10 Ağustos 2005 tarihinde dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'la bir grup yazar-gazeteci Ankara'da buluşmuştuk. Kürt sorunu ilk kez resmi ağızlardan ifade edilmişti. AK Parti'nin Abdullah Gül dahil önde gelen isimlerinin katıldığı toplantı 4 saat sürmüştü.
Ertesi gün Erdoğan bu ekipten Ali Bayramoğlu, Taha Akyol ve beni Diyarbakır'a birlikte gitmek için davet etti. Miting kalabalık değildi. Erdoğan en çarpıcı konuşmalarından birisini orada yaptı. Geçmiş için devlet adına Kürtlerden özür diledi. “Kürt sorunu” ifadesini toplumun önünde açıkça dile getirdi ve şunları söyledi:
“İlla ‘ad koyalım’ diyorsanız, Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Bu sebeple 'Kürt sorunu ne olacak?' diyenlere diyorum ki, bu ülkenin Başbakanı olarak, o sorun, herkesten önce benim sorunumdur. Biz büyük bir devletiz ve her sorunu daha çok demokrasi daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahla çözeceğiz, bu anlayışla çözüyoruz…”
Erdoğan, daha sonra bir kere bile “Kürt sorunu” ifadesini kullanmasa da, çözüm için tarihimizin en cesur çıkışlarını yaptı. Risk aldı…
2005'ten bu yana 14 sene geçti. HDP, o zaman Diyarbakır Belediyesi’ni açık farkla kazanmıştı, 31 Mart 2019 yılında yapılan seçimleri de benzer farklarla kazandı. Üstelik son seçimlerde Diyarbakır'ın seçilmiş belediye başkanı Gültan Kışanak hapisteydi. Belediyenin başında İçişleri Bakanı’nın atadığı kayyum bulunuyordu.
Dün sabah, Diyarbakır, Van ve Mardin'e yeniden kayyum atandı. Seçilmiş başkanlar ikinci kez tasfiye edildiler. Bu tasfiye yapılırken Cizre, Şırnak başta olmak üzere bölgede yoğun bir operasyonlar dizisi başlatıldı.
İdare, yani bakanlık, siyasetin emrinde bir kurum. Eğer ortada bir suç iddiası varsa, yani hukuku ilgilendiren bir konu varsa, hukuk devreye girmeli, idare değil.
Sorunun boyutu ve gerçekliği ortada. Sorunu silahtan arındırmak, şiddetten arındırmak ve diyalogla çözüm aramak için, meşru zemini korumak zorundayız.
Meşru zemini, yani siyaseti…
Bölgede bir kesim, devlete güvenmediğini, silahı bırakmamak gerektiğini söylüyor, bu yönde propaganda yapıyor. Silahı güvence gibi sunuyor. Ezici çoğunluk ise yasal alanda siyasetten yana. Bu “açık” alan, ne yazık ki her gerilim anında, devletin ve PKK'nın müdahalesine uğrayabiliyor. Yasal alanı savunan siyasetçiler hapse atılıyorlar, silahlı saldırıların hedefi haline geliyorlar.
Bölgede, meşru zemini korumak ve yasal alanda siyaset yapmak, çok netameli ve zor bir iş.
Şimdi hedef yine orası. O zemin yok olunca, çatışma ve şiddetten beslenenlere gün doğuyor.
Demokrasinin ve barışın en önemli teminatı seçme ve seçilme hakkıdır…
Tehdit altında olan, demokrasidir…