Ana SayfaYazarlarLiderlerin hegemonyasında

Liderlerin hegemonyasında

 

Kısa zaman aralığında sistem değiştirerek seçime gitmenin bir takım arızalara yol açması kaçınılmazdı. "Cumhurbaşkanlığı Sistemi"nin demokratik bir karakter kazanması için gerekli olan denge ve denetim mekanizmaları oluşmadı. 16 Nisan Referandumu sonrası için vaat edilen değişiklikler gündeme bile gelmedi. Henüz uyum yasaları çıkmadı.

 

Halk, yeniden kurgulanan ve netlik içermeyen bu sistemi kavrayabilmiş değil. Parti listeleri alelacele hazırlandı. Her şey liderlerin tercihleriyle sınırlı olarak şekillendi. Parti örgütleri birer pasif izleyici konumuna düştüler.

 

İktidar partisi içindeki eleştirel yaklaşımlar, kendilerini ifade etmeye fırsat bulamadılar. Muhalefet de bir değerlendirme yapma fırsatı bulamadı.

 

Partilerde, geçen dönemin bir eleştiri/özeleştirisi yapılamadan, yeni dönemin aktörleri/adayları, “tek seçici”ler tarafından belirlendi. Ciddi bir hazırlık olmadan, altyapıyla ilgili yasal zemin yerine oturmadan, sandığa gideceğiz ve tercihlerde bulunacağız.

 

Kimler iktidara gelirse gelsin, kim kazanırsa kazansın bir garipliğin yaşanacağını tahmin etmek zor değil.

 

Bir diğer tuhaflık da şu: Şimdiye kadarki Cumhurbaşkanları "tarafsız ve bağımsız" olarak seçildikleri için, partileriyle ilişkileri kesiliyordu. Bu nedenle partiler adaylara nakdi yardım yapamıyordu.

 

Şimdi partilerin adayları yarışıyor. Ancak yeni duruma uygun düzenleyici bir yasa çıkarılmadığı için YSK, “partilerin adaylara maddi yardım yapamayacağını” bir yönetmelikle tebliğ etti. Bu durum, iktidar ve muhalefet adayları arasında maddi imkanlar ve propaganda yolları açısından bir uçurum yaratıyor.

 

Ne yapabiliriz?

 

Başkanlık Sistemi ya da Parlamenter Sistem… Sorun burada değil. Sorun, çıktığımız demokrasi yolunda tökezlememizle ilgili. Değişim yolculuğunun giderek tutuculuğa dönüşmesiyle yüz yüzeyiz. Avrupa Birliği'ne insan hakları konusunda meydan okuduğumuz, "Kopenhag Kriterleri olmazsa Ankara Kriterleri'ni uygularız" dediğimiz günler geride kaldı. Ekonomide “alt sınıfları da kollayan büyüme” dönemi, bir hayale dönüştü.

 

Kim yönetime gelirse gelsin, "demokrasi ve refah" çizgisini, yeniden ihya etmek zorunda. “Katılımcı yönetim” biçimini, çoğulculuk hedefini, empati, hoşgörü ve anlayışı, temel almalıyız.

 

İç barışı, çok sesli bir toplum yapısını inşa etme düşüncesinden vazgeçmemeliyiz. Demokrasi, mantık ve meşruiyet olmadan, ekonominin de yerine oturamayacağını, karmaşadan çıkılamayacağını, şimdi çok daha net şekilde görebiliyoruz.

- Advertisment -