7 Haziran’da Kürtler AKP’den desteklerini önemli oranda çekince, AKP’nin on üç yıllık iktidarı da son buldu. Bunun birçok sebebi var kuşkusuz. En önemlilerinden biri, AKP’nin seçimlerde HDP’yi hedef almasıydı. Bölgede iki partinin çekişmesi olduğundan bu doğal karşılanabilirdi. Nitekim HDP de sadece AKP’ye yönelmişti. Ancak dozun iyi ayarlanamaması ve dilin yanlış kurgulanması AKP açısından tamiri zor bir sonuç üretti. Şöyle ki:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP’nin seçimden anayasal rejimi değiştirecek bir çoğunlukla çıkmasını istiyordu. Davutoğlu buna çok gönüllü değildi. Ama Erdoğan ağırlığını oydu ve AKP’yi buna icbar etti. Arzu edilen bir çoğunluğun kazanılması ise, ancak HDP’nin baraj altında kalmasıyla mümkün olabilirdi. Bu nedenle AKP tüm kampanya boyunca HDP’ye yüklendi. Mesaisinin büyük bir kısmını Demirtaş’a harcadı. Onu itibarsızlaştırmaya çalıştı. HDP adaylardan bazılarını cinsel tercihleri ve dini kimlikleri üzerinden vurarak onları Kürtlerin gözünden düşürmeyi hesap etti, vs.
AKP’nin yoğun HDP karşıtı siyaseti HDP’ye birçok avantaj sağladı. Bir kere, HDP gündemi belirleyen ana aktör oldu. AKP mitinglerde HDP’yi diline doladı, HDP de buna her seferinde ağır cevaplar verdi, böylelikle seçim HDP ekseninde dönmeye başladı. AKP’nin önde gelenleri ve AKP’yi destekleyen medya Demirtaş’a saldırdıkça Demirtaş’ın yıldızı daha da parladı. HDP karşıtlığının ivmesini artırdıkça AKP’den rahatsız olanlar HDP’ye sempati duymaya başladı. HDP’nin kamusal görünürlüğü üst seviyelere çıktı. Herkes HDP’nin söylemlerine duyarlı hale geldi. HDP’nin ne söyleyip ne ettiği çok geniş kesimlerin ilgilendiği bir mesele haline geldi. Böylece AKP -bir nevi- kendi eliyle HDP’nin toplumsal genişletti.
“Zerdüştler”
İkincisi, AKP’nin HDP ve PKK’yi vurmak adına sarf ettiği sözler genel olarak Kürtleri rencide etti. Mesela, PKK’ye “Zerdüşt” denildi. HDP’nin adaylarından eski Diyarbakır müftüsü Nimetullah Erdoğmuş’a “sahte müftü” sıfatı verildi. “Kürt meselesi yoktur, masa yoktur, mutabakat yoktur” gibi gerçekliği apaçık ters yüz eden bir dile sığınıldı.
Muhtemelen bu ifadeler, çoğunlukla dindar ve muhafazakar bir yapıda olan Kürtlerde AKP adına olumlu bir yankı yaratacağı düşünüler kullanıldı. Lakin ters tepti. Kürtler, bunları duyduklarında AKP’ye daha fazla sempati besleyen bir kitleye dönüşmediler. Aksine AKP’ye karşı daha fazla öfke duymaya başladılar. Beş vakit namazında niyazında olan anne-babalar, dağdaki çocuklarının dinine laf edilmesini kendilerine yapılmış bir hakaret olarak kabul ettiler. Gündelik hayatında zaten dininin gereğini yerine getiren Kürtler, seçim meydanlarında elde Kur’an kendilerine din satılmasına ve din öğretilmesine tepki gösterdiler. Kürt meselesinin çözümü için AKP’nin safında duran Kürtler de, “Kürt meselesi yoktur” gibi “eski Türkiye”yi yansıtan ifadelere maruz kalınca AKP ile aralarına mesafe koydular.
“İlkesiz bir oportünizm”
AKP’nin Kürtler nezdindeki kredisini dramatik bir şekilde düşüren amillerden biri de, “HDP, kesinlikle baraj altında kalmalı” fikriydi. AKP de dahil olmak üzere hemen herkes seçim barajının anti-demokratik ve haksız olduğunda mutabıktı. Eğer HDP baraj altında kalsa Kürtlerin büyük bir kısmı temsilden yoksun kalacaktı. Bu denli açık ve büyük bir haksızlık üzerinden AKP’nin siyasal bir menfaat elde etmek istemesi, Halil Berktay’ın ifadesiyle “ilkesiz bir oportünizm” idi. AKP’nin savunulacak hiçbir tarafı olmayan ve “artık AKP’li Kürtlere de fazla gelen” bu fırsatçılığa sarılması affedilmez bir hataydı. Nitekim Kürtler de affetmedi ve AKP’ye sandıkta ağır bir ceza kesti.
Seçimlerin arifesinde bir arkadaşım ile oturuyorduk. Başta Yalçın Akdoğan olmak üzere AKP’liler medyaya HDP’nin barajı aşmamasının memleket için ne kadar hayırlı olacağına dair beyanlar veriyorlardı. Bu mevzuu üzerinde laflarken arkadaşım “Bu iş artık namus meselesi oldu” dedi. “Yalnızca bunların inadına olsa da HDP barajı geçmeli.” Bunu söyleyen HDP’li değildi. PKK’den de hiç haz etmiyordu. Çekirdekten AKP’li olmasa da AKP’nin geniş çevresi içinde yer alıyordu. Ama AKP’nin apaçık bir haksızlığı kanırtarak savunması, onu AKP’den uzaklaştırmış HDP’ye yakınlaştırmıştı. Öyle ki artık “bunlar” derken kastettiği HDP’liler değil AKP’lilerdi.
Kürtlerdeki ruh halini çok iyi açığa çıkaran bir cümlelerdi. AKP’nin Kürt hissiyatını yaralayıcı sözleri, HDP ve PKK’nin yaptığı hataları ikincil ve ertelenebilir kılıyordu. İnciten ve güven telkin etmeyen söylem, hem AKP’ye yanında yöresinde duran Kürtleri kaybettirdi, hem de öteden beri HDP’li olanların daha bir kenetlenmesini sağladı. Zaten seçim ertesinde ortaya çıkan manzarada hem bu kayışı, hem de bu kemikleşmeyi görmek mümkündü.
Ders almak ve ders vermek
Aklın gereği, 1 Kasım’a gidilirken AKP’nin tüm bu olup bitenlerden kendi payına düşeni çıkarmasıdır. Bir önceki seçimde yaptığı yanlışlara tekrar düşmemesidir. Mesela HDP’ye direkt yönelmemesidir. Yoğunluğunu ve dikkatini, HDP’nin ve Demirtaş’ın söylediklerine değil, kendisinin Kürtlere ne ile gideceğine vermesidir. Kampanyasında, HDP’ye odaklanmaktansa, kendi planlarını, projelerini ve tasavvurunu anlatmasıdır. 7 Haziran neticelerinin sağlıklı bir okuması bunu gerekli kılar.
“Peki, bu yönde emareler var mı?” diye sorarsanız, cevabım “Hayır” olur. Gerek “Yenikapı Mitingi”nde ve gerek Cumhurbaşkanı’nın “Muhtarlar Buluşması”nda uç veren kampanya, AKP’nin 7 Haziran’daki hatalarını tekrarlayacağına işaret ediyor. İlk izlenimler bu yönde. Yine HDP’yi baraj altında bırakmaktan bahsediliyor. Yine HDP’yi ve seçmenlerini suçlama yoluna gidiliyor. Ve “millilik/yerlilik” ambalajına sarılmış bir dışlayacılık ile yine Kürtler gücendiriliyor.
Girilen bu yoldan tez zamanda dönülmez ise, AKP’nin Kürtler ile olan münasebetinde bir kez daha hüsrana uğraması sürpriz olmaz. Siyasette başarı için hem dersinize iyi çalışmanız ve hem de verilen dersi almanız gerekir. Yoksa halk size ders vermeye devam eder.