Ana SayfaYazarlarSisifos ve Ortadoğu barışı

Sisifos ve Ortadoğu barışı

 

Çoğumuzun bildiği gibi Sisifos mitolojik bir kahramandır. Başlangıçta Korintoslu bir kral olan Sisifos, üzerine vazife olmayan bir işe burnunu sokar, Zeus’un kaçırdığı kızlardan birinin babasına olayı anlatır. Bunun üzerine Hades’e sürülür ve korkunç bir ceza verilir. Cezası, büyük bir kayayı ittirerek yokuş yukarı bir tepeye çıkarmaktır. Kaya tam tepeye varacağı sırada taş tekrar aşağı yuvarlanır. Olay sonsuz bir döngüdür; Sisifos ne dinlenebilir, ne  uyuyabilir, ne de rahat yüzü görebilir. Kendi kendini teselli etmek için “aman ne güzel, bu durumdan mutlu olmalıyım, çünkü en azından yapacak bir işim var” der.

 

Ortadoğu’da Osmanlı hakimiyeti sona erdikten ve imparatorluk parçalandıktan sonra ortaya çıkan bir çok devlet günümüzde içten içe kaynıyor. Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı’nın yitirdiği Ortadoğu’da, artık bölgenin yeni hakimlerinin siyasi ve  ekonomik çıkarlarına uygun bir düzenleme yapıldı. İngiltere ve Fransa, bu bölgedeki vilayetlerde söz sahibi olan ülkeler haline geldi. Osmanlı döneminin Bağdat vilayeti, Irak adında bir devlete dönüştürüldü ve İngiliz egemenliğine bırakıldı. Halep ve Şam da Suriye olarak isimlendirildi. Diğer yandan, tarihsel olarak Suriye'nin bir parçası olan Beyrut ve çevresi ise Lübnan devletine dönüştürüldü. Bu arada, sadece coğrafi bir bölge olan Filistin de bir devlet haline getirildi. Aslında bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, Ortadoğu’nun Osmanlı’dan kopuşu ve yeniden kuruluşu, onu sömürge haline getiren devletler eliyle gerçekleşti.

 

Ortadoğu’da kurulan bu devletlerin hiçbiri etnik veya dini bir birliğe dayanmıyordu. Irak’ta, birbirlerinden çok uzak üç ayrı grup vardı: Kürtler, Sünni Araplar ve Şii Araplar. Suriye daha da karışıktı: Sünni Araplar, Alevi Araplar, Dürzîler, Kürtler… Hepsi bu yeni devletin çatısı altında yaşıyordu. Filistin’de ise Arapların yanında giderek artan ve kendi devletlerini kurmayı hedefleyen bir Yahudi nüfusu vardı. Lübnan Hıristiyan Araplar ile Müslüman Arapları barındırıyordu. Ancak bu iki temel grup da kendi içlerinde mezheplere bölünmüştü. Fransa ve İngiltere’nin yeni kurdukları bu devletlerde yaptıkları bazı düzenlemeler de özellikle istikrar bozucu nitelikteydi. Örnek vermek gerekirse, Lübnan anayasasına göre cumhurbaşkanı Hıristiyan Maruni, başbakan Sünni ve meclis başkanı Şii olmak zorundaydı. Demek istediğim, emperyalist ülkeler bölgeden çekilmeden önce arkalarında zaten sorun yumakları bırakmışlardı.

 

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, emperyalist güçlerin de iteklemesi ve kışkırtmalarıyla günümüzde haritalar yeniden çizilmeye çalışılmakta. Bu tip hayaller kuranlar unutmamalı ki günümüz Türkiye Cumhuriyeti devleti artık ne 19. yüzyılın “Hasta Adam”ıdır hattâ ne de 15 yıl önceki Türkiye’dir.

 

1980’lerde Beyrut’ta iç savaşın çok şiddetle devam ettiği günlerde insanlar bütün samimiyetleriyle “Keşke Türk askeri bölgeye yeniden gelse de barışı görsek” demekteydiler. Ben bunu bizzat, kulaklarımla işittim. Pek çok özelliği ile tarihe damgasını vurmuş olan Osmanlı devletinin yönetim modeli, ulaştığı medeniyet seviyesi, sanatsal gücü, kültürü, aile yapısı gibi üstün yönleri günümüzde de büyük hayranlık uyandırmakta; çeşitli araştırmalara, seminerlere ve belgesellere konu olmakta. Birçok devlet adamı, akademisyen ve tarihçi, eskiden Osmanlı’nın hüküm sürdüğü topraklarda bugün yaşanan karışıklıkların ve çatışmaların sona ermesi için Osmanlı modelinin yeniden canlandırılması gerektiğini dile getiriyor. Kuşkusuz bunda, 600 yıl boyunca Osmanlı topraklarında yaşanan ve her din ve ırktan halk için geçerli olan adalet anlayışının önemli bir payı var.

 

Günümüzde Türkiye bölgede aktif bir rol oynamakta. Artık Ortadoğu masasında Türkiye baş köşede oturan aktörlerden biri. Türkiye’nin masada oturmasının bir çok adaletsizliği ortadan kaldıracağına inanıyorum. Güçlü bir Türkiye’yi yıllardır hasretle bekleyen Ortadoğu halkları bu kez yanılmayacakve Türkiye’yi yanlarında bulacak. Bendeniz, Lübnan’da doğup 18 yıl yaşamış biri olarak, iç savaşın ne olduğuna gözlerimle şahit oldum; buna karşılık güçlü bir ülke nasıl olur, onu da gayet iyi bilirim. O yüzden Türkiye’yi içten karıştırmak isteyenlerin başarılı olacaklarına inanmıyorum. Çünkü içinde yaşadığım ülke ile söylenen ve yazılanları karşılaştırdığınızda (veya ana fotoğrafa bütünüyle baktığınızda) göreceksiniz ki Türkiye başıboş değildir. Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi dendiği dönemler geçmişte kaldı. Hatırlarsanız, eskiden haberlerde izlerdik, yabancı ülkelerde bir dağda mahsur kalan bir dağcıyı helikopter ile kurtarırlarken hepimiz “vaay bee adamlara bak” derdik. Şimdi ise Batı ülkeleri Türkiye’den bölgeye barış gelsin diye destek talep etmekte.

 

Nereden nereye geldik, değil mi?

 

Yazımın girişinde, Korintos kralı Sisifos’tan bahsetmiştim. Büyük bir kayayı yokuş yukarı çıkarması gerekmekteydi. Kaya tam tepeye varacağı sırada tekrar aşağı yuvarlanmaktaydı. Özellikle Ortadoğu’da barış, aynen Sisisfos’un kayası ile verdiği mücadele gibi oluyor. Durduk yerde patinaj yapıyor barış. Bölgeye barışı getiren kişi ve ülke tarihe geçecek.

 

İnanıyorum ki tarihe geçecek bu kişi, yurt içinde ve dışında barışı tesis etmek için yaptığı gayretli çalışmalar neticesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin lideri, sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olacak. Yaşayıp göreceğiz…

- Advertisment -