Mermerci soyadını pek çok kişi magazin ve sosyete haberlerinden hatırlıyordur.
Ama Mehmet Ata Mermerci adını muhtemelen çok az kişi duymuştur.
1929 yılında İstanbullu zengin bir burjuva ailesinde doğuyor Mehmet Mermerci.
Ankaralı zengin bir aileden gelen annesi, Vehbi Koç’un kuzeni ve eşi Sadberk Hanım’ın da ablası. Henüz Boğaziçi Üniversitesi adını almamış Robert Kolej’de Elektronik Mühendisliği okuduktan sonra o yıllarda Türkiye’den az öğrencinin gidebildiği Stanford Üniversitesi’ne master yapmaya gidiyor.
1955 yılında Türkiye’ye döndükten sonra pamuklu ince dokumada bir marka olacak Akfil’i kuruyor. 1973’de Türkiye’de ilk kez jean üretmeye başlayan şirket, Türkiye’nin en büyükleri arasına giriyor.
Bütün bunları hiç bir kamu bankasından kredi almadan ve bir gün bile çalıştırdığı fabrikalarda işçilerin greve gitmek zorunda kalmamasıyla başarıyor.
Ama Mehmet Mermerci’nin adı sadece ticari başarıları yüzünden değil, cesur fikirleri olan bir entelektüel olarak da itibar kazanıyor.
1964 yılından itibaren Türkiye ekonomisi ve siyasetiyle ilgili fikirlerini mektuplar yazarak paylaşmaya başlıyor.
Mail gruplarının, Facebook, Twitter ve Whatsapp’ın olmadığı zamanlar.
Önce yakın çevresine göndermeye başladığı mektupları, 1974’den sonra daktiloyla pelür kağıtlarına yazarak aralarında Cumhurbaşkanı, Başbakan, siyasi parti liderleri, bakanlar, gazeteciler ve işadamlarının olduğu daha geniş bir çevreye postalıyor.
Fotokopinin icadından sonra mektupların gönderildiği kişi sayısı 3500’e kadar çıkıyor. 1974’den vefat ettiği 1992’ye kadar yazdığı 241 mektup için 847 bin posta yapmış. Bu aynı zamanda büyük bir pul ve gönderi parası da demek.
Peki, bu kadar parayı neden bu mektuplar için harcamış?
1972 yılında yüzlerce siyasetçi ve gazeteciye gönderdiği bir numaralı “Pahallılık” başlıklı mektubundan okuyalım:
“Enflasyonu, sadece parayı kıymet, miktar ve faiz haddi olarak ayarlayarak kontrol altına almak kabil midir? Verimlilik artmadığı, kaliteli bol mal ve hizmet arzı olmadığı müddetçe, istediğiniz kadar parayı kısınız… Devlet, sonu olmayan bir zenginlik sanılmakta, her zümre bu zenginlikten, karşılığında bir şey vermeden en büyük payı koparmak için yarış ediyor intibaını vermektedirler. Bu düşünce tarzını değiştirecek ortam yaratılması gerekir. Batılı anlamdaki sosyal adaletin, ancak milletçe verimli bir çalışma neticesinde tahakkuk edebileceği unutulmamalıdır”.
Ama mektuplarda sadece şikayetler de yoktur.
O günler için devrim niteliğindeki çözüm önerileri de sunar. 2. Dünya savaşından kalma kontrol ve tahditlerin kaldırılmalıdır, Türk parası konvertibil hale getirilmeli, dalgalı kur sistemine geçilmelidir, sermayenin devlet bankalarından yandaş şirketlere, popülist yatırımlara değil, daha verimli ve kaliteli üretim yapan yatırımlara gidebilmesi için bir sermaye piyasası kanunu çıkarılmalıdır.
Hem mektuplarda hem de katıldığı toplantılarda dillendirdiği bu önerileri yüzünden Türk Parasını Koruma Kanuna karşı çıkmaktan savcılıklarda ifade verir ama mektuplardan ve her fırsatta fikirlerini ifade etmekten çekinmez:
“Yetkileri kısılacak bürokrasi, kolay karı azalacak bankacılık çevreleri ve barlığı tehlikeye girecek kaçak ekonominin para babaları yukarıda sözü edilen önlemlerin alınmasına var güçleriyle karşı çıkacaklardır. Onların baskıların pabuç bırakmamalıdır.”
Ama onu kimse dinlemez, para basmaktan başka bir iş yapmayan Merkez Bankası’nın kamunun açıklarını kapattığı, seçimler için para dağıttığı ülke önce 70 sente muhtaç olmaya ve sonra da 80 darbesine gelip toslar.
Ama mektuplarının ulaştığı ve fikirlerinden etkilenen yöneticiler de vardır; Turgut Özal onun mektuplarında yazdıklarını hayata geçirecektir.
Hatta bir ABD gezisinde Özal’ın ABD Başkanı Reagan’e Mermerci’nin bir mektubunu okuyup, kendi ekonomi modelinin de bu olduğunu söylediği iddia edilir.
Ama Özal iktidarında “haklı çıkan adam” olarak ünlenen Mehmet Mermerci mektup yazmayı bırakmaz.
Artık hedefinde devlete sırtını dayamış sermayedarlar vardır. 1987 yılında TÜSİAD toplantısında kürsüye çıkar ve şöyle der:
“Boş konuşuyorsunuz. Hükümeti devleti büyütüyor diye eleştiriyorsunuz. Eleştirirken de ne yapılması gerektiğine dair bir önerileri demeti de sunmuyorsunuz. Ayrıca Türk özel sektörü hep devletle iş yapıp büyümeyi seçtiği için devletin büyümesini kışkırtan da sizlersiniz”.
Konuşmakla kalmaz, TÜSİAD üyeliğini de dondurur.
Özal’a destek verir ama mektuplarında onun iktidarına yönelik öneriler ve eleştirilerde bulunmaya devam eder.
Bağımsız bir Merkez Bankası kurulmalıdır. Faizler devlet güdümünden iyice çıkıp tamamen serbestleşmelidir. Hizmet, insan, bilgi, kar ve para akımı serbestleşmelidir.
Ama sadece ekonomide değil, siyasette ve fikirde de serbestlik yanlısıdır.
Amerikan tipi başkanlık sistemini, adem-i merkeziyetçi bir yönetimi, fikir, din ve teşebbüs özgürlüğünü ve bütün bunlar için de yeni bir anayasayı savunur.
1992 yılında hasta yatağında kalem aldığı 241 sayılı son mektubunun adı “Hayalleri Gerçekleştirici Doküman”dır. Hayallerindeki anayasada defalarca vurgulanan prensipleri sıralamıştır:
“Din, vicdan, düşünce, ifade, yayın, toplanma ve teşebbüs hürriyeti, yaşama, kendi için çalışma, mutluluğunu ve emniyetini arama özgürlüğü, mesken masuniyeti, üst, bas, evrak ve diğer değerlerin aranmaması, mühürlenmemesi, götürülmemesi, fevri ve keyfi yasalarla veya zorla mülkün alınmaması, isnat edilen suçun bildirilmesi, delillerin gösterilmesi, süratli ve aleni mahkeme, jüri sistemi ve bunun resmi mercilerce temyiz edilememesi, aşırı ceza ve kefalet uygulanmaması…”
Mehmet Mermerci, bu mektubundan bir süre sonra, uzun zamandır mücadele ettiği kanserden hayatını kaybetti.
1991 yılında yazdığı bir yazıda enformasyon teknolojileriyle gerçekleşen devrime sanayinin ve eğitim sisteminin hazırlanmasını önerecek, daha 80’lerde çevre sorunlarına dikkat çekecek kadar zamanının ötesinde fikirlere sahip Mehmet Mermerci’nin adının pek duyulmamış olmasının sebebi muhtemelen Türkiye burjuvazisi içinde bir istisna olması…
Çünkü Türkiye’de burjuvazi hiçbir zaman onun kadar entelektüel ve cesur olamadı.
Ülkesi için doğru olduğuna inandığı fikirler için böyle mektup yazmak, kendini anlatmaya çalışmak gibi zahmetlere girmedi, zamanı gelmemiş fikirleri savunarak risk almak istemedi, bu uğurda para harcamayı ise hiç sevmedi.
Bir zamanlar Kürt sorununa çözüm için rapor hazırlatan Sakıp Sabancı, parti kuran Cem Boyner, bir dönem Türkiye’nin demokratikleşmesi ve sivilleşmesi için raporlar hazırlayan TÜSİAD’ın çabalarını paranteze alırsak, Batı’da burjuvazinin eseri olan özgürlükleri ve hukuk devletini savunmak ve onlar için mücadele etmek yerine başını devletin güvenli omuzuna yaslamaktan hoşlandı. Hatta pek çoğu kritik aşamalarda özgürlüklerin karşısında durdu, statükonun yanında yer aldı, eskimiş fikirleri ve pozisyonları savundu.
Türkiye’de arkasında sağlam bir sermaye grubunun bağışlarının olduğu bir think tank yok o yüzden. En çok burjuvazinin ihtiyacı olan hukuk devletini, insan haklarını savunan sivil toplum örgütlerine fon verenler arasında da adlarını göremezsiniz.
Medya sektörüne girenler ya bu gücü başka işleri için kullanmayı tercih ettiler ya da ilk zorda çekildiler. Hiçbirinden filmi yapılacak bir Washington Post’un sahibi aile hikayesi çıkmaz.
Sınırlı sayıda sanata destek veren ailelerin de bir sonraki neslinin kalitesi pek ümit vermiyor. Türkiye’de burjuvazinin yaşadığı Bebek’teki tek yabancı dergi, gazete satan kitapçı geçen yıllarda kapanıp, kaşmir mağazası oldu. Nispetiye’deki son kitapçı ise muhtemelen kebapçı olacak.
Marx’ın bile ilerici bir sınıf olduğunu söylediği burjuvazi, borçlarını devlete yapılandırmaya çalışan, devletten dağıtılan ihalelerden en imtiyazlı haklarla pay kapmaya çalışan, sonra da kazandığı parayla yurtdışında ev almak, en lüks yerlerde tatil yapmak ve en pahalı biletli spor müsabakalarına gitmekten başka eğlencesi olmayan bir sınıf değildi.
Böyle olunca da hak ettikleri gibi muamele görüyorlar.
Halbuki Mehmet Mermerci bugün yaşasaydı, bu kez bilgisayarının karşısına geçer, bir mektup daha yazar ve ilgili herkese gönderirdi. Muhtemelen bunun bedelini ödemeyi de göze alarak…