Ana SayfaYazarlarParalel yapı, AB ve ayrımcılık

Paralel yapı, AB ve ayrımcılık

 

Bugünlerde kamuoyunda paralel devlet yapılanmasının oluşumuyla ilgili bir sürü tartışma var.  Paralel yapının sadece AK Parti döneminde devlet içine sızmaya başladığı hakkında çeşitli haberlere ve televizyon tartışmalarına şahit oluyoruz.  Bunları konuşanlara cevabım yukarıda, H.B.R.’nin (Haftalık Bağımsız Dergi) 6 Temmuz 1995 tarihli 57. sayısının kapağı. Göreceğiniz gibi, kapak karikatüründe Fethullah Gülen için “Medyatik Molla… Protokol Canavarı… İktidardan Muhalefete görüş teatisinde bulunuyor… Kokteyllerde vaaz veriyor” gibi cümleler geçmekte.  Bu karikatür yaklaşık 21 yıl önce çizilmiş. Demek istediğim şey, bu yapı 2002’de AK Parti’nin iktidara gelişiyle protokollere girmiş değil. 21 yıl önce de protokollerde vardılar. Hattâ ön sıralardaydılar.

 

Türkiye’ye karşı kurulan profesyonel tezgâhlar son sürat, daha da profesyonelce ve bir konsorsiyum şeklinde kartopu gibi büyüyerek devam ediyor. Amaç zayıf, dışa bağımlı ve kriz iinde debelenen bir Türkiye yaratmak. Onların görmek istediği Türkiye, ezik, etliye sütlüye karışmayan bir ülke. O zaman, ben de sizlere dönüp şunu hatırlatmak istiyorum. Bosna Savaşı devam ederken bu insanlar Türkiye’nin neden pasif kaldığını tartışıyorlardı. Şimdi ise Türkiye, komşularının huzur ve refahını sağlamak için Osmanlı’dan gelen her türlü tarihsel ve coğrafi hakları temelinde ve uluslararası güçlerle birlikte aktif bir tavır alıyor. Ama aynı grubun ve özellikle yurt içinden aynı kişilerin koro halinde tepkisini çekiyor: “Bizim ne işimiz var Suriye’de, Irak’ta?” Peki sormaz mısınız, Bosna Savaşı sırasında neden “müdahale etmiyorsunuz” diye kamuoyuna baskı yapıyordunuz? Şimdi ise tam tersi tavır içindesiniz. O zaman ya siz dengesizsiniz ve ne istediğinizi bilmiyorsunuz. Veya yönlendiriliyorsunuz.

 

Bir de Nurettin Yılmaz’ın Yakın Tarihin Tanığıyım kitabında gözüme çarpan bir paragrafı sizinle paylaşmak istiyorum. Nurettin Yılmaz 1936 Cizre, Şırnak doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Hâkimlik, serbest avukatlık, Barış Derneği başkanlığı, TBMM XV., XVI.ve XVIII. dönem milletvekili. Adını verdiğim kitapta (s. 122)  şöyle diyor: “Devlet içinde görünmeyen bazı güçler, devleti süratle bir uçuruma sürüklemektedirler ve halklar arasında düşmanca duyguların tohumlarını pervarsızca ekmektedirler.” Normal hayatlarını yaşayan ve hiçbir suça bulaşmamış olan Cemaat mensupları ile paralel yapı denen illete bulaşan Cemaat mensuplarını ayırmak lazım. Zaten sayın cumhurbaşkanı da buna vurgu yapmıştır, at ve it izi örneklemesiyle.

 

Bir diğer dostumuz ve müttefikimize, yani AB’ye gelince. Türkiye ile Avrupa Birliği'nin ilişkileri, 31 Temmuz 1959’da Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na yaptığı ortaklık başvurusu kadar gerilere gider. Resmi üyelik süreci ise, 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık anlaşmasının imzalanmasıyla başladı. AET Bakanlar Konseyi'nin başvuruyu kabul etmesi sonrasında, 12 Eylül 1963’te gerçekleşen Ankara Anlaşması ile, esasen bir ortaklık yaratıldı. Bunu 1970 yılında imzalanan Karma Protokol izledi. 1987 yılında ise Türkiye tam üyeliğe başvurdu. 1999 yılında AB üyeleri tarafından aday olarak kabul edildi ve 2005 yılında tam üyelik müzakereleri başladı. 1963 Ankara Anlaşması ve 1970 Karma Protokolü, Türkiye’nin, sonradan Topluluk üyesi olan birçok ülkeden çok daha önce Topluluk ile ilişkilerini başlatmış olan iki önemli belgedir. 17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Konseyi Sonuç Bildirgesi sonrasında halen devam etmekte olan süreçte Türkiye-AB ilişkilerinin hukuki dayanaklarındandır.

 

Yaklaşık 66 yıldır AB’ye girmek için kapıda bekliyoruz. Hem oyalanıyoruz, hem önümüz tıkanıyor. Affedersiniz ama biz bir kabile veya aşiret ülkesi değiliz. Bu ülkenin insanları çoktan Avrupa Birliği’ne girmeyi hak etti. Neden sudan sebeblerle bizi oyalayıp ilerlememize engel oluyorsunuz? Ülkemizin ekonomisi bizden sonra AB’ye aldığınız ülkelerin çoğundan kat be kat iyi. Demek ki sebep ekonomik değil. Ülkemizin başında dik duran bir cumhurbaşkanı var. Ne bekliyordunuz? Yalvarmamızı mı?

 

İnsan hakları savunuculuğu yapıyorsunuz ama kendi ülkenizdeki havalimanlarında yapılan ayrımcı uygulamalardan haberiniz yok. Örneğin bir AB ülkesine uçakla gidip pasaport kontrolüne geldiğinizde, önünüze iki, bazen üç çeşit pasaport kontrolü geliyor. Birincisi sadece AB ülkelerinin vatandaşları için. İkincisi geçmişte İngiliz sömürgesi olan ve şimdi Commonwealth içinde yer alan ülkelerin vartandaşları için. Nihayet üçüncüsü diğer ülkelerin vatandaşları için. Biz Türkiye olarak bu son “Diğer” bölümünde sıraya giriyoruz. Bu kuyrukta bazen iki saat bekleyebiliyorsunuz. Şimdi soruyorum size, en basitinden, bu ayrımcılık değil midir?

 

Eğer insan haklarıyla o kadar ilgileniyorsanız, paralel devlet yapılanmasıyla işbirliği içerisinde olan ve geçmişte devlette görev yapmış olan kişilerin Almanya’dan iadesi istendiğinde neden Almanya’nın neden hayır cevabı verdiğini de açıklarsanız beni çok mutlu etmiş olursunuz. İllegal bir yapılanma ile birlikte hareket edip askeri darbeye teşebbüs edeceksiniz. Hattâ sayın cumhurbaşkanını ailesiyle birlikte öldürmeye çalışacaksınız. Ondan sonra da bunları bize iade edin dediğimizde hayır diyeceksiniz.

 

Bazen “Allah sonumuzu hayretsin” deriz. Başka bir sözümüz de vardır. “Biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz.”

 

- Advertisment -