Ana SayfaYazarlarNuri'nin oğlu

Nuri’nin oğlu

 

Uçağın tekerlekleri Merzifon Havaalanı’na değdiğinde, yüreğimizdeki hüzün, memlekete varmanın sevincini gölgeliyor. Burası bizim ata toprağımız; çocukluğun neşe içinde geçen yazları, şehrin sokaklarına sinmiş insan öyküleri ve kişisel tarihimizin sayısıs ayrıntısı, memlekete varmakla belleğin yosunlu diplerinden yüzeye hareketleniyor. Hüzün galip geliyor, zira bu uçağın bir gün  kendi doğduğu topraklara konacağını içimizde en çok düşleyen insan, sevgili babamız, yanımızda değil. Onun hatıralarıyla dolu bu şehre, onun aşkıyla bağlanmak, ruhun ayrılıkla acıyan yarasını iyileştirebilir mi?

               

Sokaklarda yürüyorum. Sağdan soldan aşina yüzler. Benim için ‘’Nuri’nin oğlu’’, diyorlar. Ben burada sadece ‘’Nuri’nin oğlu’’yum. Başka bir şey değilim. Başka bir şey olmak istemiyorum. ‘’ Sen Nuri’nin oğlu değil misin? Ne kadar da ona benziyorsun…’’ diyorlar, onun dostları, mektep arkadaşları, köylüleri, yarenleri… Her seferinde boğazımda bir hıçkırık düğümleniyor. Ata toprağımda en çıplak varoluşumla, ebedi bir çocuk ve yalnızca ‘’Nuri’nin oğlu’’ olarak dolaşmak bana emniyet veriyor. Annem, eşim, kız kardeşim ve çocuklarımızla  ruhumuzu iyileştirecek bir sıla-i rahim seferindeyiz. İstiyorum ki, çocuklarım uzak bir şehirde onları seven, onları düşünen ve kendilerinin de sevip düşünecekleri akrabalarını tanısın. Ben kendimi babamın öyküsüne katarak iyileşmek istiyorum; ahde vefayı, insana, memlekete ve akrabaya sadakati ruhunda inci gibi taşımış o güzel insana bir borç öder gibi, bu şehri onun kadar sevmek istiyorum. Babam, yeryüzünün bütün iyi insanları gibi, anlatacak öyküleri olan birisiydi. Şehre sokulmak, benim için biraz da o hikayelerle belleği tazelemek ve varlığıyla bizi serinleten o eşsiz gölgenin, sevginin tekinliğine sığınmak demektir. Merzifon’u bu kez yaralı bir oğlun kalbiyle geziyorum.

 

Burada kişisel bir öykü anlatıyorum ama bunun sadece hüzün yüklü bulutlardan yağan bir sağanak olduğunu düşünmenizi istemem. Dedelerim, anneannem ve babaannem bu şehirde yaşayıp öldüler. Bir halamı bu şehirde ötelere yolcu ettik. Amcalarım, halalarım, eniştelerim, yeğenlerim hala bu şehirde yaşıyor.  İnsan küçük yaşlarından itibaren umutlarına, kederlerine, hayallerine, hallerine ortak olduğu yakınlarının arasında apayrı bir mutluluk tadıyor. Geniş bir hikayenin bir parçası olduğunuzu, akıp gitmekte olan hayatı yeni nesillerle bu hikayeyi sürdürdüğünüzü hissediyorsunuz. Memleket, sayısı sofraya teklifsizce oturabildiğiniz yerdir. Memleket, sizin varlığınızla şenlenen sizin orada bulunmanızın mutluluk kıvılcımlarının çaktırdığı yerdir. Memleket, sizi çağıran yerdir.

 

“Şark oturup beklemenin yeridir,” der Tanpınar. Merzifon’da bu olguyu bütün kalbimle hissettim. Çayevlerinde, şadırvanlarda, banklarda bekleşen ve sohbet eden insanlar. Telaşsız yaşayan, dünyayı bir koşuşturmaca yerine çevirmeyen sakin ruhlar. Kara Mustafa Paşa Camii’nin etrafında kümelenmiş çayevlerinde buluşan insanlar, hayatın en önemli eyleminin çay içip sohbet etmek olduğunu söyler gibiydiler. Herkesin bir diğerinin yüzüne az çok aşina olduğu, şehrin önemli haberlerinin hoparlörden duyurulduğu insanların yol boyu birbiriyle selamlaştığı, sakinlerin sadece kendileri olarak değil anne babalarının tarihleriyle de yaşadıkları yerdir Anadolu şehri. Herkes birbirinin öyküsünün içine geçtiği için kötülük burada kökleşip kurumlaşamaz. Bazen o büyük göz farklı olana acımasız davranabilir; ancak kötülük, bu kabil şehirlerde açık ve kasıtlı bir biçimde icra edilemez.

 

Anadolu şehirlerinde vaktin akışını hissedersiniz. Memleket ziyareti o yüzden, modern tatil adetlerinden önce muteber bir tatil fırsatıydı. Çünkü memleketi ziyaret etmekle insan, bir tatilin sunabileceği en üst düzeyde konfordan yararlanıyordu: Teklifsiz bir yakınlık, telaşsızlık, zaman genişliği, ruh ferahlığı.

 

Yaralı bir oğul olarak başladığım bu yolculukta, Nuri’nin oğlu olmakla şifa buldum. Sevmeyi bilenler için, ayrılık yoktur.

- Advertisment -