Ana SayfaYazarlarİstihbarat zafiyeti ve “öngörülmeyen sonuçlar yasası”

İstihbarat zafiyeti ve “öngörülmeyen sonuçlar yasası”

“Darbede istihbarat zafiyeti” karikatürize edilen olay eşliğinde tartışılıyor: “Cumhurbaşkanı darbe haberini eniştesinden aldı…”

Gerçekten de Erdoğan’ın bir yakın akrabası bulunduğu yerden sokaklardaki tankları görüyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aramak üzere telefonuna sarılıyor.

Böylece Erdoğan istihbaratı ilk önce “sokaktaki adam”dan alıyor: “Tanklar var. Darbe mi oluyor acaba?”

Hemen sonrasında Erdoğan bir dizi kişiyi aramayı deniyor.

Kendi anlatısına göre bunların bir kısmına “ulaşamıyor,” bazılarıyla ise (Başbakan Binali Yıldırım) “ancak zor koşullarda” görüşebiliyor.

Bu “zor koşullarda görüşmek” tam olarak ne anlama geliyor?

Teknik bir sorun mu, insani mi, harici bir iletişim engeli, bir jammer etkisi vb mi? Bunu bilmiyoruz.

Bildiğimiz, ilk anda olmasa da sonradan irtibatın sağlandığı. Hakan Fidan’ın kendisi aramadığı sürece ulaşılamaz olduğu ve operasyonu idare ettiği komuta kontrol merkezinden, uydu telefon vasıtasıyla Erdoğan’ı aradığı.

Darbe istihbaratı saat 16:00’da alınıyor.

Hakan Fidan ilk iş Genelkurmay’a ulaşıyor ve TSK’ya “hareket yasağı” emri veriliyor.

Hiçbir askeri uçak uçmayacak, hiçbir zırhlı birlik hareket etmeyecek, hiçbir askeri güç kaydırması yapılmayacak.

Saat 16:00 istihbaratının detaylarını bilmiyoruz.

Darbecilerin planları kısmen veya tümüyle ele geçirildi mi? Kimler olduğu, mobilize etmeyi düşündükleri güçlerin nitelikleri, strateji ve taktiklerinin detayları o aşamada MİT ve dolayısıyla Genelkurmay tarafından biliniyor muydu?

Bilmiyoruz.

Bildiğimiz, Genelkurmay’dan gelen “hareket yasağı” emri ile darbecilerin açığa çıktıklarını anladığı ve darbeyi ertelemek yerine, planlarında hesaba katılmış risklerden fazlasını almaya cesaret ederek tetiği çektiği.

Muhtemelen darbeciler, “hareket yasağı” emri gelir gelmez planlarının açığa çıktığını anlıyor ama onlar da düşmanın elinde daha başka ne gibi bilgiler olduğunu, önlem almaya başlayan MİT ve Genelkurmay ikilisinin olası diğer karşı hamlelerini bilmiyor, ancak tahmin yürütebiliyorlar. Yukarıda da söylendiği gibi, sonuçta, plan dahilinde aldıkları risklerin üzerine, nicelik ve niteliklerini hesaplayamadıkları yenilerini de ekleyerek harekete geçmeyi seçiyorlar.

Oldukça riskli bu kararı almaları, niyetleriyle ilgili ipuçlarını da taşıyor ama bu konuya başka bir yazıda değineceğim.

Şimdi ise onların yerine, muhtemelen onların da “hareket yasağı” emrini alır almaz yaptıkları gibi, “sızma”nın boyutlarını tahmin etmeye çalışalım.

En kötü olasılık, tüm planlarının, harekat noktalarının, güçleri ve kimliklerinin karşı tarafın elinde olduğu.

Mümkündür ki her cephe ve aşamada kullanılacak tüm güçlerinin karşısında, hükümet ve ona bağlı güçlerce gereken yığınak yapılmış, tüm önlemler alınmıştır.

Belki de birazdan tutuklanacaklar? Bilmiyorlar.

Bekliyor, düşünüyor, bakıyorlar.
 

Kısa bir duraklamadan sonra bütün harekat noktalarına pozisyon değerlendirmesi için üstünkörü de olsa keşif emirleri veriyor ve karşılığın acele raporlanmasını talep ediyorlar.

Gelen raporlar, kullanacakları zırhlı birliklerin, harekata katılacak hava üslerinin ve diğer kritik noktaların etrafında bir karşı hareket hazırlığı gözlenmediğini söylüyor.

Ve zaten MİT ve Genelkurmay, yani karşı taraf da, merkezden bir yasak emri göndermek dışında etkin ve belirgin bir hareket yapmamış; bilgileri dahilinde, planlarını bozmaya yönelik bir karşı atak henüz gelişmemiş.

O takdirde hâlâ bir şansları olduğunu düşünüyorlar.

Muhtemelen kimlikleri ve güç dökümleri karşı tarafın elinde değil. Yani karşı taraf üzerine gelecek olanı göremiyor ve/ya ellerinde bazı bilgiler olsa bile kime nasıl güvenip ortak hareket edeceğini bilemiyor.

Yine de her halükarda güvenecek birilerinin bulunacağı ve karşı hareketin çok da gecikmeyeceği kesin.
Bir süredir yaptıkları hazırlıklar artık gizlenebilir olma sınırını aşmış ve çoktan bir soruşturmada kolayca bulunabilir izlere, kanıtlara dönüşmüş.
 

Yani beklerlerse er veya geç yakalanacaklar.

Ve karar veriliyor: “Onlar bizi vurmadan biz onları vuralım.”

Burada birkaç noktayı hatırlayıp darbecilerin niyetine dair spekülasyona girmek gerekiyor, ama bu yazıdaki yer bunun için yeterli değil.
 

Şimdilik asıl yapmak istediğim, çok konuşulan ve belli ki daha da çok konuşulacak olan istihbarat zafiyeti konusu ile MİT liderliğinde gerçekleştirilen karşı operasyonun değerlendirilmesi.
 

Ancak önce, bu satırlar yazılırken internete düşen bir habere bakalım.

CNN Türk’ün haberine göre, darbe gecesi Mehdi Eker ile Hakan Fidan arasında bir görüşme gerçekleşiyor. Eker ortalıktaki tankları görüp uçakların sesini duyduktan sonra “neler oluyor?” diye önce İçişleri Bakanı Efkan Ala’yı arıyor ama ulaşamıyor. Ardından, (o sırada Mecliste ya da Meclise gitmek için yolda olan) Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile görüşmeyi başarıyor.

Haberde, Eker ile Bozdağ arasındaki konuşmaya dair bilgi verilmiyor. Eker ve Fidan arasındaki görüşme ise, Eker’in haberdeki ifadesinde şöyle anlatılıyor:

“Bir sıkıntı olduğunu söyleyince, nasıl bir sıkıntı olduğunu sordum. ‘Bizi zorluyorlar’ dedi. Hakan’la benim görüşmem 22:30 sıralarında oldu. Tam darbe olarak tarif etmedi. ‘Kimler, nedir’ diye sorunca bana, Hava Kuvvetleri ve Jandarma içindeki Paralelcilerin harekete geçtiğini söyledi. Sesi de kötüydü. ‘Çok sıkıntı var’ dedi, kapattı telefonu.”

Tekrar, Genelkurmay’dan gelen “hareket etmeyin” emri sonrası darbecilerin durumuna dönelim.

Öncelikle operasyon, cumhurbaşkanının tatilde olduğu Marmaris dışında sadece iki ili, İstanbul ve Ankara’yı hedefliyor.

Diğer illerdeki hareket, onlardan bağımsız, planlarının fiilen içinde olmayan, ama zihniyet ve hedefte ortaklaştıklarını düşündükleri ve dolayısıyla tümüyle kendilerine katılacağını umdukları komutanların tepkisine bağlı.

Elbette ki bu, hedeflerindeki İstanbul ve Ankara için de geçerli. Oralardan da katılım bekliyorlar.
 

Bu katılımla ilgili kesinlikten oldukça uzak bir takım tahminleri olmalı. Bu durum da yine niyetlerine dair bir gösterge ve zamanı gelince değineceğim.

Planlarının içinde, Genelkurmay üzerinde baskı kurup, darbe harekatını Genelkurmay’ın iradesine bağlı gibi göstermek de herhalde var — ama bunun olabileceği o aşamada kesin değil.
 

Alternatif plan, yine de harekatı bir takım kandırmacalarla Genelkurmay’dan kaynaklanıyormuş gibi gösterip, habersiz garnizonları darbeye katmak ve kendileriyle birlikte hareket etmeyen tüm komutanları da etkisiz kılmak.

Genelkurmay örneğinde bunu kanlı bir askeri harekatla, kısmen beceriyor ve direnen Hulusi Akar ile diğer kuvvet komutanlarını (farklı yerlerde) tutuklayabiliyorlar. Özel Harekâtın komutanı  Zekai Aksakallı’yı ve dolayısıyla bütün Özel Harekât birliğini ele geçirememeleri gibi örneklerde ise başarısız oluyorlar.

Bilindiği üzere darbenin genel algıda ilk ortaya çıkışı, Boğaziçi Köprüsü şeritlerinden birinin, iki üç cemse ve bir bölük askerle kapatılması; gelip geçen araçlardakilere orada bulunan subaylar tarafından, “darbe oldu, evinize gidin” denmesi.

Köprü işgali ile açığa çıkan darbe girişiminin bu andan sonraki akış sürecinde, bir çok noktada (bazen sırası karıştırılarak anlatılan) birçok farklı olay aynı anda gerçekleşebiliyor ve birbirlerini etkiliyor.

Sonuçta, olay örgüsünün tümü bu yazıya sığmayacak kadar büyük ve halen dahi tam olarak net değil. Ancak darbeyle ilgili iki önceki yazımda anlattığım gibi, en kritik aşamadan Marmaris’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ölü ya da diri ele geçirilme hamlesinin akamete uğratılmasıyla geçiliyor. Bu olay, bu yazının ana konusu olan “istihbarat ve karşı harekat” ile yakından ilgili.

Şimdiye kadar olan kısmı toparlayalım.

Oldukça küçük ve kısıtlı bir güçle belirli kritik noktaları hedef alan ve ertesi sabah saat 00:03’de başlayacak olan harekat, sızmanın anlaşılmasıyla öne alınıyor ve düşünülen zamanlamalara uyulmadan, aşırı risk alınıp erkenden tetikleniyor.

Kendi insiyatifi ile ve zor karşısında kalıp, kendini ve görev yerini savunmaya geçen Genelkurmay ve Özel Harekt Komutanlığı gibi birkaç yer hariç, TSK genelinde “hareket yasağı”na uyuluyor. (Bazı yerlerde daha geç saatlerde hareketlenen darbe heveslileri, fazlasıyla çabuk toplanan halkın kararlı direnişi karşısında varlık gösteremiyorlar.)

Genelkurmay emrine uyup hareketsiz kalan TSK unsurları dışında, hareket edenlerin darbecilere ait kuvvetler olduğu hemen hemen bütün güçleriyle birlikte ortaya çıkıyor ve karşı önlemler, hareketsiz kılınmış TSK unsurları olaya dahil edilmeden, önce MİT ve Emniyet birimlerince alınıyor.

Sonrasında ise darbeye verilen karşılığa, güvenilirliği netleştirilen veya zaten güvenilir olduğu bilinen ama ancak hareketlendirilen TSK unsurları da dahil ediliyor.

Darbeciler her cephede yenilmeye, teslim olmaya veya geri çekilmeye başlıyorlar, ama en kritik nokta olan Marmaris’te, başka şeyler de oluyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisininki de dahil her anlatımda farklı ifade edilen (bir buçuk saat ile 10 dakika arasında değişen) bir süre önce, hedef bölgeden sivil bir helikopterle ayrılıp, sonu İstanbul Atatürk Havalimanı’nda bitecek yolculuğuna başlıyor ve aynı anda bölgeye çok sayıda özel harekât polisi intikal ediyor.

Darbeciler Erdoğan’ı hedeflerken karşılarında sağlam bir direniş buluyor ve uzun, kanlı bir çatışma sonrasında yenilip kaçıyorlar.

Kısa özet: (1)16:00 istihbaratı ve TSK’ya hareket yasağı. (2) Sızmanın anlaşılması ve dağınık, organizasyonu bozulmuş halde başlayan darbe girişimi. (3) Tüm cephelerde temas ve darbecilerin açığa çıkması. (4) Halktan, önce kendiliğinden başlayan, eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ve sonra Başbakan Binali Yıldırım’ın mesajlarıyla alevlenen, son olarak da Erdoğan’ın konuşmasıyla kitleselleşen kararlı direniş. (5) Tüm cephelerde arka arkaya zaferler ve darbenin ezilişi.

Darbenin akamete uğratılmasının hemen ardından, Türkiye Cumhuriyeti’nin FETÖ lideri Gülen için önceden hiçbir resmi iade başvurusunda bulunmamış olduğunu, ancak darbe sonrası ele geçen kanıtlar ve yine darbecilerin itiraflarıyla güçlendirilmiş bir iade talebinin artık resmileştiğini öğrendik.

Üstelik iade başvurusunun ABD tarafından gelen yansımaları, bu başvurunun kesinlikle dikkate alınacağı ve Türk hükümetiyle işbirliği yapılacağı doğrultusunda.

Yani 15 Temmuz darbesi öncesinde neredeyse imkânsızmış gibi görünüp sadece hamasi nutuklarla köşe yazılarına konu olan “Gülen’in Türkiye’ye iadesi,” artık oldukça gerçekleşebilir gelmeye başladı.

Örgütün TSK içindeki bütün unsurları açığa çıkarıldı; kendilerini ömür boyu hapiste tutmaya yetecek suçların kanıtları ve arkasından da operasyonu ahtapotun diğer kollarına kadar uzatacak itiraflarıyla, artık apaçık ortadalar.

Bu acı ve korkunç olayın zarureti ülkeyi bir OHAL’e götürdü ve bu da hükümetin elini FETÖ operasyonları için oldukça güçlendirdi.

İstihbarat zafiyeti vardıysa da, ki herhalde var, “planlanmayan, öngörülmeyen sonuçlar yasası” uyarınca, çok çok kötü olabilecek sonuçlardan bambaşka, hayli iyi bir sonuca ulaşmış; ülkeyi iyi bir yere getirmiş bulunuyor.

 
 

- Advertisment -