Her çatışma sürecinde iktidar çevrelerinde bir tez öne sürülür. Denilir ki “PKK’yi ve Kürtleri birbirinden ayıralım, PKK ile savaşıp Kürtlere şefkatle yaklaşalım ve Kürt meselesini PKK’yi işin içine katmadan çözelim.” Ayartıcı bir tez bu; devlet bakımından cezbedici bir yönü ihtiva eder. Dolayısıyla her vakit bu tezin çok sayıda talibi ve savunucusu olur. Lakin tezin küçük (!) bir zaafı var; gerçekçi değil. Zira PKK artık tabanı olmayan bir gerilla örgütü değil, bir kitle hareketi.
PKK’yi kitleselleştiren başlıca iki nedenden bahsedilebilir. İlki, PKK’nin kuruluşunu takiben devletten önce diğer Kürt örgütlerine yönelmesiydi. 1980 öncesinde son derece hareketli ve güçlü bir Kürt siyaseti vardı. Birbirinden farklı çok sayıda örgüt ve parti birçok mecrada mücadele ediyordu. PKK ilk günden itibaren, diğer örgütleri sahadan silip mücadeleyi kendi tekeline almaya odaklandı.
İlkine nazaran daha fazla önem taşıyan ikinci neden ise, devletin izlediği siyasetti. 12 Eylül, toplumdaki tüm muhalif unsurlar gibi, Kürt siyasetinin üzerinden de silindir gibi geçti. PKK, darbe öncesinde Türkiye sınırlarının dışına çıkmış ve Suriye’ye yerleşmişti. Varlığını korumuştu ama güçlü bir tabana dayandığı söylenemezdi. Fakat darbe yönetiminin, Diyarbekir 5 Nolu Cezaevi’nde somutlaşan vahşeti ve 1990’larda tatbik edilen devlet terörü PKK’yi “kendinde bir gerilla örgütü”olmaktan çıkartı ve kitle desteğine sahip bir yapıya dönüştürdü.
Bataklığı kurutmak…