Ana SayfaYazarlarMemleketin demokrasi serüveni (2)

Memleketin demokrasi serüveni (2)

 

Gezi olaylarının 10. günüydü. Hani ülkesine çekilen operasyonun parçası olma karşılığında demokrasi kahramanı ilen edilen Can Dündar’ın AKM’nin üzerinde Mustafa Kemal’i atının üsünde kalabalığa bakarken gördüğü coşkulu zamanlardan geçiyorduk! Taksim Meydanı’nda bulunan Garanti Bankası’nın önünde bir kalabalık vardı ve hararetli bir tartışma yaşanıyordu. Yaklaştım ben de. Garanti Bankası görevlileri bankanın camına yazılan çoğu küfür ve hakaret içeren yazıları bir temizlik görevlisine sildiriyordu. Görevli sabahtan başladığı işini bitirmek üzereyken meydanda iktidarı ele geçiren gruptan birkaç kişi boyalı suyu camlara fırlattı. Bankanın temizlenen camları baştan aşağı boya olmuştu…

 

Olay da o zaman başladı işte… Camları temizlemek için canını dişine takan işçi kalabalığa meydan okudu. “Sabahtan beri bunu temizlemek için canımı dişime taktım, sizin yaptığınız insanlık değil” diye bağırıyordu işçi. Tutabilene aşk olsun.  Meydanda iktidarı ele geçirenler şaşkın… Ne de olsa o işçi için meydan devrimi yapmışlardı. Bankanın içinden müdür olduğunu düşündüğüm biri geldi o sırada. Önce işçiyi sakinleştirip bankaya gönderdi. Sonra devrim yapan kişilere dönerek “Bakın arkadaşlar, yazacağınızı yazdınız. Bir haftadır banka kapalı zaten. Şimdi camları temizleyip işimize bakalım” dedi.  Meydandaki devrimin lideri ileri atılarak şöyle dedi: “Biz burayı alabilmek için ağır bedel ödedik. Sizin istediğiniz değil, biz ne istersek onu yapacaksınız!”

 

Gezi Parkı’nda demokrasicilik oyunu oynanırken iktidarı ele geçirdiğini düşünenler böyle söylüyordu işte… Devleti kanı canı olmayan bir organizma sayarız genelde. Bir üst akıl. Aslında sen ben o bir de uzaktan kontrol etmeye çalışanlardan oluşan canlı kanlı bir organizma. Küçük iktidarlarımızın vücuda gelerek dev bir yapıya dönüşmüş hali. Demokrasi ise o iktidarı ne kadar elimizde tuttuğumuzla alakalı. Bireysel ilişkilerimizde de bunu yaşarız. Gücü elinde tutan o ilişkideki demokrasinin nasıl olacağına karar verir bir şekilde.  

 

İnsanın iktidara olan düşkünlüğü onu klanların oluşturduğu küçük iktidarlara götürür. Hele Türkiye gibi demokrasinin tepeden inme ve öğreti şeklinde hayatın içine sokulduğu bir ülkede yaşıyorsanız başkalarından daha eşit olmak için o küçük iktidarlara ihtiyaç duyarsınız.  Bir çeşit “Küçük olsun benim olsun” anlayışıdır bu ve demokrasi oyununda her zaman işe yarar. Yeter ki başkalarından daha bir eşit yani üstte duralım. Bu oyunda her fırsatta kavram olarak “eşitlik” sözü sık sık tekrarlansa da aslında koca bir aldatmacadır kendimizi de kandırdığımız.

 

Her ne yaparsa yapsın gücünü halktan alan ve kendini ona onaylatmak zorunda olduğunu bilen AK Parti, muhaliflerince diktatörlüğe yönelmekle suçlanıyor son zamanlarda… Aslında bu suçlamaları anlamak mümkün, en azından ben anlıyorum. Kurdukları küçük klanlarla ait oldukları zümrelerin birleşenin kısaca oligarşinin Türkiye üzerindeki tahakkümü sayesinde her daim iktidardaydılar. İşler zora girdiğinde ise asker postalı devreye giriyor, “bir sağdan, bir soldan” adam asmaca oynayarak o iktidarın sürekli olmasını sağlıyordu. Sonra da bir güzel demokrasiye geçtiğimizi sanarak sevindirik oluyorduk.

 

Son zamanlarda “Baharla birlikte" çok şey olacak lafı dolaşıma sokuldu. 17-25 Aralık darbesinden başarısızlıkla çıkan “Paralel Yapı”nın dolaşıma soktuğu bu özgürlük ve demokrasi sözcüklerine Kandil dağdan ses verdi… Herkes bir yerden ses verip uyanışa doğru gidiyor. İşin komiği bunu da “Demokrasi ve Özgürlük” adına yaptıklarını söylüyorlar. Buna her seçimi kaybettiğinde iyice bunalıma giren ve giderek nihilizme doğru yol alan muhalefetin tavrı da eklenince iyice bahar kuşatması altına girdi memleket…

 

“Demokrasi ve özgürlük” sözcüklerini ağızından düşürmeyen ve bu ülkenin insanlarına vicdan satan bazı muktedir kalemlerin yitirdikleri iktidarı yeniden elde etmek için asker postalına sarıldığı, bunu dolaşıma sokmaya çabaladığı günlerden geçiyoruz. Gerçi, askerin oligarşiyi her daim iktidarda tutmak için “Demokrasi bekçiliği” yapmak yerine kendi işini yapması bu eski muktedirlerin kalbini fazla kırmışa benziyor. Geriye kala kala Amerika ve onun ekseninde diğer muktedir ülkeler kalıyor. Sürekli Türkiye’nin “diktatörlüğe” doğru gittiği yaygaralarını koparmaları da bundan. Bu yaygara Türkiye’de yaşayan bu toprakları paylaşan insanlara yönelik değil kesinlikle… Tamamen dışarıya yönelik ve gerekirse bir NATO müdahalesine bile razılar. Bunu da öyle gizli kapaklı yapmıyorlar, açık açık dile getiriyorlar… Bu kadar pervasız olmalarının altında ne yatıyor tam olarak bilemesek de belli ki “büyük abilerinden” icazet almışlar.

 

Bahar aylarını çok severim. Toprağın bana, yaşadığım yere saygı göstermemi yanlışa düşmüşsem doğruya dönmemi sağladığını bilirim. Küçük bir insan olarak doğanın muhteşemliğini sunarken gözlerimin önüne aynı zamanda zavallı biri olduğumu da gösterir. Müteşekkirim kendisine.

 

Hayatın, doğanın, toprağın, suyun uyanışı olarak gördüğüm bahar iktidarını kaybedenlerde başka bir umut yarattı belli. O da normal ve demokratik yollardan hiçbir zaman geri alamayacakları iktidarlarını ülkelerinin işgal edilmesi pahasına geri almak. Bunun için de kendilerine söyledikleri ve ilk önce kendilerinin inandıkları “Demokrasi ve özgürlük” mücadelesi yemeği önlerindeki tabakta sunuma hazır bir şekilde duruyor. Ölmeden kısa bir süre önce mahkûm olup yargılandığını gördüğüm Kenan Evren’in adının verildiği kışlanın önünde şu yazar: “Cumhuriyeti koruma ve kollama harekâtı icra etmiştir.” Bu kaybedenler de 'diktatöre karşı' demokrasi ve özgürlükleri koruyup kollayacaklar kendi iktidarlarını yeniden elde etme adına…  

 

Not: Bir türlü AK Parti ve demokrasi ilişkisine gelemediğim sitemini duyar gibiyim. Ben de yavaş yavaş toprak gibi yeni uyanışa geçtim. Onunla ilgili söyleyecek sözlerimiz var elbet… Şimdi uyanışı izleme vakti… 🙂

- Advertisment -