Ana SayfaYazarlarÇözüm sürecinin kısa tarihi ve değişen anlamı

Çözüm sürecinin kısa tarihi ve değişen anlamı

POLİTİK HUKUK-3

 Siyasi iradenin çözüm sürecine ilişkin tarifi 

 

Çözüm süreci, Kürt sorunu üzerinden yürütülen şiddet politikalarının ve silaha dayalı pratiklerin bitirilmesi amacıyla başlatıldı.

 

AK Parti hükümetleriyle Kürtlere yönelik inkâr ve asimilasyon politikaları ve baskıcı devlet pratikleri sona erdirildiği için, Kürt sorununun şiddete dayalı bir kalkışma oluşturan ve kısmen meşru kabul edilen özelliği ortadan kalktı.            

 

Özellikle 2014 Mart ayında yasalaşan demokratikleşme paketi ve 2014 Temmuz ayında kabul edilen Toplumsal Bütünleşmeyi Güçlendirme Yasası’ndan sonra, Kürt sorunu genelde demokratikleşme sürecinin bir parçası haline dönüştü.         

 

Her ne kadar çözüm süreci silahsızlanmanın sağlanması, silâhlı unsurların ülkeyi terk etmesi, geri dönüşler ve koruculuk sisteminin kademeli tasfiyesi olarak planlandıysa da, pratik içinde bu somut içeriği aşan bir anlam ortaya çıktı. 

 

Buna göre, iradi olarak çözüm sürecinin içeriği bakımından belirlenen unsurlar, çözüm

sürecinin sadece bir boyutu haline dönüştü. Çözüm süreci, objektif olarak birçok farklı boyut kazandı:

 

Türkiye’nin demokratik bütünlüğü boyutu: Çözüm sürecinin Türkiye’nin bütünlüğünü koruyarak demokrasisini geliştirme üzerinden yürütülmesi gereken yönü.

 

Güvenlik ve toplumsal bütünleşme boyutu: Silahsızlanma, barışın geri dönüşsüz tesisi, geri dönüşler, koruculuk sisteminin ıslah yoluyla tasfiyesi.

 

Ülkesellik boyutu: Çözüm sürecinin içerideki etki alanının sadece bir bölgeye ve bir kimlik grubuna ait olmaması, tüm ülkeyi etkisi altına alma özelliği.

 

Bölgesellik boyutu: Çözüm sürecinin Kürt sorununun merkezde olduğu bir süreç olması sebebiyle, Orta Doğu’daki tüm Kürtleri ve bağlantılı olarak diğer toplumları etkileyen yanları.

 

Küresel boyut: Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyanın küresel açıdan ekonomik ve politik güç savaşlarının alanı olması ve bunun çözüm sürecine etkileri.

 

Çözüm sürecinin çok yönlü hale gelen özelliği sebebiyle, sadece bir boyutu esas alınarak çözüm süreci konusunda kanaatler oluşturmak ve kararlar vermek yanıltıcı olabilir. 

 

Çözüm sürecinin özneleri

 

Merkezî özne: Çözüm sürecinin temel ve merkezî öznesi, icraî role sahip olan Devlettir. 6551 sayılı yasayla Devlet, tüm organlarıyla çözüm sürecinin sorumlu ve yürütücü yapısı haline getirildi. Bu yasa çözüm sürecini bir devlet politikasına dönüştürdü. 

             

Devlet, sürecin kamu otoritesini temsil eden merkezî öznesi olarak, çözüm sürecinde Türkiye’nin demokratik bütünlüğü boyutunu güvence altına alacak şekilde davranmak yükümlülüğü altındadır. 

 

Muhatap özneler: Çözüm sürecinin güvenlik ve toplumsal bütünleşme boyutu bakımından dikkate alınan öznelerdir.

 

Bu boyut silahsızlanmayı ve kalıcı barışı içerdiğinden, Öcalan liderliğindeki PKK, çözüm sürecinin bu boyutu açısından muhatap kabul edilmişti. .Ancak, PKK/KCK’nin çözüm sürecini istismar ederek bölgesel egemenliği hedefleyen bir strateji gütmesi, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra da alan hakimiyeti savaşı başlatması, muhataplık özelliklerini ortadan kaldıran bir sonuç doğurdu. Bu boyutta yeni muhataplık, ancak silahın kesin ve devamlı surette devre dışı bırakıldığının kabulünden sonra gündeme gelebilir.

 

Geri dönüşler bakımından ise Orta Doğu ve Avrupa’da yaşayan tüm yurttaşlarımız muhataptır. Koruculuğun ıslahı çerçevesinde tasfiyesi yönünden korucuların muhatap olmaları zorundadır. 

 

Taraf özneler: Çözüm sürecinin Türkiye’nin demokrasisini geliştirme, demokratik bütünlüğünü koruma, bütün ülkeyi etkileme yönlerini ve ülkesellik boyutunu gözetmek bakımından, Türkiye’deki tüm siyasi aktörler taraf öznelerdir. Örneğin bölgede güçlü olan AK Parti, HDP/DBP ve Hüda Par; aynı şekilde, batıda yine AK Parti, CHP ve MHP başlıca taraf öznelerdir. Tüm Türkiye bakımından en kapsayıcı taraf özne AK Parti’dir. Bununla birlikte, HDP/DBP siyasi hattının hem Türkiye karşıtı alan hakimiyeti savaşına destek vermesi, hem de kaos hedefli terör ve şiddet pratiğine karşı demokratik siyaseti güçlendirmekten uzak durması, taraf özne olma özelliğini önemli ölçüde erozyona uğratmış bulunuyor. Bu siyasi akımın kendisini demokratik siyaset ve ülke bütünlüğünü koruma üzerinden ihya etmesi halinde, yeniden etkili bir siyasi taraf özne olma ihtimali mevcuttur.

 

Sosyolojik özne: Türkiye Toplumu tüm bileşenleriyle, tüm kimlikleriyle, hangi bölgede yaşarsa yaşasın, ülkesel seviyede çözüm sürecinin sosyolojik öznesidir. Türkiye Toplumu, çözüm sürecini Türkiye’nin demokratik bütünlüğü, ülke seviyesindeki etkileri ve Türkiye demokrasisini geliştirme boyutları üzerinden takip ediyor ve gerektiğinde irade ortaya koyuyor. Çözüm süreci ancak Türkiye Toplumu ile birlikte yürütülebilir ve başarıya ulaştırılabilir.

 

Dış özneler: Çözüm sürecinin bölgesel ve küresel boyutları sebebiyle devrede olan ve devreye girmeye çalışan bölgesel ve küresel güçler, dış özneleri oluşturuyor. Dış özneler, (i) bölgede bulunan güçler ve (ii) bölgede hesabı bulunan güçler olarak iki ayrı kategoride sınıflandırılabilir. 

 

Devletin konumu ve öznelerle ilişkisi

 

Temel merkezî özne olan Devletin, çözüm sürecinde yer alan tüm özneleri hesaba katarak süreci yürütmesi bir zorunluluktur. Çözüm sürecinin boyutlarına göre özneleri farklılaştığından, Devlet her boyuta göre farklı özne ile farklı diyalog biçimleri geliştirebilir. 

 

Bu nedenle, Devlet, çözüm sürecinde diğer tüm öznelerin üstünde yer alan bir konuma sahiptir. Bu konumuyla hiçbir özne ile eşit ilişki sürdüremez. Ancak bu durum Devletin öznelerle diyalog içinde olmayacağı, iletişimi sürdürmeyeceği, görüşme yapmayacağı anlamına gelmez. 

 

Çözüm sürecinde yaşanan problemler

 

Oslo görüşmelerinin sızdırılması ve MİT soruşturma provokasyonları, Paris cinayetleri, Âkil İnsanlar faaliyetinin son günlerine denk düşürülen Gezi Olayları, 17-25 Aralık darbe hamlesi, Yerel Seçimler ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi öncesi yapılan hukuk dışı operasyonlar, 6-8 Ekim Kobani görünümlü Kürt iç savaşı çıkarma operasyonu, 2015 7 Haziran genel seçimlerinden önce silah, şiddet ve baskı esaslı seçim çalışmaları… çözüm sürecinin yaşadığı bazı büyük sorunlardır. 

 

Ancak bunların ötesinde en büyük sorun, çözüm süreci istismar edilerek bölgede bir gölge devlet yapılanması oluşturulmaya çalışılmasıydı. Baskıcı bir felsefeye dayanan bu yapılanma, başta Kürtler olmak üzere, bölgede yaşayan herkes üzerinde egemenlik kurma çabasına girdi. Dolayısıyla çözüm sürecinde yaşanan somut problemlerin kaynağındaki siyasi problem; Türkiye karşıtı uluslararası/küresel güçlerin de senaryolarına uygun olarak, çözüm sürecinin bir egemenlik savaşına, bölgesel hükümranlık elde etme çabasına dönüştürülmesidir. Bunu hayata geçirmek için 2015 Temmuzunda PKK/KCK tarafından devreye sokulan ve halen devam eden alan hakimiyeti savaşı, çözüm sürecinin buzdolabına alınmasına neden olan süreci başlattı.

 

PKK/KCK, özellikle Rojava’dan sonra çözüm sürecini teritoryal egemenlik kurmak amacıyla kullanmaya başlamıştı. 

 

Bulunduğumuz aşamada, Türkiye’nin başta halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı olmak üzere demokratik merkezi ve demokrasi güçleri bir taraftan bürokratik kurumsal yapıyla egemenlik mücadelesi vermeye devam ederken, diğer taraftan PKK/KCK ve onların legal yapılarıyla da bir egemenlik mücadelesi verme konumuna getirildi. 

 

Güvenlik uygulamaları ve çözüm süreci

 

Görüldüğü üzere, çözüm sürecinde ülkesellik ve Türkiye’nin demokratik bütünlüğü boyutlarını ihlal eden bir teritoryal egemenlik savaşı çıkarıldı. 7 Haziran 2015 genel seçiminden sonra sudan bahanelerle sistematik olarak devreye sokulan  terör ve şiddet, kaos hedefine ve bölgesel egemenlik sağlamak amacına yöneliktir. Bu strateji gayri-milli (ülke karşıtı) bir özelliğe sahiptir.Türkiye’nin hem devlet olarak hem toplum olarak buna karşı tutum alması ve mücadele etmesi meşru bir haktır.

 

Öte yandan PKK/KCK ve legal temsilcileri, bölgedeki Kürt Yurttaşlarımız üzerinde otoriter bir temsil ilişkisi kurdu. Demokratik temsil ilişkisinin karşısında yer alan bu tarz temsil ilişkisi, baskı ve vesayete dayalıdır. Bu durum, bölgede yaşayan  tüm yurttaşlarımızı tedirgin ediyor ve  çoğunluğu kendilerini güvensiz hissediyor. Bu otoriter temsil ilişkisinin tasfiyesi için de bölge halkını koruyan güvenlik uygulamalarının yapılması bir zorunluluktur. Türkiye Toplumu, vesayet ilişkilerini siyasi temsilcileriyle tasfiye çabası içerisindeyken ve bu konuda bürokratik kurumsal vesayete karşı çok önemli kazanımlar elde edilmişken, Kürt Yurttaşlarımız üzerinde yeni vesayet mercilerinin oluşmasına izin vermek kabul edilemez. 

 

Bu bağlamda yapılan operasyonlar, eski devlet anlayışına özgü güvenlik konsepti  çerçevesinde ele alınamaz. Eski güvenlik konsepti, Kürt halkına karşı baskıcı devlet pratiklerini içeriyordu. Hak ve özgürlükler karşıtı bir anlayışa dayanıyordu. Oysa bugün halka karşı bir güvenlik uygulaması söz konusu değil. Tam tersine, bunun yapılmasını önlemek devletin yükümlülüğüdür. Halkın güvenliğini sağlamak için; daha da önemlisi, bölgede fiilen tasfiye edilmiş ve yerine otoriter bir anlayış konmuş bulunan hukuk düzenini yeniden tesis etmek için, bu uygulamaların yapılması gerektiği herkes tarafından kabul ediliyor.

 

Yani ülkenin bütünlüğünün korunması, kamu güvenliğinin sağlanması ve hukuk düzeninin tesisi için, yapılması gerekenlerden kaçınılamaz. Ayrıca, Türkiye’nin demokratikleşme ihtiyacı, demokratik bütünlüğü ve bu bağlamda hukuk reformu hedeflerinden vazgeçilmesi de asla söz konusu olamaz.

- Advertisment -