Ana SayfaYazarlarİncirlik’ten kalkan bir A-10’un anlattıkları

İncirlik’ten kalkan bir A-10’un anlattıkları

 

Dış politika söylemleri ile iç politikadakiler arasında her zaman belirgin bir fark var.

Bir hükümet içeride, toplumda ne kadar “gizli gündemi var” zannı oluşturursa o kadar destek yitirir.

Bu bir yere kadar dış politika için de geçerli, ama bir yere kadar.
 

Uluslararası ilişkilerde bir tür vektörler mekaniği geçerli.
 

Bir olgu farklı taraflarca farklı yönlere çekilirken, her bir aktör diğer aktörlerin müdahale ve amaçlarını hesaba katarak o olguyu doğrudan sürüklemek istediği yerin dışında bir yere de çekebilir (veya itebilir). Bu sayede, diğer vektörlerin etkisini dengeleyerek olguyu istediği pozisyona doğru yönlendirebilecektir.
 

Suriye PYD’si ve Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişki, bu konuya en iyi örneklerden biriymiş gibi görünüyor.

PKK ile sürdürülen “Barış Süreci” boyunca PYD lideri Salih Müslim defalarca Türkiye’ye geldi. Süleyman Şah türbesi, bir TSK zırhlı birliği tarafından YPG kontrolündeki bölgeden sorunsuzca geçirilerek, yine YPG’nin kontrolündeki ama Türkiye sınırına daha yakın bir bölgeye nakledildi. Süreç boyunca iki taraf arasındaki ilişkiler dalgalı bir seyirde ve yarı resmi tarzda devam etti.

Ta ki 2015 Temmuz’unda başlayan savaşa kadar.

İlişkilerin daha alt bir düzeyde ve kamuoyuna açık olmayan bir tarzda sürüp sürmediğini bilmek zor da olsa, ilk ağızda görünen, tamamen kesildiği.

Buna karşılık, hükümetin resmi söylemi haline gelmiş “PYD’nin PKK’nın Suriye’deki direkt uzantısı, aslında ta kendisi olduğu” yolundaki tesbiti, genel kabulü ve/ya dayatmasında, bir takım belirsiz alanlar da var.

Savaş sürerken Türkiye tarafında PKK/TAK tarafından gerçekleştirilen bir takım intihar saldırılarında Türkiye Cumhuriyeti, saldırının izini sürdüğü ve ipin ucunun Suriye sınırı ötesindeki PYD’yi işaret ettiğini açıkladığında, bu iddialar PYD tarafından kesin bir dille reddedildi ve hattâ saldırılar kınandı.

Geçtiğimiz günlerde ise Fransız F24 televizyonu tarafından yayınlanan bir haber veya belgesel film dikkatleri çekti.

Film, Şubat 2016’da YPG’nin Haseke’nin güneyinde IŞİD’a karşı düzenlediği Şeddadi Operasyonu’ndan görüntüler içeriyor; YPG ile beraber hareket eden “Fransız, İngiliz ve ABD’li” savaşçıları da donanımlarıyla birlikte gösteriyordu.

ABD ordu envanterinden başka yerde bulunamayacak Javelin füzesi kullanan savaşçılar, filmde, lazer işaretleyiciler sayesinde bir IŞİD mevziine yapılan bombardımana yer desteği sağlıyordu.

Saldırıyı gerçekleştiren uçak ise, yer hedefleri için dizayn edilmiş, ağır hızlarda uçuş yapabilen ve dayanıklı zırhıyla bilinen bir A-10 Thunderbolt idi.

Bu uçaklar bölgede, sadece ABD emrinde ve İncirlik askeri üssünde konuşlu bulunuyor.

İncirlik üssünden kalktığına şüphe bulunmayan bu uçağın, ABD’nin IŞİD’e karşı gerçekleştirilen bir YPG operasyonuna destek verdiğine ve Türkiye’nin de bundan haberi, hattâ giderek onayı olduğuna işaret etmesi, özellikle de AK Parti destekçisi Türkiye medyasında ciddi itirazlarla yankı buldu.

İtirazlar genellikle ABD’nin PYD (YPG)’ye desteği üzerinden dillendirildi ama İncirlik’ten kalkan bir A-10 saldırısının Türkiye’den habersiz ve desteksiz gerçekleştirilemeyeceği hiç dile getirilmedi.

 
Sonuçta, ABD-Türkiye-PYD arasında bir it-çek oyunu sürmekte ve yukarıda bahsedilen belirsiz alanlar da bu oyunun içinde yayılıyor.
 

Türkiye, PYD’nin PKK’dan farklı olmayan bir terör örgütü olduğu iddiasıyla PKK/PYD üzerinde baskı oluşturma ve ABD yardımı almasına engel olma stratejisi izlerken, PYD, (PKK ile olan bağlantısını reddetmese de) eylemlerine direkt onay ve yardım vermediği algısını beslemenin yanısıra, IŞİD ile gerçek bir savaş yürütme imkânı olan yegâne örgüt olma kartını öne sürüyor.

ABD ise bir taraftan ileride Suriye’de oluşturulması kaçınılmaz olan güvenli bölge konusunda TSK’yı daha fazla Suriye’ye çekme ve kendi görev ağırlığı ile riskini daha çok Türkiye üzerine kaydırma taktiğine baş vururken, bir yandan da PYD’ye desteğini sürdürüyor.

Sonuçta, ABD’nin acele etmesini gerektirecek bir durum yok ve her iki tarafı idare ederek Suriye’ye müdahale etme ama fazla da bir risk almama stratejisi, onun için (özellikle bölgede Rusya da etkinken) en garantilisi.

Türkiye ise PKK ile kendi sınırları içinde sürdürdüğü savaşın sonuna yaklaşırken, Suriye konusunda baştan beri sürdürdüğü ve her geçen gün doğruluğu kanıtlanan tezlerinde ısrarcı:

(a) ABD’nin Rusya’yı ikna ettiği/kabule zorladığı bir “uçuşa yasak hava sahası” altında kurulacak “güvenli bölge”; (b) muhtemelen Erdoğan tarafından açıklandığı gibi inşa edilecek bir kent; ve (c) PYD tekeli yerine tüm grupların ortak kontrolündeki (ki doğal olarak bu, aslında ABD’nin ve Türkiye’nin, ama daha çok Türkiye’nin kontrolündeki demek) bir saha.

Ve elbette bu saha, yani “güvenli bölge,” aynı zamanda, PYD kontrolündeki iki kantonun arasına girecek ve birleşmelerini engelleyecek.

Güvenli bölge konusunda ABD sürekli ayak koyuyor ve işi yokuşa sürüyor gibi görünse de, kesin olan gerçek, Türkiye’nin iki PYD kantonunun birleşmesine asla izin vermeyeceği ve bunu engellemeye gücünün de olduğu.

Daha ötesinde, PKK ile sürdülen kent savaşları bittiğinde, Türkiye’nin kendi güvenli bölgesini (belki istediği boyut ve özellikte olmasa da) oluşturabilecek olması.

Türkiye hiçbir hava desteği olmadan ve havadan gelecek saldırılara da etkili karşılık verebilecek bir askeri gücü, Suriye’nin en az 40 km içine sokup operasyon yapabilme yeteneğine, tek başına sahip.

Ancak Türkiye, bu seçeneği elbetteki en sona bırakacak ve kent savaşları sonrası ABD ile ortak bir harekât planlamayı tercih edecektir.

PKK’nın oyaladığı Türk operasyonel güçlerinin eli boşalır boşalmaz ve bölgedeki genel güvenlik önlemleri alınıp bitirildiğinde, TSK’nın enerjisi Suriye’ye dönecek ve ABD’ye istediği asgari güç temin edilebilir olacak.

Muhtemelen de düğüm o zaman çözülecek.

Eğer ABD de Türkiye’nin kendisinden talep ettiğini sunarsa (ki o zaman başka bir çaresi kalmayacak), yıllardır dillendirilen “güvenli bölge” teoriden pratiğe geçirilebilecek.

Beklenen, PYD’nin de bu dayatma karşısında, kendi bölgelerinde rahat bırakılmak karşılığı güvenli bölgeye destek vereceği veya en azından itirazsız kalacağı olmalı.

Türkiye ise PYD kantonlarına, “şimdilik” koşuluyla ve PKK’nın tümüyle sınırları dışına çekilip eylemsizlik kararını açıklaması karşılığında katlanacaktır.

Ne de olsa, ne ABD ve ne de Rusya, bölgede sonsuza kadar kalıcak değil. PYD kantonları, üstlerinde Türkiye, altlarında ise uzun zamandır çatıştıkları Sünni unsurların hakimiyet bölgeleriyle komşu olarak yaşamak zorundalar.

Tabii PYD/PKK o kantonlarını ve/ya kendi siyasi varlığını, Suriye’ye barış gelene kadar sürdürebilirse.

 

 

- Advertisment -