Sami, neden kapalı gözlerin? Neden bakmıyorsun bana? Buradayım. Açsan gözlerini göreceksin beni. O günü hatırlıyor musun? Beni bu ağacın önünde, şöyle sonsuz boşluğu da içine alarak çek demiştin. O günü hatırlıyor musun? Sami, neden kapalı gözlerin?
Yine o kadına bakıyorsun değil mi? Şimdi o, elindeki fotoğrafta seni görüyor. Şimdi o sana baktığı için burada kapalı gözlerin. Yine buluşacaksınız değil mi? Ben burada en sevdiğin yemeği yaparken buluşacaksınız. Çok doyurmasan karnını, bir dilim tatlı yesek birlikte? O da mı olmaz? O zaman biraz konuşuruz belki? Hani o gün, fotoğrafını çektiğim gün, porsuk ağacının boyu ne uzundu. Etli, kırmızı meyveleri ne büyük. Hani sen başağı andıran yaprakların arkasından bakmıştın bana. Neden bu ağaç dedim. Porsuk ölümsüzleştirir dedin.
Sami, ben bu fotoğraftan iki tane çekmiştim. Gözünü kapadığın fotoğrafın bende. Diğerini ona mı verdin? Yok kızmıyorum. Yemin olsun kızmıyorum. Bir yerde ölümsüz olduğunu bilmek rahatlatacak beni. Arada acıyıp uğrayacaksın. Ne de olsa sevdiğin onca eşya var burada.
Atar mıyım? Gözüm gibi bakıyorum. Sadece geceleri korkuyorum Sami. Bu eşyalar korkutuyor beni. Oysa ilk zamanlar, tutunuyordum ben onlara. Elbiselerin de duruyor. Kapı önüne koymadım ayakkabını. Boyadım, temizledim, öylece duruyor yerinde. Bir tek doğum gününde sana aldığım şeyler. Onları çıkardım evden. Hem sevmemiştin onları. Sevsen anlardım. O üstünden hiç çıkarmadığın eşyaları sakladım sadece.
Dün gece çok soğuktu. O hep giydiğin yün kazak var ya, etiketi olmayan. Onu giydim. Seni ne sıcak tutmuş. Anladım neden çok sevdiğini. Hiç üşümemişsin sen Sami.
Biliyor musun ben üşüdüğüm zaman daha çok kâbus görüyorum. Evin tüm pencereleri açık belki ondan. Ama sen hiç merak etme. O üşümüyor. Biliyorum. Üşüse terk eder bu şehri. İnsan sevildiği şehri demek ki terk edemiyor.
Dün gizlice izledim onu. Saatlerce yürüdü. Yok görmedi beni. Ya da hep yaptığı gibi görmezden geldi beni.
Biliyor musun Sami, ben ondan daha güzelim.
Yalnız ismi hatırıma gelmiyor. Zorluyorum ama olmuyor. Kimse seslenmedi ki. Hiç tanıdık bir yüze gülümsemedi. Yanından onu tanıyan biri geçmedi daha. Senin gibi kollarını sallayarak yürüyor. Uzun uzun yolu sulayan aracı seyrediyor. Ne anlıyor bilmiyorum. Gidip bana da anlat diyecektim. Sami de uzun uzun seyrederdi diyecektim. Diyemedim. O seni benden daha çok mu tanıyor?
Bir keresinde bir şey anlatmıştın. Arkadaşın ölmeden önce, insan muhakkak aradığını buluyor, içini sıcacık eden o anlara kavuşuyor demişti. İnsanın kısacık ömründe yaşadığını hissetmesi ne güzel, o anları hatırlayarak ölmesi ne güzel şey demiştin.
Sana bir haberim var Sami. Bu kadın, bana kalırsa bir tek seni hatırlıyor. Konuşmuyor kimseyle. Acıyorum ona. Sen ona öyle güzel bakarken, o da bana acır mıydı? Yoksa bir gelin çiçeği gibi açar mıydı gözlerinde? Ben aranızda bir acı yonca misali baş gösterirken, sevişir miydiniz ben yokmuşum gibi.
Bak sana diyim, bu kadın var ya, bana unutturdukların. Biraz da benim aslında bu kadın.
Ama yok ben ondan daha güzelim Sami.
Her sabah benim göremediklerimi görmüş bir göz gibi geçiyor yolun karşısına. İnanmayacaksın ama senin arkana saklanan bu kadın şimdi çıplak. Benim gördüğüm gibi bakmıyor kimse ona.
Hep aynı fırına uğruyor. Hep aynı gazete elinde. Francalanın ucundan bir parça koparıyor. Görsen yutarken ne zorlanıyor! Çok gülüyorum Sami. Bir ölünün ağzına götürüyor her seferinde ekmeği.
Ben de aynı fırına uğruyorum. Aynı gazeteyi alıyorum. Eve gelene kadar soğuyor ekmek. Ucundan koparıp, kuşların önüne atıyorum. Lokmalar onlara da büyük geliyor Sami.
Sana güzel bir haberim de var. Dinle, dinle. Bu akşam yemekte balık var. Yok ben yapmadım. Ben, yol kenarından topladığım ebegümecileri evdeki ısırganla kavuracağım. Çünkü sen hiç sevmezsin.
O mu? O kuru bakla aldı. Kesin zeytinyağlı fava yapacak. İçine bir küp kesme şeker atmayı unutmasa bari. Bir de iri bir palamut aldı. Lakerdayı ne çok sevdiğini biliyor belli ki. Defne yaprağı bu işin püf noktası, onu da söylemeye gerek yok. Tezgahtaki palamutlar pek taze gelmedi gözüme. Biliyorsun taze balık olması şart. Merak etme ada otu almadı. Karides mi? Aldı tabi. Kesin güveçte yapacak. Ben hiç içine mantar koymam, sever misin ki? Belli mantarlı yapacak. Tereyağını abartmamak gerek, karidesleri de iyi ayıklamak. Sanmam. Unutmamıştır. Evde rokası var demek ki. Acılı ezme yapmasa keşke. Kendini tutamayıp çok yiyeceksin yine.
Ne dedin? Yine geç mi geleceksin? Olsun. Çok mu güzel yemekler? Aslında tarifini al diyecektim, şeyin, sardalyenin. Asma yaprağına saracak belli ki. Yalnız balıkçıya sardalya dedi. Senin gibi. Yaşatıyor seni Sami. Oysa ben seni yaşatmak isterken doğru kelimeleri bile bulamıyorum. Ne acı değil mi?
Elimdeki mi? Ne olacak sigara. Sigaraya başladım ben. Kaç gün önce bilmiyorum. Senin sararmış ağızlıklarını kullanmıyorum. Sanki nefesini içime çekecekmişim gibi oluyor, korkuyorum. Belki içinden en sararmışını seçip, senin adına, ona yollarım. Ne çok istersin değil mi tüm eşyalarını ona yollamamı. Bu evin çırılçıplak kalmasını ne çok istersin.
Doğru. Doğru aslında kendime iyilik bu. Doğru da kendime bu iyiliği neden yapayım? Sami dur gitme. Sami lütfen bir dinle yalvarırım. Ben çok eksiğim. Ne olur bana da anlat. Sadece onun yanındayken mi yeni yetmeler gibi gülerdin? O sana gül dediği için mi çok güzel gülerdin?
Düşündüm de ben hiç gül diyemedim sana. Seninle biz hiç, nasıl desem ağız dolusu gülmedik. Yine de ben seni ondan daha çok tanıyorum Sami. O hep sevdiğin şeyleri biliyor, o hep onu severken gördü seni. Sen benim yanımda öldün. En son beni gördü camgöbeği gözlerin. Son kelimelerini ben duydum. Gözbebeğinde oluşan siyah siyah noktaları ben izledim. Sağ gözün ile sol gözün artık aynı renk değildi biliyor musun? Kirpiklerin gözlerini tırmalıyor, deli gibi kaşıyorsun diye elim hiç titremeden onları ben kestim. Öne çıkan alt çenenden sızan tükürüğü ben sildim. Şişmiş bacaklarınla, yürümeye çalışırken seni ben tuttum. Her zil çaldığında, sanki kurtulacakmışçasına kapıya baktığında, o kapıyı ben açtım.
Çıngıraklı yılanın kuyruğundaki o siyah halkalardan gelen sesi duymadığında, ısırdığı yer şişmeye, kızarmaya başladığında, ağrı birden şiddetlenip uyandığında, yanındayım, kâbus gördün diye ben dedim. Sıcak havaları hiç sevmediğin, o kazak üstümdeyken bana düşman gibi baktığın için, pencereleri ben hiç kapatmadım. Diş etlerin yumuşacık hale gelip de kıpkırmızı olduğunda, sevdiğin yemekleri yapmadığım için ben kötü oldum. Sabah uyandığında, kendimi bir tek gün orada göremediğim gözlerinin kenarlarında kabuk kabuk olmuş o akıntıyı ben temizledim. Seni ziyarete gelen arkadaşların, gizli gizli yanıma gelip, Allah iki iyilikten birini versin dediklerinde, seni onlardan ben kurtardım.
Sami, ben bunların hepsini seve seve yaptım. Gidemeyip de bağlı kaldığın şu yatağı her gün gülerek temizledim. Bu yatağa bağlı olduğun her günü, geç kaldığın günlere saydım. Pelte yapıp önüne koyduğum her yemeği, o kadınla yemek yediğin günlere saydım. Yaşayasın diye sarf ettiğim ne varsa, onu göremediğin günler çoğalsın diye, o seni bir gün daha az görsün diye yaptım.
Sami, hani sana, gözlerini sonsuza dek kapatmadan önceki anlarda, bir şey anlatmıştım. Seni ne çabuk unuttuğunu anlatmıştım. Bir başkası için hazırladığı yemekleri saymıştım tek tek, gözlerini aç demiştim, sonsuz boşluğa bak demiştim, artık buluşamayacaksınız demiştim, artık uzun uzun konuşacağız demiştim, bir fotoğrafını çekmiştim, çökmüş çenenden akan, gözlerinden akan acıyla, gözlerini hiç açmamıştın.
O fotoğrafını senin adına ona yolladım. Neydi ismi, tamam hatırladım. Hale. Bazı günler ayın çevresinde görünen ışıklı daire. İçine bir de porsuk ağacının önünde çektiğim fotoğrafı koydum. Benim gördüğüm gibi seni görsün diye.
Sami ne olur üzülme, inan ben ondan daha güzelim.