Biz Batılılaşmak, hattâ tıpkısının aynısı olmak için çırpınmış, yırtınmış bir ülke ve devletiz. O kadar ki, en çok örnek aldığımız Fransa’daki tarihî kavgaların tarafları bizde yokken, olsun ve aynısından olsun, aynı biçimde kavramsallaştıralım diye düşman icat etmeye kadar vardırmışız işi! Nihayetinde, amnezik bir toplum olduk ve büyük ölçüde başardık da. Bari, arada çıkan bazı iyi ve güzel şeyleri de örnek alsaydık.
Araştırmacı bir arkadaşım, geçen gece whatsapp’tan Ahmet Yesevî’nin Divan-ı Hikmet adlı eserinin bir kopyasının Fransa Millî Kütüphanesi’nde (Bibliothèque nationale de France) olduğunu söyledi ve bakmamı rica etti. Cep telefonundan kütüphaneye girdim ve tam üç dakika sonra, söz konusu eserin dijital kopyasına eriştim. Eserin sayfalarını çevirip tamamı okunabiliyor. Bu müthiş bir şey! 21’inci yüzyılda, İstanbul’dan üç dakikada, 12’inci yüzyılda Türkistan’da yazılmış bir eserin Fransa’daki orijinaline ulaşmak! Ardından, el yazması başka hangi eserlere ulaşabilirim diye muhtelif isimler yazdım tarihten. Evet, çoğunun orijinaline yahut tıpkıçekim görüntülerine ulaştım. Hattâ, nasıl olmuş da oraya gitmiş dediğim eserler dahi iyi ki gitmiş diye düşündüm; belki buralarda kalsa çöp, yahut yok, yahut bugün hâlâ erişemeyeceğimiz bir standartta meselâ bir depoda olacaktı. Kütüphane iPhone ile de bir anlaşma yapmış. Dijital ortama kopyalanmış bütün bu eserleri cep telefonunuza indirmenizi ve elinizde bir hazineyle dolaşmanızı sağlıyor.
BnF bugüne bir günde gelmemiş elbette. Ortaçağın sonunda, 15’inci yüzyıldaki ilk kitap koleksiyonu Kral V. Charles’a ait. XIV. Louis’nin meşhur bakanı Colbert zamanında iyiden iyiye zenginleşip gelişmiş. Çünkü Colbert hem çok sayıda meraklının özel kütüphanesini satın almış, hem de bağış kabul etmiş. 1719’da “Kralın Kütüphanecisi” diye anılan Papaz Bignon, Avrupa’da dönemin bilgelerinin eserlerini de toplamaya girişmiş. Fransız İhtilâli sırasında krallığa ait kütüphane millî kütüphaneye dönüşmüş. Fransa ve dışında pek çok kitaplığa el konmuş. İhtilâl sırasında ülkeden kaçan 150 bine yakın insanın, din adamlarının, asillerin, zenginlerin koleksiyonlarındaki kitaplar da kütüphaneye kazandırılmış. Bu arada, Victor Hugo’nun eserlerinin orijinal el yazısı nüshalarını kütüphaneye bağışlamasıyla, 19’uncu yüzyılda pek çok eserin el yazısı orijinallerinin toplanması konusunda da bir politika benimsenmiş.
1988’de Cumhurbaşkanı François Mitterrand, bu millî mirası (ki aslında bütün kütüphaneler aynı zamanda birer insanlık mirasıdır) çağın gerekleri ve imkânları uyarınca kurulacak yeni ve büyük bir kütüphaneye dönüştürmenin en önemli adımını attı. Proje çok büyük heyecan uyandırdı; nasıl uyandırmasın ki! Dünyanın en büyük ve en modern kütüphanesi (ya da kütüphanelerinden biri) olacak ve herkesin hizmetine sunulacak, uzaktan da bedava erişilebilecek ve Avrupa’daki diğer kütüphanelerle de ilişki halinde olacak bir kütüphane fikri! Uluslararası bir jüri eşliğinde mimar Dominique Perrault’nun projesi seçildi.
Bugün Fransa Millî Kütüphanesi 200,000 metrekare üzerine kurulu ve dünyanın en büyüklerinden biri. Kendi koleksiyonu 14 milyon kitabı, 250 bin el yazmasını, 12 milyon fotoğraf ve afişi, milyonlarca belgeyi, bir milyona yakın harita ve planı içeriyor. Yapılan anlaşmalar gereği, kütüphaneden hem Fransa ve hem de Avrupa’daki diğer kütüphanelere, ülke dışındaki eserlere de ulaşılabiliyor. Milyonlarca belge, görüntü ve elyazması eser elinizin altında. Michelangelo yazıyorsunuz; karşınıza 58 sayfalık bir döküm ve her kalemde onlarca görüntü, bilgi ve belge çıkıyor. Oturduğunuz yerden pek çok konuda araştırma yapabilir ya da tez konusu geliştirebilirsiniz. Dijital ortamda erişilen eserleri daha da çoğaltmak için uzman bir araştırmacı kadrosu çalışıyor. Ayda bir milyondan fazla sayfa dijital ortama aktarılıyor.
İnsan bütün bunları görünce, param olsa buraya da bağışlardım diye düşünüyor. Gerçekten! Çünkü maalesef bizde durum aynı değil. Oysa V. Charles’ın kitap koleksiyonuna giriştiği tarihte, Fatih Sultan Mehmet de büyük bir koleksiyon sahibi. Sultandan sultana devam ediyor bu gelenek. Abdülhamid’in kütüphanesi zamanın seyyahlarının kitaplarında geçiyor. Ama Fransa’yla bazı konularda farkımız ciddi! Fransa’da, ihtilâlde dahi adam kitapları yağmalayıp, basıp üstünden geçmiyor; el koyup kütüphaneye aktarıyor. Bizde ise DAEŞ zihniyetli adamlar var; medeniyet düşmanı, eser yakmayı, yok etmeyi seven bakanlar, yetkililer, rektörler, dekanlar! DAEŞ’çi diye anılmadıkları gibi, makbul insanlarmışçasına isimleri sağda solda caddelere, sokaklara veriliyor. İtibarlı itibarlı gezinebiliyorlar. Biri 1931’de çıkıp Osmanlı arşivlerini Bulgaristan’daki kâğıt fabrikasına satıyor; diğeri 90’lı yıllarda Sultan Abdülhamid Kütüphanesini kolilere koyup depoya kaldırıyor; bir diğeri bulduğunu çöpe atıyor. Daha kim bilir neler neler!
İhtimal, bu yakın geçmişten — üstelik de bu modern döneme ait zihniyetle, yani kıymet bilmezlikle — bize sirayet eden bazı küçük hamlelere rağmen, bugün hâlâ ne hedefimiz, ne niyetimiz, ne de hayalimiz var! Bu hal, ne yazık, bizim içimize sinmiş, her işimize bulaşmış görünüyor.