Şu yukarıdaki manşete sevinmeyecek kalmamıştır artık herhalde, ama kestirmeden de gitmemek lazım…
“Doğrudan demokrasi”nin her zaman her türlü siyasi eğilimin vicdanını okşayacak heyecan verici bir yanı olmuştur. Ama zaten yarıya yakınının Işid’e hasmane değil, dostane hisler beslediği ortaya çıkmış bir toplumun bastırılmışlıklarıyla bir de hukukun formelliğiyle işleyen demokrasinin temsili aracılarının (siyasi partilerin, milletvekillerinin) aradan çekilip halkın sorunları ve çözümleriyle referandum gibi kitlenin nicel nabzını ölçme araçlarına sık başvuru yollarıyla dolaysızca yüzleşmesi demek olan plebisitin dolaysızlığı koşullarında başbaşa kalırsak ortaya çıkacak endişe verici durumun muhattabı sadece demokratlar olmaz.
Darbe gecesi halkı meydanlara davet eden iktidar, bunun bir kontrol kaybının da katmerli ilanı olduğunun farkında değildi belli ki. Katmerli dedim çünkü bir avuç hain de deseler, kime olursa olsun, tabanca-tüfek değildi kaptırılmış silahlar, ordunun en pahalı ve etkili silahları F16’lardı. Üstüne bir de çıkın, demokrasiyi kendiniz koruyun demek, devletin silahlı güçleri ordu ve polisin kontrolunun ellerinde olmadığının ilanıydı ki, zaten darbeyi, rehineleri kurtaran özel kuvvetlerin askeri başarısı ve havadaki jetlere rağmen başhedef Cumhurbaşkanını İstanbul’a uçuran stratejik başarı bir yana havadaki jetleri düşürerek veya köprüyü tutmuş tankı imha ederek değil, cnn vs. medyada güvenle kendilerini göstererek önlediler.
Murat Belge de dikkat çekti: halk sokağa döküldüğü için darbe önlenmedi, (http://m.t24.com.tr/yazarlar/murat-belge/olgular-ve-mugalata,15061) halk darbenin önlenmesinin güveniyle sokağa döküldü.
Hakkını aramak/almak üzere kamu alanında bulunan coşkulu bir halkı Marksistlerden fazla kimse hayal etmemiştir.
Ama Red Kid okuyanlar da bilir ki, küçücük bir kasaba sözkonusu olduğunda bile ahali galeyana gelince, mesela bir hırsızın yakalanma sahnesinde 3-5 kişi hemen katran ve tüy tezahüratına başlayıp malzemeyi hazırlamış, diğer grup da darağacı çatmaya başlamıştır bile. Cenaze levazımatçısı arabasıyla zaten hazırdır.
Toy liberal/demokratlarla ezeli Marksizm düşmanları, ayaklanmaların Marksist partiler ya da mühendis-mimar odalarınca yönetilmesi gerektiğini söylediğimi zannetmeden önce, haydi Işid modası testereyle erat boğazı kesmeleri geçelim…. şu resimlere aceleye getirmeden baksınlar. Zaten teslim olmuş amatör askerlere bir de ev-içi terörünün rutin silahı kemerini çekmiş ve silahın fallik sembol oluşunu fazlaca ciddiye alıp kendine maletmiş sokağa dökülmüş maçoluklardan idamın geri gelmesi ve silah satışı serbestisinden öte ne beklenir? İktidar, vakit kaybetmeden darbeyi önleyenin gece boyunca cnn, ntv, radyolar dahil vs. medyada sapasağlam boy göstermeleri olduğunu önce kendi hazmedip hepimize de gösteremezse kendisinin de başedemeyeceği bastırılmışlıklar dökülüp-saçılır sokağa.
İsyanın Işid kalıbına döküldüğü günümüz koşullarında muhayyel kahramanlarımız değil, barbarlıklar dolduruverir ortalığı.
Öte yandan Jet sesleriyle minare hoparlörlerini yarıştırmak da yangına körükle gitmekti, çünkü bu darbecilik oyununda, maddi dünya karşısındaki acz göstergesi olan bu çıkışla faşizmin irrasyonel sığınağı olan fantazmagorik ideolojik yatağına çekilerek başa çıkılmaya çalışılmış oluyordu. O galeyana gelmiş ahali, minarelerin süngü, kubbelerin miğfer olduğunu ciddiye alıp sahiden inanırsa, zamanında yıla yakın hapis yatmayı göze almış inandıranını da çaresiz bırakacak şekilde çıkıp gidiverir onun da iletişim menzilinden ki, ondan sonra yeniden buluşacağı yer olsa olsa S. Buck-Morss’un felaket dediği yer olur…
“Faşizm seçimle de gelir!” argümanı da geçersiz değil, yetersiz bir iddia, çünkü tarihselleştirilmemiş ve günümüzün Erdoğan-AKP hegemonyasının çaresizliğinden türemiş, hegemonlara, Kemalizmin sakarlıklarına teslim olmadan karşı olmanın denklemi oldu. Oysa faşizmi tarihselleştirip, şu Dimitrov’un, “en kanlı, en saldırgan..”larından arındırıp bir ekstremler yekünü gibi görmekten kurtulduğumuzda anlayacağız ki, sosyal/siyasal tarihteki saf haliyle faşizm bir kere birkaç yere birden geldi. O da komünizmden rol çalarak seçim desteğiyle ve de o malum vahşetini devlet kurumlarını ele geçirerek uyguladı.
Fransız devrimiyle ayağa kalkıp 19. yüzyıl boyunca bir daha da oturmayıp, kentleşip, proleterleşerek ayakta kalmaya devam etmiş emekçi kitleyi sınıfsal çıkarları yerine, 19. yüzyıl Avrupası’nda imparatorluk enkazlarından doğup çığ gibi artıp, büyüyen yeni ulus-devletlerin önce beyaz yakalıları ve aydınları istihdam ve kariyer vaadleriyle, toplumun geri kalanını da o devlet elitleriyle aynı zihinsel/ruhsal angajmanlarda buluşturma vaadiyle filizlenip, din vs. kadim motiflerle de bezenmiş çığ gibi büyüyen milli aidiyet ideolojisinde buluşmaya çağırarak bir egemen sınıf ideolojisi olarak kendini bütün topluma dayatması demek olan milliyetçiliğin kendine emekçi sınıf ideolojisini de ikàme edecek eşiği aşacak kadar güçlü olduğunu vehmedecek özgüvene kavuştuktan sonra iyice azgınlaşıp, sosyal bilinçaltında depolanmış bastırılmışlıkları kışkırtılmış kitle desteğiyle uygarlığın tüm değerlerini çiğnemesidir ki, Dimitrov’un sıraladığı “en”ler toplamını vakanın tarihselliğini gölgeleyecek derecede inandırıcı kılan da zaten bu azgınlığın sonunda varılan barbarlıktan başka şey değildir.
Faşizmin komünizmden nasıl rol çaldığını S. Buck Morss, milliyetçiliğin ve modern bir olgu olarak milletlerin tarihini de B.Anderson anlattı. R. Sennett’in kitabı ise bir Monet resminden hareketle o milliyetçiliğin, 19.yüzyılın marjinalize olmuş avare milliyetçilerine geçici yurt olmuş Paris’te nasıl ötekileştirilme zemini oluşturduğunun gündelik hayat okumasını yapıyor.
Şunun da altı çizilmeli ki Türkiye’deki faşizan nüveler de onyıllardır yeraltında faaliyet göstermiş Türkiye Komunist Partisi (TKP)’ye karşı değil, 60’ların ortasından itibaren önce Türkiye İşçi Partisi (TİP’)in beklenmedik bir oy patlamasıyla meclise girmesi, sonra da Dev-Genç’in kırsal kesimi tütün mitingleriyle hareketlendirmesi ertesinde Marksist hareketin kitleselleşeceğinin ufukta belirmesi öncesinin erken tedbirleri olarak gündeme gelmiştir.
15-16 Haziran işçi sınıfı kalkışması 70’lerdeki kitlesel 1 Mayıs’ların habercisidir. 1 Mayıslar da kitleselleşmiş Marksist hareketin en geniş tabanı…
Özetlersem, darbe girişimi ertesi halkın sokağa dökülmesinin faşist bir girişim olarak değil, içinde faşizan işaretler de taşıyan kontrol ve dikkat gerektiren kitle eylemleri olduğu kanısını taşıyor, kitlenin toplandığı her yerde faşizm aramanın yersizliğine dikkat çekmeye çalışıyorum…
Ne de olsa iktidar için medya destekli kendi soğukkanlı duruşuyla darbenin önlendiğiyle övünüp propagandaya dönüştürmek ohal ilan edip AİHS’yi askıya almakla uğraşmaktan da o ohal’i baskıyı artırma aracı diye kullanıp zaten pek seyrek olmayan hasımlarına koz vermekten de daha zahmetsiz uygulamalar olacaktır.
Erdoğan’ın 7 Haziran’15 hariç, seçmenin arşısına çıktığı her seferinde galip ayrılması, aradan meclis, partiler gibi kurumları çıkarıp her konuda o kitleyle kendi saray bürokrasisiyle başbaşa kaldığında da benzer kestirilebilir sonuçları alacağı anlamına gelmez, Plebisit nasıl işleyeceği henüz Türkiye’de kimse tarafından kestirilemeyecek yepyeni bir sosyal/siyasal örüntüler formu olacaktır ve tabii olanca karamsarlık zeminiyle faşizan eğilimler de dahil, ancak kitlesellikle ortaya çıkan her türlü eğilime yataklık etmeye yatkın olarak.