Ana SayfaYazarlarRize nasıl kurtulur (1)

Rize nasıl kurtulur (1)

 

Günümüzde bilim insanları arasında Homeros’a ilişkin bir konsensus (artık) mevcut değil. Gerçekten var mıydı? Yaşadı mı? Tek bir şair mi? Bunların hepsi oldukça şüpheli. “Homerik destanlar” konusu ise daha net. Ortada (Türkçede kabul edilen yazılışlarıyla) İlyada ve Odiseia diye iki büyük destan var. Muhtemelen İÖ 13. yüzyıl ortaları veya ikinci yarısında uç veriyorlar. Uzun süre sadece sözel gelenekte mevcutlar. Türk edebiyatının Dede Korkut’unu andıran “anonim saz şairleri” tarafından törenden törene, ziyafetten ziyafete çalınıp söylene söylene büyüyüp gelişiyor, birleştirilerek serpiliyorlar. Yazıya geçirilmeleri ise İÖ 8. yüzyılı buluyor. Bu yüzden, o sıralar Batı Anadolu kıyılarında, İyonya’da yaşadığı düşünülen Homeros adında kör bir şaire izafe edilmeye başlıyorlar. Sarsılan fikir işte bu.  Her halükârda, İlyada ve Odiseia adlı eserler dünyanın bilinen en eski destanları ve modern Batı kültürünün de temellerinden sayılıyor.

Çağdaş arkeoloji Homerik destanlarda sözü edilen “Troya savaşı”nı en çok Troya VIIa katmanına yakıştırıyor ve dolayısıyla İÖ 13. yüzyıl ortalarına tarihlendiriyor. Öyle “bin gemi”lik bir filonun askerlerince on yıl sürdürülen tek bir kuşatma tabii olmuş olamaz (öyle organize bir devlet henüz mevcut olmadığından, yani her şeyden önce lojistik nedenlerle). Yunan anakarasından kuzeybatı Anadolu kıyılarına bir dizi yağma ve çapul akınının böyle bir efsaneye yol açmış, sonra etrafında destanların gelişmiş ve zamanla işlenip birleştirilirken adamakıllı abartılmış olması mümkün görünüyor.

 

Geçelim. İlyada’da bütün bu “Troya savaşı” değil, sadece kuşatmanın onuncu yılında geçen bir olay anlatılıyor. Akaların yüksek kralı Agamemnon ile en büyük savaşçıları Akileos, bir nedenle kavga eder. Akileos küsüp çadırına (otağına) çekilir. Bunun üzerine Troyalılar saldırır ve Akalar yenilmeye başlar. Akileos bir noktada tekrar muharebe meydanına döner ve Troyalıların büyük kahramanı Hektor’u öldürür. İlyada’da sadece birkaç güne sığan bu olaylar (uzun geri dönüşler ve arkaplanlarla birlikte) konu ediliyor.

İlyada’da karşımıza çıkan Aka savaşçıları, Yunan anakarasına ve Ege adalarına dağılmış küçük küçük krallıkların hükümdarlarıdır. İçlerinden Odiseus adında biri, zekâsı ve kurnazlığıyla ünlüdür. Troya düştükten ve yağmalandıktan, yakılıp yıkıldıktan sonra, Yunanistan’ın batısında, İyon Denizi’nde, İthaka adasındaki krallığına dönmesi, aynı efsanelere göre bir on yıl daha sürer. Bu fasıl da “Odiseus’un öyküsü” (seyahati veya serüveni) anlamına gelen Odiseia’da anlatılır. Sözcük (İngilizcedeki odyssey halinde olduğu gibi) Batı dillerine “uzun ve zorlu serüven” anlamıyla, bir cins isim olarak da geçer.

Mitoloji statik değil dinamik, sürekli değişen ve yeniden işlenen bir hikâyeler öbeğidir. İlyada ve Odiseia’da birleştirilen çeşitli alt-öyküler, tanrı ve tanrıça anlatımları ve soykütükleri, bize Eski Yunan inanışlarının İÖ 13.-8. yüzyıllar arasında biçimlenen ana eksenini verir. Başka bir dizi efsane ve rivayet ise, bu ana eksenin etrafına oturtulmaya, onunla ilişkilendirilmeye çalışılır. (Bu, İS 13. yüzyıl Anadolu beyliklerinden bazılarının şecerelerini hem Oğuz Hana, hem Hazreti Muhammede dayandırma çabaları gibi bir şeydir.)

 

Ana gövde dışındaki bu eklentilerden bazılarında, önde gelen Aka kahramanlarından bazıları Troya seferine isteksizce katılmış gibi resmedilir. Örneğin bizzat Odiseus, ancak yirmi yıl sonra geri dönebileceği yolundaki bir kehanet yüzünden, eşini ve oğlunu bırakıp gitmek istemez. Menelaos’un elçisi Palamedes’i deli taklidi yaparak atlatmaya çalışır. Bunun için, bir öküz ile bir eşeği birlikte çifte koşarak tarlasını sürmeye ve sürdükçe de tohum değil tuz ekmeye girişir. Ama Palamedes Odiseus’un henüz yeni doğmuş oğlu Telemakhos’u sabanın önüne bıraktığında, durmak zorunda kalır. Böylece aklının başında olduğu anlaşılır.

Bu arada en büyük kahraman Akileos da savaştan kaçmaya yatkındır. Oğlunun kara bahtını önceden bilen annesi (tanrıça) Thetis, çok önceden Akileos’u saklamaları için İskiri (Skyros) adasının kral ailesi Lykomedes’in yanına vermiştir. Ancak Pylos kralı bilge Nestor Akileos olmadan Akaların Troya’yı alamıyacağını söyleyince, Odiseus Akileos’un izini bulmaya gönderilir. İskiri’ye gider, zengin bir tüccar kılığında saraya gider ve etrafını alan prenseslerin önüne hem güzel kumaş ve takılarını, hem de en seçkin silâhlarını serer.  Sonra saraya saldırı var diye bağırıp bir panik havası yaratır. Kadınlar kaçışırken Akileos’un tersini yapıp savunma amacıyla kılıçlardan birine sarılması, gerçek kimliğini ele verir. Gene de, krallar kralı Agamemnon’a katılmaya ikna olması için, Odiseus’un ona komutanlık vaat etmesi gerekir.

Odiseus’un zekâsı “on yıllık Troya kuşatması” boyunca da tekrar tekrar kendini gösterir. Bazen kavgalı taraflar arasında arabuluculuğu, bazen savaşçılığı öne çıkar. Troya’nın sonunda düşmesini sağlayan “tahta at” hilesi de Odiseus’un fikridir. Tahta atın karnında saklanan Aka savaşçılarının da lideridir.

Ancak Troya savaşı bittikten sonra bir türlü evine, İthaka krallığına, karısı Penelope ve oğlu Telemakhos’un yanına dönemez. Özellikle Tanrı Poseidomn’un kendisine olan garezi yüzünden, Ege Denizi ve adalarında bir on yıl daha savrulur durur. Macerasının yedi yılı, kazazede olarak sığındığı büyücü Kalypso’nun adasında geçer. Kalypso Odiseus’a âşık olur ve onu bir türlü bırakmaz. Oysa Kalypso’nun da lâneti sevdiklerinin er geç onu terk etmesidir.

Öykünün bir yerinde, adadan kurtulma hasretiyle çöküp oturduğu kumsalda Odiseus’un ağzından şu sözler dökülür:

“Seni sevemediğim için ağlıyorum.”

Odiseus bunu Calypso ile olan imkânsız ilişkisi için mi, yoksa karısı Penelope’ye olan özleminden mi söylemektedir?

- Advertisment -