Takas

Uzaklarda bir yerde bir benzin istasyonu. Etraf orman. Çam ağaçları olmalı. Rüzgâr yok. Belli belirsiz seçebildiğim şirket markasının asılı olduğu levha, dünyanın merkezinden geldiği söylenen, hiç anlayamadığım o kuvvete direnip yere çakılmamak için üzerindeki ince tele asıldıkça asılmış. İstasyonun sahibi olmalı, yaşı hafif geçkince adam yalnızlığını sıra sıra dizilmiş pompaların arasına saklıyor. Birinin kolunu temizliyor sanki. “Kimin yolu, nasıl düşer buraya” diye sormamı istemiş midir ressam?

 

Niye uzak diye başladım acaba ilk paragrafa? Meselâ, hâlihazırda bulunduğum yer ve çevresini, bu benzin istasyonu ve çevresiyle değiş tokuş edebilir miyim? Şöyle: Yaşadığım muhit ve civarının, uygun bir ölçekle uydudan fotoğrafını çekiyorum; bu fotoğrafın içinden kendi bölgemi çıkarıyorum; az önce sözünü ettiğim resmi, fotoğraftan ayıkladığım yere özenle yerleştiriyorum. Bakıyorum bir süre. Anlaştı mı parçalar? Becerebildiysem, resimdeki benzin istasyonu için yakın bir yer diyeceğim. Yoksa, uzak bir yer orası. Eğer elimde kalan kendi muhitimin fotoğrafını, istasyon resmini içinden çıkardığım çevreye gömebilirsem takas tamamlanacak. Biri başarılı olurken, diğeri olmayabilir elbette. Bulunduğum yerle böylesine takas edebileceğim başka kaç diyâr bulabilirim?

 

Mesafe tanımaksızın takas yapabileceğim yerlerin sayısı çok olsun isterim. Peki, kolay tarafından başlayalım. Semtimi, arkadaşlarımı olduğu gibi bırakayım. Dünya üzerinde canımın istediği bir başka diyâra gideyim. Ee, bu çok kolay. Alırsınız sırtınıza çantanızı, düşersiniz yola. Bir kısıt getireyim kendime. İyidir canım kısıtlar. Serbestiyetinizin varsa bir derecesi, farkına varırsınız. Kötü bir şey yok yani. Siz canınızın istediği bir yere giderken, gideceğiniz o yerden birisi de sizin bulunduğunuz çevreye gelsin. “Yok artık” diyorsunuz, değil mi?

 

Üniversitelerde uzun zamandır değişim programları var. “A” şehrindeki “2” üniversitesine kayıtlısınız. Ayarlayabildiğiniz bir vakit, diyelim bir dönem, “B” şehrindeki “1” üniversitesinde öğreniminize devam edebiliyorsunuz. Tamam, her zaman belli koşullar sağlanacak; ne yapalım, “haydi” dediğinizde olmuyor belki. Biraz planlamak lazım; biraz hazırlık. Sıkmayın canınızı, daha adaletli hale gelir; daha az planlamayla olabilir zamanla. Hele yaygınlaşmaya devam etsin. Bildiğim bayağı bir sayıda üniversitede, bir sene içinde yüzlerce genç dünyanın başka bölgelerine giderken, hemen hemen aynı sayıda genç, o coğrafyalardan bizim topraklara geliyor. Bir takas yapabiliyorsunuz işte.

 

Bakın, mesafe tanımaksızın becerebildiğimiz bir takas bu. Hoş bir tarafı daha var. “A” şehrindeki “2” üniversitesinden, “B” şehrindeki “1” üniversitesine gittiğinizde, illâ karşılığında, “B” şehrindeki “1” üniversitesinden “A” şehrindeki “2” üniversitesine birisinin gelmesi gerekmiyor. Alfabenin değişik harfleriyle başlamış şehirlerin, değişik rakamlı üniversiteleri arasında, bir örümcek ağını örüyor. “İ5”ten “D1”e, “U2”den “A7”ye, dökün eteklerinizdeki bütün harfleri ve hafızanızda tuttuğunuz rakamları; işte bunlar arasında, zorunlu olmayan, gönüllü; ilânihaye değil, belirli bir süre zarfında gerçekleşen muazzam bir hareketlilik. Zaman geçiyor, bu ağın düğüm noktalarındaki üniversiteler, şehir adlarından önce anılmaya başlıyor. Şehir, bu cıvıl cıvıl, günde 24 saat, haftada 7 gün yaşayan adacıkların etrafında pervane olmaya başlıyor. Bütün düğüm noktaları, ilmekler, böyle olacak değil elbette. Bazı şehirler öylesine kadim ki, gençlerin takas için seçtikleri üniversiteler o şehirlerin gölgesinde kalıyor. Gençler gelince, bununla beraber, gölgelerin boyu kısalıyor, şehrin bereketi artıyor.

 

Ne dersiniz, gençler yanlarında semtlerini, arkadaşlarını taşımıyorlar mı gerçekten? Malûm, bu takas sırasında, ne çantalarına büyüdükleri topraklardan bir parça almaları lâzım, ne de sevgililerinin gömleklerini. Alışkanlıklarını, reflekslerini, renklerini, inançlarını götürüyorlar yanlarında; yetmez mi? Geri döndüklerinde hangi alışkanlıkları terkedilmiş olacak? Sigara bırakanlar olabilir; artık kırmızı ışıkta durmayanlar vardır. Bazıları, soyadları dışında güvenecekleri melekeler keşfetmiştir hayırlı bir hayretle; diğerleri, başka inançların çekim alanında da insan sevgisi bulmuştur.

 

Yeni dünya, gençlerin ilmek ilmek ördüğü bir ağ olmak üzere. Başka bir bütün, başka bir küresellik tanımı yapmaya hazırlanıyoruz. Yeni dünyanın bütünlüğü eski dünyanın bütünlüğünden farklı olacak. Eski dünyayı, bütünlüğünü koruyarak parçalarına ayıramazdık. Zaten topu topu beş “ayrı” parça vardı, biraz da kırıntılar. Bu nedenle, ne parçaları anlayabilirdik bütünü görmeden, ne de bütünü kavrayabilirdik parçalar ve özellikle kırıntıları tanımadan. Şimdi, hemen parmaklarımızın ucundaki bu yeni dünyayı, bu ilmeklerden, limelerden oluşmuş bütünü, topyekûn görebileceğiz. İlmek sayısı beşten çok çok fazla; elbette küçüklü, büyüklü. Bazı küçük ilmekler büyüyecek diğerleri küçülürken; tersini de sık sık göreceğiz. Tabii ki, limelerin genişliği, dayanıklılığı, taşıma kapasiteleri aynı değil. Limeler de, insanların takası sürdükçe, buna uygun biçimlenecekler.

 

Şaşırmıyorsunuz, değil mi? Yaşadığımız dünyayı idrak etme üslûbumuzla, kendimizi ve nasıl düşündüğümüzü algılama yordamımız üst üste düşüyor. Tahta, kalem, uç, sivri, sivrisinek, yaz, kâğıt, beyaz, kar diye kelimeleri sıralarken, beynimizde sürekli yenilenen ağlar üzerindeki herhangi bir ilmekle diğerleri arasındaki devinim yardımıyla, kavramları takas ediyoruz. Küçükken kafamın bir yap-boz oyunu gibi düzenlendiğini, kargacık burgacık irili ufaklı şekillerin birbirlerini ahenkle bütünleyecek şekilde düzenlendiğini düşünürdüm. Babaannem, “bu kulağına küpe olsun” dediğinde, “eyvah” derdim; “şimdi bu öğüdü bir yere yerleştirirsem, her şeyi sil baştan düzenlemem gerekecek. En iyisi boşver, gitsin.” Tevekkeli değil, söz dinlemez bir çocuktum ve başıma gelmeyen kalmadı. 

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik