Hasan Bozkurt
Sosyal medya kanallarının bu kadar hayatımızda yer almadığı dönemlere göre medya hem daha karmaşık bir anlam kazandı. Hem de, değişen anlamının siyasete etkisinin daha da artmasıyla, siyasetçilerin ya da siyaseti etkilemek isteyen güçlerin mutlaka içindee mevcut olmak, mümkünse de hakimiyet sağlamak istediği bir alan oldu.
Askeri vesayetin siyasetin temel, belirleyici gücü olduğu dönemlerde, medyadaki kutuplaşma çıkar gruplarının birbirlerini tasfiye arzuları üzerinden şekillenir; bu gruplar ana siyasetler noktasında aslında çok da farklı düşünmezlerdi. AK Parti iktidarının askeri vesayetle hesaplaşma dönemine denk gelen bir sırada kurulan Taraf gazetesi, etki ve operasyonel yetkinlik anlamında ciddi bir akımın öncüsü oldu. Daha önce farklı siyasal çevrelerce etkisi sınırlı da olsa yapılan “operasyonel gazetecilik” ilk defa bu denli etkin yapılır hale geldi. Daha önce sözgelimi Aydınlık gazetesi de [1970’lerin sonlarında] sansasyonel belgeler yayınlayarak haberler yaptı, ama ne devlet içerisinde ne de muhalefette bu operasyonları gerçekleştirecek güçlü bürokrasi, karar alıcılar veya onlara arka çıkacak bir halk desteği bulamadığından ciddi etki yaratamadı. Sadece devlet içindeki çeşitli güç merkezlerinin bazen birbirlerine diş göstermek için haber sızdırdıkları alanlar oldu.
Taraf gazetesinin ilk döneminde geniş demokrat çevrelerce de beğenilen askeri vesayet karşıtı operasyonel haberlerle birlikte, o döneme kadar hep “ortayolcu” olmayı becererek gücüne güç katan cemaat medyası da bu işin keyfine vararak yavaş yavaş kendini operasyonel medyanın ana akımı haline getirdi. Zaten Taraf gazetesinde yaşanan kopuşlarla, inanarak yaptıkları haberlerle tam olarak neye hizmet ettiklerinin çok da farkında olmadıklarını kendileri de itiraf eden yazarların ayrılmasıyla, operasyonun ikinci kısmında gazetenin yönetimine “askeri vesayeti yıktık, sıra AKP’de” diyen bir ekip geldi. Daha sonra aslında bu operasyonun neden yapıldığı ortaya çıktı: Gezi ve 17-25 Aralık süreçleri ve Cemaat – AK Parti kavgasıyla, medya, sosyal medya ve bazı internet siteleri üzerinden çok yönlü bir savaş gelişti. Bu savaşta bazen (Karşı gazetesi gibi, hangi taraftan dinlerseniz dinleyin çok da normal bir kuruluş süreci olmadığı açık bir gazete de dahil) yeni gazeteler kurduruldu; bazen de Cumhuriyet gibi eskiden daha farklı anlamları içeren bir gazete, sahiplik ilişkilerinin de karmaşıklığıyla operasyonun ana karargahlarından biri haline getirilerek yeniden yaratıldı. Cemaatin diğer kanal ve gazeteleriyle birlikte, onlarca internet sitesi de düşünüldüğünde, en büyük ortak noktası Erdoğan karşıtlığı olan, çok geniş ve heterojen görünümlü ciddi bir medya cephesi oluştu. Eski merkez medya da bazen utangaçça, bazen açıktan bu cephenin önemli bir mevzii oldu.
Son yapılan İpek Grubu baskını, bu cephenin “özgür medya” çığlıkları için bir fırsat olarak görüldü. Her durumda ana amacı Erdoğan'ı Türkiye de ve dünyada zor durumda bırakmak ve bu sayede ondan kurtulmak olan cephe, bu fırsatı da kaçırmadı. Nedim Şener, Ahmet Şık, Odatv gibi konularda adalete sonsuz güvenmemizi bekleyen cemaat medyası, kendi hakimlerinin istedikleri yerlerde olmamasından ötürü bu sefer adalete güvenmememizi tavsiye etti. Onlarca “aydın” günlerce medyanın susturulmasıyla ilgili olarak cemaat kanallarında boy gösterdi. AK Parti’nin ilk döneminde tereddütsüz AK Parti taraftarı olanları da dahil, İpek Grubu baskınının sıradan bir medya susturma operasyonu gibi gösterilmesinden rahatsız olmaksızın, içinde bol bol özgürlük ve demokrasi geçen cümleler kurdular. Sanki sol grupların işkenceci polis diye niteledikleri Hanefi Avcı’yı “sol örgüt üyesi” olarak hapse attıracak; Genelkurmay Başkanı’nı ise görevini kötüye kullanmak veya darbe örgütlemek gibi daha akla yakın suçlamalarla değil de “terör örgütü liderliği”yle hapse attıracak denli güç gösterisi yapabilen bir hareketin medyası değil, herkesin hakkını hukukunu koruyan özgür bir medya “susturulmak” isteniyordu. Tabii bütün bu şovların nedeni, daha çok yukarıda anlatılan “birilerine yakın hakimler sayesinde istediklerini istedikleri suçtan hapse attırabilecek devlet içi bir yapılanma” gibi tanımlamaları anlamaktan uzak Batı dünyasını etkilemekti. Burada kısmen başarılı oldukları da, haberin yurtdışında veriliş şekillerine bakıldığında anlaşılabilir.
Medyanın bir kesimi için tablo bahsedildiği gibi pek iç açıcı değilken, diğer tarafta durum çok mu farklı? Yani bir kesim herkesçe bilinen gerçekleri bile yok sayarak manipülatif haberler yapmayı ana hedef haline getirmişken diğer taraf çok mu hakkaniyetli haberler yapıyor? Maalesef bu soruya da çok olumlu yanıt vermek mümkün görünmüyor. Çünkü o diğer tarafta da işler büyük oranda benzer şekilde yürüyor. Sonuç almaya dönük operasyonel haber, manşet ve yorumlar, bu tarafta da gazeteleri sadece okuyucunun “bakalım bugün karşı taraf hakkında hangi haberler yapılmış” veya “bizim falanca gazetemiz/yazarımız şu vatan haini işbirlikçilere hangi güzel kelimelerle hadlerini bildirmiş” beklentilerine karşılık verecek şekilde dizayn ediliyor. İstisnalar, medyanın bu [AKP] tarafında gelinen kökler itibariyle ve hakkaniyete inanan insanların varlığıyla daha fazla gibi görünüyor, ama o sesler ana hava içerisinde maalesef cılız kalıyor.
Erdoğan karşıtı medyanın, Erdoğan’dan kurtulacaklarını düşündükleri güne kadar bu medya yönetim tarzını değiştirebileceklerine dair bir işaret yok. Diğer taraf için ise, sadece Türkiye’de değil, geniş bir etki alanına sahip olduğu coğrafyada etkin olabilecek çeşitli referans medyası birimleri oluşturulması mümkün.
Türkiye, yaşanan onca şeye rağmen birçok ülkede ezilen insanlar açısından hâlâ öncü bir ülke. Böyle bir ülkede yaratılacak ve gazeteciliği uluslararası ölçeklere göre yapabilecek yazılı ve görsel basınıyla ciddi, bağımsız, temel kriteri hakkaniyet olan bir medya, orta ve uzun vâdede Türkiye üzerinden yürütülecek uluslararası operasyonlara da şimdi yapıldığından onlarca kat daha güçlü, etkili cevaplar verilmesini sağlayabilir. Aksi takdirde, birbirinden farklı bir şey söylemeyen, sadece hakaretlerde kullanılan kelimeleri farklı köşe yazıları ve tartışma programlarına, diğer tarafta olduğu gibi bu tarafta da mahkûm kalırız.