Mies van der Rohe Yahudi ve/ya komünist olmayan öncü Modernist mimarlardandı. Öte yandan da hele ki taşındığı Berlin’de dekanlığını üstlendiği Bauhaus’u yoz diye kapatan faşizm ve diktatörlük rejimlerinin kuraklaştırıcı boğuculuğuyla birarada duramayacak kişilikte bir Avrupalı idi.
Soluğu Chicago’da aldı. İyi de oldu: Federal Center’daki ofisleri ve Lake Shore Drive’deki apartmanlarıyla yapı üretiminin sanayileşip modernleşmesinin en ciddi dönemeçlerinden olup artık uzman danışmanlık şirketleri, master programları ve sanayileşmiş detay ve bileşenleriyle ciddi bir alt-sektör haline gelmiş ve alçıpan duvar üretimi kolaylığı desteğiyle total açık hacmin yayılmasını mümkün kılmış plan düzeni ve taşıyıcı sistemden bağımsız asma cepheyi ilk uygulayan mimar oldu.
Renklendirilmesi ve detaylarıyla alüminyumun inşai kullanımına katkı yaptı. Yüksek yapılarının çelik taşıyıcılarını betonla kaplayıp yangından koruyarak elli yıl sonra 11 Eylül saldırısında ikiz kuleleri yıkacak yangında ısınarak eriyip içe çökmelerinin önünü baştan kesti. Dönüşte Berlin’de Schinkel’in Altes Museum[eski müze]’undan yaklaşık yüzyıl sonra ve devamı niyetine yapılacak en anıtsal yapısı Neue Nationalgalerie’nin [yeni ulusal galeri] hacim kurgusu ve yapım sistemi bakımlarından maketi gibi olacak Chicago’ya 100 km mesafeli hafta sonu evi Farnsworth evini yaptı. IIT (Illinois Institut of Technology) binalarıyla yetinmedi, Mimarlık Fakültesi müfredatını belirleyecek katkılar yaptı.
Neue Nationalgalerie’nin[yeni ulusal galeri].
Farnsworth evi
Avrupa’nın boğucu havası siyasetle sınırlı değildi: Adolf Loos’un Viyana Michaelerplatz’daki profilsiz pencere sövesiz ofis binası tasarımı aristokratik kültürel atmosferin hegemonyasından kurtulamamış şehirde büyük gürültü kopartmış. Balkanların ve 19.yüzyıl Avrupası’nın tiranlarından ve Osmanlı ile Rusya’yla birlikte Avrupa’nın son üç imparatorundan biri Avusturya-Macaristan imparatoru Franz Joseph’in bile karıştığı bir meseleye dönüşmüştü. Söz konusu binanın Schönbrunn öncesinin kent suruna entegre sarayı Hofburg’un, hatta imparatorun yatak odası cephesinin karşısında konumlanmasından ibaret değildi tabii ki sorun. Joseph, dahil olduğu kampın kültürel/estetik değerleriyle ağırlığını koyuyordu, Dünya Savaşı çıkartmış meşguliyetleri arasında bu pencere sorununa. Ama Adolf Loos ne de olsa K.Kraus, S.Freud, G.Klimt, E.Schiele, L.Wittkenstein, A.Schönberg, A.Berg ile aynı havayı solumuş ilkeli ve inatçı bir mimardı. Taviz vermedi. Daha doğrusu kırmızı yapraklı çiçekler barındıracak saksılar koyacak kadar verdi. Nefret etti, kasıp kavurdu, Viyana Art Nouveau’su öncüleri O.Wagner ve J.Hofmann gibi mimarlarla polemiğini sertleştirdi. Franz Joseph gitti. O kaldı.
Loos’un binasıyla Hofburg sarayını karşı karşıya getiren Michaelerplatz
Asıl konumuza gelirsek, Andy Warhol’un deyişi üzerinden yarım yüzyıl bile geçmeden kehaneti sosyal medya aracılığıyla gerçekleşmiş ve 7’den 70’e herkesin fikri-zikri bütün dünyaya saçılmışken 15 dk’dan uzun bazı ünlülere yasak koymaya kalkışılan bir yerde bulunmak, Sadece Atlantik kıyısındaki New York’u değil, kanallarla bağlandığı Atlantiğin modernlik ekseninin modernliğini Amerika’nın gerisine taşıyan sıçrama tahtası Chicago bile adıyla anılacak (Chicago School) gökdelenlerle dolmuşken penceresiyle bina cephesini siyasi meseleye dönüştürmüş sosyal bir ortam, Mies’i kaçıran boğuculuk kadar, oradan kurtulmanın ferahlamasıyla yaratıcılığının had safhaya çıkmasıyla da empati kurdurmaya yetiyor.
Bilmem Cumhuriyet’in kapatılmasıyla haftaya yazacağım “cephe” konularının berisindeki sosyal/kültürel meseleler arasında bağ kurmadan edemediğim meseleler hakkında bir şeyler söyleyebilmiş oldum mu?