Referandum sandığına gitmemize çok az kaldı. 16 Nisan Türkiye için heyecan verici bir gün olacak. İlk defa bu kadar kapsamlı bir anayasa değişikliği paketini oylayacağız. Milyonlarca insan olarak sandığa koşacak ve hür irademize dayanarak, kendi kıstaslarımızı kullanarak, tercihimizi yapacağız. Hiçbirimiz aptal değiliz. Hiçbirimiz otomatikman diğerlerinden üstün olduğumuzu iddia edemeyiz. Hiçbirimiz kendimizi diğerlerinden aşağı göremeyiz. Her tercih kendi ekseninde değerlidir.
Seçimler demokrasinin şölenidir. Referandumları da bu çerçevede görebiliriz. Referandum demokratik süreçte bir yönüyle bir son, bir yönüyle de bir başlangıçtır. Referandum sandığına sağ salim ulaşmak bile demokratik bir başarıdır. Referandumu kazasız belasız tamamlamak bir başka demokratik zafer olacaktır. Bu zaferin sahibi, sürecin parçası olan herkestir. Tüm partiler ve tüm seçmenlerdir. Tüm parti örgütleri, tüm parti görevlileri ve gönüllüleridir. Sonuç ne olursa olsun, tüm partiler ve tüm seçmenler bu zafere ortak olmuş, katkıda bulunmuş olacaklardır. Sağlıklı bir referandumun hepimizin zaferi olacaktır. Bundan sonraki demokrasi yürüyüşümüzde bize ışık tutacaktır.
Bu ne ilk ne de son seçim veya referandumdur. 16 Nisan tarihi, demokrasi yolunun ne başı ne de sonudur. Bu bitmeyen bir yolculuktur. Bu yüzden, ne kazananlar abartılı bir sevince bürünüp zafer naraları atmalı, kaybedenleri rahatsız ve taciz edecek davranışlara girmeli; ne de kaybedenler tüm umutlarını yitirerek sisteme, ülkeye ve dünyaya küsmelidir.
Oylarının rengi ne olursa olsun, hangi tarafta yer tutmuş olursa olsun tüm seçmenler bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı ve has evladıdır. Yaşadığımız süreç bir tarafın yok diğer tarafın var olmasıyla sonuçlanacak bir savaş değildir; siyasî bir yarıştır. Kazananlar sadece bir siyasî yarışı kazanmış, kaybedenler de sadece bir siyasî yarışı kaybetmiş olacaktır. İlerde hem başka konularda, hem de belki bu referandumda ele alınan konularda yeni yarışlar olacak ve siyasî hayat böylece akıp gidecektir.
Sonuç ne olursa olsun farklı siyasî görüşlerden insanlar, bütün vatandaşlar bu ülkede beraberce yaşamaya devam edecektir. Bizimle farklı fikirde olanlar hayatımızı fakirleştiren değil zenginleştiren varlıklardır. Onların bulunmadığı bir Türkiye eksik olur. Farklılıklarımız bize zarar vermez, fayda sağlar. Farklılıklar Allah vergisidir. Doğal, olağan, normal bir durumdur. Farklılıklarla savaşmak kadar akıl ve uygarlık dışı bir davranış olamaz. Bu tür savaşları hiç kimse kazanamaz.
Çoğu zaman hiçbir görüş tamamen doğru veya yanlış değildir. Doğrularda yanlışlar, yanlışlarda doğrular bulunabilir. Bu yüzden fikir ihtilâflarını felâket olarak görmemeliyiz. Asıl felâketin beraber yaşama, tartışma ve karar alma kurallarını yıkmakla doğacağını bilmeliyiz. Yakın tarihimizde bu gerçeği öğrenmemize katkıda bulunmuş olması gereken birçok olay yaşadık. Fikir tartışmalarından kaçınmamalı, kaçmamalı; ama tartışmalarımızda hem aklımızı ve mantığımızı kullanmalı, hem de nezaket ve adap kurallarına uymalıyız. Yıkmak, yok etmek için değil anlamak ve ikna etmek için çabalamalıyız. Başkalarını ikna çabasını kendimize hak olarak görüyorsak, başkalarının da bizi ikna etmeye çalışma hakkı olduğunu kabul etmeliyiz.
Vatanseverlik veya demokratlık gibi değer ve tutumların tekelimizde olduğunu sanmamalıyız. Farklı fikirlerdeki insanları hainler, satılmışlar olarak değil, kendi yollarında ve tarzlarında ilerleyen ama bizim gibi memleketin iyiliğini isteyen kimseler olarak görmeliyiz.
Demokraside uzun vadede usul esastan daha önemlidir. Usul kurallarına uyarak meşruiyet içinde kalabiliriz. Yapılandan memnun değilsek de usul kurallarını korumak gerekir. Çünkü bu kurallar, ilerde siyasî aktörler ve/veya onların pozisyonları değiştiği zaman, yanlış gördüğümüzü düzeltme, iyi gördüğümüzü getirme veya sistemi o doğrultuda ıslah etme imkânını bize verecektir. Bir örnek vereyim: Referandumdan “evet” çıkarsa, ilerde halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının partisiyle ilişkisinin kesilmesi hükmünü anayasaya koymak bile büyük bir değişiklik yapmak ve başkanlık sistemi yolunda ciddî bir adım atmak anlamına gelecektir. Bundan dolayı referandum sonucunu olgunlukla karşılamalı, bizim dediğimiz olmadı diye sınırları yıkmamalı, demokrasi dışı yollara başvurmamalıyız. Doğruda tam olarak anlaşmak ne kadar zorsa, usul kurallarında anlaşmak o kadar kolay olmalıdır. Referandum sonrasında en çok dikkat edilmesi gereken mesele budur. İnanıyorum ki, Türkiye’nin çilekeş vatandaşları usul kurallarını korumanın ve meşruiyet sınırları içinde kalmanın değerini, önemini ve yararını kavrayacak bilgi ve tecrübeye sahiptir.
Referandumun ülkemize, milletimize faydalı olmasını diliyorum.