Marx’a göre komünizm “kollektif planlama” yoluyla işi/çalışmayı “sınırlanmış eylem” olmaktan çıkartıp “otonom eylem” hâline getirecekti. Bir bütün olarak işçiler tarafından “demokratik” biçimde regüle edilmesi hâlinde, kollektif planlama toplumun tüm üyelerinin arzularından toplumsal ve rızaya dayalı olarak doğacaktı. Kollektif plan hiç kimseyi dışlamayacak, toplumun tüm mensuplarının katılımıyla bilinçli olarak planlanıp idare edilecekti. Bunun sonucu olarak da herkesin uğruna çalıştığı, “başkalarını gözeten” bir “ortak iyi” duygusu vücut bulacaktı. Bu şartlar altında hiç kimse iş bölümü içinde başkalarının istediği şeyi yapmakla sınırlı ve onu yapmaya zorlanıyor olmayacaktı. Bunun anlamı, komünizmin insanları uzmanlaşmanın “tiranlığı”ndan kurtarmasıydı. Marx ve Engels, 1846-47’de kaleme aldıkları, ancak yayıncı bulamadıkları için “farelerin eleştirisi”ne terkettikleri ve ancak 1932’de basılabilen Alman İdeolojisi adlı ortak elyazmalarında bunu şöyle açıklıyordu:
“Hiç kimsenin tek bir faaliyet alanıyla sınırlı olmayıp herkesin dilediği her alanda beceri kazanabileceği komünist toplumda, genel üretimi toplum regüle eder ve böylece benim bugün bir şey ama yarın başka bir şey yapmamı, sabahleyin avlanmamı, öğleden sonra balık tutmamı, akşam sığır yetiştirmemi, yemekten sonra ise eleştiri faaliyetinde bulunmamı; münhasıran avcı, balıkçı, çoban veya eleştirmen olmaksızın, aklım neye niyet ederse onu yapmamı mümkün hâle getirir.”
Bu yeni komünist dünyada hiç kimse sevmediği veya yapmak istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda kalmayacaktı. İlâveten, komünist planlama sayesinde üretim öylesine artacaktı ki, çalışma günü içinde herkesin sadece yapmaktan zevk aldığı şeyleri yapmak için serbest zamanı olacaktı.
Komünizm sosyal bilinçliliği ve diğerlerini gözetir olmayı da takviye edecekti. Toplumsal olarak üretilen her şey yalnızca “istek” veya “ihtiyaç” temelinde dağıtılacaktı. Artık kıtlık, insanın arzularına kısıtlamalar bindirmeyecekti. Sonuç olarak “şeylere sahiplik” ve şeylerin elde edilmesi güdüsü azalacak; bencillik insan karakterinin bir özelliği olmaktan çıkacaktı.
Diğer insanlar artık kıt şeyleri sahiplenme açısından “rakip” olarak değil, fakat daha yüksek sosyal değer taşıyan amaçlara ulşmanın sosyal işbirlikçileri olarak görülecekti. Altruizm, insandaki egemen güdü olacaktı.
Buna ek olarak komünizm estetik takdirde bir patlamaya yol açacaktı. İnsan, hayatını kazanmak için değil, fakat yaratmanın verdiği zevk için yaratacaktı. İş “yabancılaşma”nın kaynağı olmaktan çıkacak; insanın “güzelliğe” yönelik özgür (otonom) arzularını yansıtan bir faaliyete dönüşecekti.
Komünizm insanı her şeyde ve her bakımdan özgürleştirecekti. Marx’a göre,
“Toplumun komünist biçimde organizasyonu ile bireyin belli bir kesin sanata bağımlılığı, onu münhasıran bir ressam, bir heykeltraş vb yapan bağımlılık [subordination] ortadan kalkar… Komünist bir toplumda artık ressamlar olmaz, fakat yalnızca diğer faaliyetlerin yanında resim yapmakla da meşgul olan insanlar olur.”
Kapitalizmin sona ermesi ve komünizmin gelmesiyle, yeryüzünde cennet kurulacaktı. Her şeyden herkese yetecek miktarda olacaktı. İnsan hayatta kalmak için çalışmaktan azade olacaktı; iş bölümü zincirinden kurtulacaktı; ona zevk veren şeylerin peşinde koşmakta özgür olacaktı. Komünizmle insan (Tanrı gibi) her istediğini yapacak kadar özgür ve güçlü olacaktı.
Marx bütün bu inanılmaz şeyleri öne sürerken, aslında insan tabiatına ve kıtlık gerçeğine itiraz ve isyan etmekteydi. Bu konularda tamamen gerçeklerden kopuktu. İnsan asla bireysel “ego” olmaktan kaçamaz, onun dışına taşamaz. Hepimiz bireyler olarak varız; biricik ve benzersiz insanlar olarak düşünür, hatırlar, tahayyül eder, tercih eder ve davranırız.
Bizim tecrübelerimiz, bizim tecrübelerimizdir. Düşüncelerimiz ve inançlarımız, bizim düşünce ve inançlarımızdır. Şeylere verdiğimiz değer, bizim verdiğimiz değerdir. Kendimizi başkalarının yerine koymaya, başkalarının düşünce ve duygularını anlamaya çalıştığımız zaman bile, kendi zihin hâlimiz içinden bunu yapmaya teşebbüs ederiz. Bilinçli, kavramsallaştıran varlıklar olarak bu ayrı tabiatımız ve karakterimiz, öz yönelimli bireyler olarak zihinsel farklılıklarımızı yaratan şeylerdir. Bu, yaratıcılığın ve imkân çeşitliliğinin kaynağıdır. Keza bu, ancak dünyayı farklı biçimlerde görmekten kaynaklanabilir. Bunu mümkün kılan da bireylerin kendi iyileri peşinde koşması, kendi tecrübelerini yaşamasıdır. Kendi iyileri peşinde koşan bireyler kendileri için en avantajlı olduğunu düşündükleri yollarda ilerlemeye çalışır; bunu barışçıl ve gönüllü piyasa ortamında gerçekleştirir.
Marx teorisini geliştirebilmek için bazı insanî gerçekleri reddetme yoluna gitti. Bunlardan biri kıtlık vakıasıdır. İnsanlar tüketmek için üretmek zorundadır. Bunun için de birilerinin (çoğunluğun, neredeyse herkesin) kendi emeğini araç olarak görmesi gerekir. İsteklerimiz bize kendiliğinden sunulmaz; emek kendi başına zevk veren bir araç olmaktan ziyade üretmek için kullanılmak zorundadır.
Marx insanların başka insanları kendi amaçlarının aracı olarak görmesinden de rahatsızdı. Bunu doğru olmadığını düşünüyordu. Ona göre, insanlar arasındaki ilişkiler insanların iyi vakit geçirmek için bir araya geldiği, iyi yaşamak için gerekli şeylerin kim tarafından ve nasıl sağlanacağının dert edilmediği bir kulüp gibiydi. Marx, insanın tabiata ve insan tarafından üretilmiş nesnelere ihtiyaçları açısından, imkânları açısından ve hayatın lükslerini üretmenin aracı olarak bakmasının normal olduğu fikrini de benimsemiyordu. Bir eve, işe veya sanat eserine “para değeri” biçilmesi, Marx’a göre onları insanileştirmekten uzaklaşmaydı.
Oysa insanlar bu şeylere hem istedikleri, hem onlar ve onları elde etme araçları kıt olduğu için değer verir. Bizim için neyin az veya çok önemli ve değerli olduğuna karar vermemiz icap eder, çünkü istediğimiz her şeyi aynı anda elde edemeyiz. Bunun karşısında, Marx’ın işbölümünden duyduğu nefret yer alır. Marx, bir işte uzmanlaşan ve uzmanlaşmış emeğini ürettiği şeyin bir fraksiyonu krşılığı satan; elde ettiği şeylere onlar için vazgeçtiği şeyden daha fazla değer veren insanı, bir bütünden az bir şey olarak görüyordu.