniz, anlamsız bir şey söylemiş olursunuz. Veya yüz metreyi beş saniyede koşmak istiyorum ama koşamıyorum, bu yüzden koşmakta özgür değilim derseniz, yine anlamsız bir şey söylemiş olursunuz. Çünkü vücut kapasiteniz ile sizin sosyal davranışınız arasında bir ilişki kurmuş olursunuz. Bu, özgürlük teorisi açısından gayrimeşrudur. Özgürlük böyle tanımlanamaz.
Buna benzer biçimde, tabiatla olan ilişkilerimiz de alâkasızdır. “Ben yerçekimi kanununa tabi olmak istemiyorum, ama ondan kurtulamıyorum; bundan dolayı yerçekimi kanunu benim özgürlüğümü ihlâl ediyor” derseniz, mantıksız bir şey söylemiş olursunuz. “Ben özgürlüğümü kullanacağım, uçacağım, yerçekimi kanununu reddediyorum” diyerek minareye çıkıp kendinizi atarsanız, ağırlığınıza ve vücut yoğunluğunuza bağlı olarak yere çakılırsınız — ve yerçekimi kanunu, sizin bu davranışınızı tekrarlayan insanlar arasında dillerinden, dinlerinden, cinsiyetlerinden ötürü herhangi bir ayrım yapmaz. Dolayısıyla, tabiatla olan ilişkilerimizi özgürlük çerçevesinde göremeyiz.
Bu ortam için belirtilmesi önemli olan bir diğer mesele de şu: özgürlüğün Tanrı ile olan ilişkilerimizle de alâkası yoktur. Tanrı ile olan ilişkilerimizi özgürlük çerçevesinde değerlendiremeyiz. O başka bir alana girer. Özgürlük insan-insan ilişkisiyle alâkalıdır, beşeri ortamla alâkalıdır. İnsan-Tanrı ilişkisi beşeri bir ilişki değildir. Dolayısıyla Tanrının sizi sınırlamış olması, size birtakım yasaklar ve buyruklar göndermiş olması, sizin özgürlüğünüzü kısıtladığı anlamına gelmeyeceği gibi inandığınız Tanrının buyruklarına uymanız veya uymamanız da sizin özgürleştiğiniz anlamına gelmez.
Özgürlüğün açılımları
Şüphesiz özgürlük genel bir değerdir. Hayatın hemen her alanına sirayet etmektedir. Ama özgürlüğün belli başlı açılımları şunlardır: En başta gelen ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü, insanların özellikle kamusal meselelerde görüşlerini serbestçe açıklayabilmeleri, kamusal işleri ve kamusal otoriteleri başlarına kötü bir şey gelmesi korkusu olmadan eleştirebilmeleridir. Aslında ifade özgürlüğü övmeleri de kapsar; ancak övme çoğu zaman sizi sıkıntıya sokmaz. Eleştirmek sıkıntıya sokabilir. Eğer kamu otoritelerini ve kamu icraatlarını başınıza — mesela okuldan atılma, işten atılma, tehdit edilme, hapsedilme, hayatınızdan olma gibi — kötü şeylerin başınıza gelmesi endişesi taşamadan eleştirebiliyorsanız, ifade özgürlüğüne sahipsiniz demektir.
İnsanlar ifade özgürlüğünü nasıl kullanır? Öncelikle konuşarak, sonra yazarak kullanır. Bunu yapabilmek için değişik araçlar kullanabiliriz. Gazetede yazabiliriz; sosyal medyada görüşlerimizi ifade edebiliriz; dergi, gazete, kitap yayımlayabiliriz. Olmadı, el işaretleriyle kendimizi açıklayabiliriz. Daha geniş anlamda baktığımızda kılık kıyafet de ifade özgürlüğünün bir şekli olarak görülebilir. Bir kişinin kıyafetine müdahale etmek aynı zamanda onun kendisini ifade etmesini engellemek anlamına gelir. Böyle bir problem başörtüsü bağlamında Türkiye’de yaşandı. Başörtüsüne müdahale, kız öğrencilerin üniversiteye girmesinin engellenmesi ve aynı zamanda onların ifade özgürlüğünün ihlâli anlamına geliyordu.
Bir diğer özgürlük seyahat özgürlüğüdür. İnsanlar bedenlerini bir yerden başka bit yere, bir şehirden başka bir şehre, bir mahalleden başka bir mahalleye nakletme hakkına sahiptir. Hiç kimse “senin bedenin burada kalacak” diye insanları kısıtlamaya tabi tutamaz; eğer tutuyorsa, o kişi seyahat özgürlüğünüzü ihlâl etmektedir.
Özgürlüğün bir diğer türevi örgütlenme özgürlüğüdür. İnsanlar çeşitli amaçlarla bir araya gelir ve birlik oluşturur. Bu birlikler de amaçlarını gerçekleştirmek için türlü faaliyetler yürütür. Mesela sokak kedilerini korumak üzere bir dernek kurarsanız örgütlenme özgürlüğünüzü kullanıyorsunuzdur. Örgütlenme özgürlüğünün çoğu zaman gözden kaçan bir boyutu ekonomik örgütlenmelerdir, çünkü şirket kurmak da örgütlenme özgürlüğünün bir parçasıdır. Bir malın üretimi veya ticaretini yapmak için birkaç kişinin bir araya gelmesi, sermayelerini, bilgi birikimlerini, kontaklarını ve kafa güçlerini birleştirmesi, örgütlenme özgürlüğünün bir ifadesidir. Özgür bir toplumda maddî olmayan amaçları takip etmek ne kadar meşruysa, maddî amaçları ortaklaşa takip etmek de o kadar meşrudur. Bu çerçevede, mal ve mülk edinmek de bir özgürlük meselesidir. Özgür bir toplumda insanlar kendi çabalarıyla bir mal veya mülk edinebilir. Bu mülk bir menkul de olabilir, bir toprak parçası da olabilir, bir araba veya bir karavan veya seyyar bir makine de olabilir. Mülk ediniminin doğru dürüst bir anlamının olabilmesi için ticaret yapma özgürlüğünün de olması gerekir. İnsanın bir bakıma ticaret yapan hayvan olduğu söylenebilir. Canlılar arasında ticaret yapan tek tür insandır; diğer canlıların yapısı ticaret yapmalarına elverişli değildir. Hayvanların hayat şartlarını bir türlü iyileştirememelerinin nedenlerinden biri de ticaret yapamamalarıdır. Teşebbüs hürriyeti de önemli bir özgürlük türüdür. Aynı zamanda örgütlenme ve mülk edinme özgürlüğüyle iç içe geçer. İnsanlar bir iş kurma hakkına sahiptir. Hattâ bir bakıma meslek seçmek de teşebbüs özgürlüğüne girer. Yani ortamı gözlersiniz, mesleklere bakarsınız, ben şu mesleği yapacağım dersiniz, o mesleği öğrenirsiniz, o mesleği icra etme yolunda ilerlersiniz.
Din özgürlüğü
Şüphesiz en temel özgürlüklerden biri de din özgürlüğüdür. Din özgürlüğü, aynen ifade özgürlüğü gibi, bütün özgürlüklerin bir araya geldiği bir özgürlük durumudur. Aslında yukarıda saydığımız bütün özgürlüklerde de, her tür özgürlük bir şekilde bir araya gelmektedir. Fakat en bariz ve en yoğun birleşme ifade özgürlüğü ve din özgürlüğünde görülür.
Din özgürlüğü aynı zamanda özgürlüğün mihenk taşıdır. Din özgürlüğünün olmadığı yerde büyük bir ihtimalle diğer özgürlükler de yoktur. Eğer bir ülkede din özgürlüğünü ortadan kaldırmaya çalışırsanız, büyük bir ihtimalle diğer özgürlükleri de ortadan kaldırıyorsunuzdur. Bunu farketmek biraz zaman alır. Ama eninde sonunda geleceğiniz yer bütün özgürlükleri rafa kaldırmak, gaspetmek olacaktır.
Din özgürlüğünü iki parçaya ayırabiliriz. Bunlardan birincisi inanacağımız ve tapacağımız Tanrıyı seçme özgürlüğüdür. Özgür bir toplumda bu alanda yüzde yüz özgürlük olmalıdır. Yani özgür bir toplumda Müslümanlar için Allah, Hıristiyanlar için God veya the Lord, Tanrı olarak benimsenebilir. Veya birisi ateşe tapabilir; bir grup güneşe, başka bir grup yıldıza, üçüncü bir grup gene başka bir şeye tapabilir. Başka bir şeyi Tanrı olarak kabul edebilir. Farklı bir Tanrı nosyonuna sahip olabilir. Hiçbir şekilde bu alanda bir kısıtlamaya gidilemez. Hattâ, biraz tuhaf görünecek olsa bile söyleyelim, isteyenler de şeytana tapabilir. Şeytana tapmak da din özgürlüğüne girer. Bu alanda kısıtlama haklı görülemez; bu alandaki her kısıtlama din özgürlüğünün kalkması sonucunu verir. Bu konuda anlaşmak zor değil zannediyorum; asıl zor olan mesele ikinci parçada. Bu da dinini tek tek ve grup halinde yaşama, yansıtma, dini müesseseler kurma, dinini yayma, din eğitimi yapma ve ibadet meselelerinde ortaya çıkar. Acaba buralarda yüzde yüz özgürlük olmalı mı, olmamalı mıdır?
Bana mantıklı gelen yaklaşım şöyle söylüyor: Bir yerde din özgürlüğünün olması için üç şey gereklidir. İlki liberter ilke; buna özgürlükçülük ilkesi de diyebilirsiniz. İkincisi eşitlik ilkesi, üçüncüsü tarafsızlık ilkesi.
Liberter ilke, serbestliğin kural, yasağın istisna olması gerektiğini söyler. Çünkü birtakım dini pratikler dinleri de önceleyen ilkeleri ihlâl edebilir, yahut toplumsal hayatı imkânsız hâle getirebilir. Bundan dolayı, dinsel yaşayışa müdahale edilebilir. Başka bir deyişle, yüzde yüz müdahale gibi yüzde sıfır müdahale de söz konusu olamayabilir. Yani bazı durumlarda müdahale gerekebilir. Fakat yüzde sıfır müdahalenin tam karşısında yer alan yüzde yüz müdahaleye giderseniz, yani kamu otoritesi yüzde yüz dini hayata müdahale edebilir derseniz büyük bir ihtimalle dini özgürlük tamamen ortadan kalkar. Çünkü kamu otoriteleri dini hayata istedikleri gibi müdahale etme eğilimine girebilir. Demek ki din özgürlüğü dini hayatın ne yüzde sıfır müdahale noktasında olmasını, ne de yüzde yüz müdahale noktasında olmasını ister. Aralarda bir yerde olması gerekir.
Belki de bu sabit bir yer değildir; döneme ve şartlara göre değişecek bir yerdir. Kamu otoritesi dini hayata müdahale edebilir — fakat niçin ve nasıl müdahale edecek? Nereye kadar müdahale edecek? Kamu otoritesinin dini özgürlüğü tamamen ortadan kaldırmayacağının garantisi nedir? Kendimizi nasıl özgürlüğü asla elinden alınmayacak insanlar hâline getirebiliriz? Bu konuda yol gösterecek ilkelere ihtiyacımız var. Makul bulduğum yaklaşım şöyle: Eğer belirli bir dinî hayat yüzünden temel hak ve özgürlüklerin ortadan kalkması söz konusu ise, bunu yapan, yani temel hak ve özgürlükleri bir şeklide ortadan kaldıran dini pratiğe müdahale edilebilir. Bu, haksız bir müdahale olarak görülemez. Din özgürlüğünün ihlâli olarak görülemez. Bunu daha somut olarak anlamak için, komik görünen örneklerden makul görünen örneklere ilerleyebiliriz. Meselâ bir ülkede X dini var ve bu X dininin temel ibadet ritüellerinden biri, insanları diri diri Tanrı’ya kurban etmek. Bu tamamen hayali bir örnek gibi görülmesin; insanlık tarihinde var bunun örnekleri. Gelecekte de olabilir, hattâ bugün bile bazı yerlerde gizli gizli yaşanıyor olabilir. Bir kamu otoritesi bu pratiğe, yani senenin belli bir günü o dinin Tanrısını mutlu etmek üzere insan kurban edilmesine müdahale edebilir mi? Eğer ederse din özgürlüğü ortadan kalkar mı? Cevap: Evet, edebilir ve bu müdahale din özgürlüğünün ortadan kalkması anlamına gelmez. Çünkü söz konusu olan insan hayatıdır. İnsan hayatı dinlerden önce gelir, hiçbir insan hayatı hiçbir din için kurban edilemez. Bir de şöyle bir durum var; kurban edilecek kişi büyük bir ihtimalle genç, belki çocuk yaşta olacak ve seneye yaşamış olsa veya beş sene daha yaşamış olsa “gönüllü” olarak bile hayatını vermesi söz konusu olmayabilecekti. Kaldı ki, gönüllü bile olsa buna müsaade edilemez. O zaman kamu otoritesinin görevi bu tür icraatı takip etmek ve bunu gerçekleştirenleri cinayetten yargılamaktır. İnsan hayatını hiçe sayan bir pratiğe müsaade edilemez. Liberter ilkeye göre serbestlik esas, yasaklama istisnadır. Kamu otoritesi hep yasaklama eğilimi içinde olmamalı; hep serbest olsun eğilimi içinde olmalıdır. Yasak gündeme gelecekse de meseleye hep insan haklarının rehberliğinde bakılmalıdır. Doğru din – yanlış din, bu doğrudur şu yanlıştır diye bakmak bizi çıkmaza götürür.
İkinci ilke eşitlik ilkesidir. Hemen hiçbir toplumda tek bir din yok, genellikle birden çok din vardır; tek dinli görülen toplumlarda da mutlaka dinî çeşitlilik söz konusudur. Kamu otoritesi hiçbir şekilde çeşitlilik unsurlarından birini kendisine esas alıp ona pozitif diğer(ler)ine negatif ayrımcılık uygulayamaz. Türkiye örneğinden bakacak olursak, Türkiye’de kamu otoritesi Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında ayrım yapamaz. Yaparsa bu, din özgürlüğüne aykırıdır. Türkiye’deki insanlar arasında bir eşitlik olması gerekir. Belli bir dinin mensupları arasında da eşitlik olması gerekir. Kamu otoritesinin Alevilerle Sünniler arasında bir eşitsizlik yapmaması gerekir. Bu çerçevede Cemevleri din özgürlüğü açısından ele alınıp değerlendirilmelidir.
Sonuncu ilke tarafsızlıktır. Dinlerden ve dinlere inanmaktan bahsediyoruz, ama herkes dindar değil, herkes bir dine inanmıyor. Herhangi bir dini inancı olmayanlar da var. Ateistler, deistler, şüpheciler var. Müslümanlar da inanç ve kültür Müslümanları olarak ayrılabilir. Müslümanların büyük çoğunluğu kültür Müslümanıdır. Dini meselelerde bir şey okumuş veya herhangi bir şeyi sorgulamış değillerdir; atadan dededen kalan kültürle ilerlemişlerdir.
İslam kültüründe din özgürlüğü
Hoşgörü ile din özgürlüğü birbirine karıştırılmamalıdır. Osmanlı devletinde bugünkü anlamda din özgürlüğü yoktu; hoşgörü vardı. Hoşgörü din özgürlüğünün yerini alamaz. Hoşgörü bir lütuftur. Her an geri alınabilir. Din özgürlüğü ise asla ortadan kaldırılamayacak bir haktır. Lütuf ile hak aynı şey değildir. Dolayısıyla, “biz Müslümanlar hoşgörülüyüz, bizden yanlış çıkmaz, gayrimüslimler burada rahat rahat yaşar” demek çok da iyi bir şey söylemek demek değildir. Kamu otoritesi kimsenin dini inancını sorgulayamaz; herkes eşit vatandaştır.
İslamî kültür ve geleneğe baktığımızda, İslâm ülkelerinde durum özgürlük açısından çok parlak değil. Bunun tek sebebinin din olduğunu söylemek haksızlık olur. Çünkü İslâm toplumlarının tarihi içinde daha özgürlükçü dönemlerin olduğunu biliyoruz. Fakat İslam ülkelerinde benim dikkatimi çeken başlıca problemler şunlar: Birincisi alkol meselesi, alkol dinen yasaktır. Azı da çoğu da zararlıdır ve dinen alınmaması gerekir. Bu dini bir emirdir. Bu emre inanan insanlar uyar, inanmayanlar uymaz. Ama İslâm ülkelerinde, meselâ Türkiye’de, bir şekilde alkolü toplumsal hayattan dışlama ve alkol içenleri doğrudan veya dolaylı olarak önleme arzuları, zaman zaman çabaları var. Bir diğer problem faiz meselesidir. Özgür bir toplumda faiz olmalı mı olmamalı mı? Faize dini sebeplerle karşı bile olsanız, eğer özgürlüğü önceliyorsanız, özgür bir toplumda faizli işlem olabilmeli. Aksi takdirde kişilerin hakkını gasp etmiş olursunuz.
Diğer bir problem din değiştirme meselesi. Bir Müslüman din değiştirme hakkına sahip olmalı mı? Türkiye’de insanların büyük bir kısmı kültürel anlamda Müslüman; dini kitabî olarak benimseyenler sayıca az. Özgürlük din değiştirme özgürlüğünü de kapsar. Hıristiyanlık veya ateistlikten Müslümanlığa geçebilmek özgürlük açısından ne kadar normalse, Müslümanken başka bir dine geçmek veya dinsizliğe yönelmek de pekâlâ özgürlüğün kapsayabileceği bir şey. Bu anlamda, İslâm ülkelerinde problem var; tarihi olarak da vardı. Son zamanlarda bu görüşler zayıfladı; Türkiye’de bu problem Pakistan ve Afganistan ile karşılaştırıldığında kuvvetli değil. Bir diğer problem, kadınların statüsü ve kılık kıyafetleri. İslam ülkelerinde kadınlar erkeklere nispetle daha az özgürlüğe mi sahip, kılık kıyafetlerini belirlemede daha mı az özgürler? Neden İslam ülkelerinde kadınların kıyafetlerine daha çok müdahale varken erkeklerin kıyafetlerine bu kadar müdahale yok? Bunların da tartışılması gerekir. Kılık kıyafet özgürlüğü diye bir özgürlük yok; ancak özgürlüğün kılık kıyafete yansıması için alan açması gerekir. Bu alan içinde kadınlar da erkekler de nasıl giyineceklerini kendileri belirleme hakkına sahiptir. Bütün bunlar açısından bakıldığında İslam ülkelerinde özgürlük yeterince geniş midir? Bana sorarsanız yeterince geniş değildir, İslam dünyasının daha fazla özgürlüğe ihtiyacı var. Daha fazla özgürlük Müslüman dünyasını zayıflatır mı? Daha fazla özgürlüğün Müslüman dünyasını zayıflatmayacağını, tersine güçlendireceğini düşünüyorum. Müslümanların Müslümanlığını daha kıymetli hale getireceğini düşüyorum. İnanç anlamında Müslümanların sayısını artıracağını düşünüyorum.
Düşünün ki İslam on dört yüzyıldır yaşayan bir din ve bu din ne devletler ne de kamu otoriteleri sayesinde yaşamış bulunuyor. Dinleri yaşatacak olan o dine inanan kimselerdir. Dolayısıyla dinimizi korumak, yaşatmak ve yaymak gibi gerekçeler adına insan özgürlüğünü kısıtlamak, belki de tam tersi sonuçlar verebilir.
Sonuç
Özgürlük hem amaç hem araç olarak önemli bir değerdir. Özgürlük isteyenlerin, tüm beşerî vasıflarından bağımsız olarak, özgürlüğün tüm açılımlarını ve kendilerine istedikleri özgürlüğün aynısının başkalarının da hakkı olduğunu kabul etmeye hazır olmaları gerekir. Bu, bir anlamda özgürlüğün fiyatıdır. Açıktır ki İslam kültüründe bu bakımdan alınması gereken epeyce bir mesafe var.
(*) 27 Kasım 2017’de İstanbul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde yapılan konuşmanın düzeltilmiş