Ana SayfaYazarlarTekrar Tahir Elçi, normalleşme ve iktidarın sorumluluğu

Tekrar Tahir Elçi, normalleşme ve iktidarın sorumluluğu

[2 Aralık 2015] AKP’nin kendi alanına hâkim olamamak — veya belki bazı durumlarda olmamak  — diye tarif edebileceğimiz, çok ciddî bir sorunu var. Kuşkusuz bunun en ağır, en acılı örneği Tahir Elçi’nin öldürülmesi.

 

Evet, bazı karanlık yanları mevcut (bkz Cengiz Alğan, 30 Kasım). Özellikle (a) sokağın başına gelip duran taksinin yanına o iki polisin neden o kadar tedbirsiz, deyim yerindeyse kuzu kuzu gittiği hiç açık değil. İnsana derhal, âmirlerinin onları neyle karşılaşabilecekleri konusunda uyarmadığını düşündürüyor. Bu da ya ihmal, ya kasıt olabilir. (b) Dahası, bütün basında günlerdir işaret edildiği gibi, polisleri oracıkta vurup öldüren iki YDG-H’li Dört Ayaklı Minare’nin sokağına kaçtığında, daracık yerde tam karşılarından koşarak gelen bu iki katili Tahir Elçi’nin etrafındaki dört polisin, cepheden ve çok kısa mesafeden bir türlü vuramaması akıl alır gibi değil. Yok şaşırmışlar, yok paniklemişler, yok gafil avlanmışlar. Bunlar polis, hem de sivil polis, hem de Diyarbakır bir yerde görev yapmaları uygun görülmüş sivil polis. Beceriksizliğin de bir sınırı var. Dolayısıyla kasten mi vurmadıkları sorusunun akla gelmemesi imkânsız. Hele ilk faktörle birleştiğinde, bu da polisin hangi polis ve kimin emrinde olduğunun tekrar sorulmasına yol açıyor.

 

Ben bu konudaki ilk yazımda, herhalde o keşmekeşte PKK’lı birileri vurdu ama kasıtsız, kazara vurdu tahmininde bulunmuştum (Tahir Elçi’yi kaybetmek; solu ve HDP’yi anlamak, 29 Kasım). Altını çiziyorum; artık o kadarını KCK, PKK ve YDG-H’ye yakıştıramamıştım. Gerçi “bir PKK kazası” kestirimim dahi, devletin yaptığına hükmetmediğim için — aklı başında bir iki eleştiri mektubunun ötesinde — PKK-HDP kanadından yeterince hakarete ve “tezvirat” suçlamasına yol açtı. Fakat şimdi, yukarıda özetlemeye çalıştığım ek bilgi ve düşüncelerin ışığında, onların istediği tarafa değil belki tam tersi yöne meylediyorum: Etyen Mahcupyan’ın “taammüden cinayet” yorumuna (Ey kendilerine AK Partili diyenler!, 1 Aralık). AKP’nin AKP olarak  ve hükümetin hükümet olarak Tarih Elçi’yi öldürtmeye karar verip uygulamış olması tümüyle imkânsız; gündem dışı (bırakalım, AKP’nin böyle bir ideolojisi ve mantalitesi olmamasını; en asgarisi, daha önce Ankara katliamı bağlamında açıkladığım nedenlerle: bkz Neden olamaz?, 19 Ekim 2015). Keza, bizzat AKP’nin ve hükümetin PKK ile işbirliği yapıyor olması da olanaksız. Öyleyse… gene Cemaat mi bunlar? Ya da, AKP’yi küçük düşürüp köşeye sıkıştırarak eski vesayetçi derin devleti tekrar ihya etmeye çalışanlar mı? Ve kimin eli kimin cebinde? Acaba Cemaatçiler planlıyor da PKK (YDG-H) onlara taşeronluk ve tetikçilik mi yapıyor? Yoksa karar ve plan PKK’dan kaynaklanıyor da Cemaatçiler kolaylaştırıcı rol mü oynuyor? Öyle veya böyle,    cinayetten hemen sonra yazdığım 29 Kasım yazımdaki temel tahlil veya tahminin, aksi ispatlanmadıkça ve bir asgarî olarak yanında durmaya devam ediyorum.

 

Öte yandan, aynı yazıda devletin, hükümet kanadının ve Türk milliyetçiliğinin de “çok büyük… sorumlulukları”na dikkat çekmiştim. Tahir Elçi 14 Ekim 2015’te CNN Türk’ün “Tarafsız Bölge” programında “PKK terör örgütü değildir. Bazı eylemleri terör niteliğinde olsa bile PKK silâhlı siyasal bir harekettir. Siyasal talepleri olan, toplumda ciddî desteği olan bir siyasal harekettir” demişti. Bunun üzerine aleyhinde derhal düşmanca bir saldırı kampanyası başlatılmış; yaratılan hava hakkında soruşturma açılmasına, yakalama emir çıkartılmasına ve yargılanmaya başlamasına götürmüştü. Bu süreci 25 Ekim’de aHaber’deki bir “Toplumsal Hafıza” programında tartışmış; Orhan Miroğlu, Nâgehan Alçı, ben, hepimiz karşı çıkmış ve çok eleştirmiştik. Buradan hareketle bir yazı da yazmış ve şöyle demiştim: [B]en farkında değilim ama, TCK’da “PKK’dan her söz eden kişi mutlaka ‘terör örgütü’ nitelemesini kullanacaktır; aksi suçtur” diye bir hüküm mü var? Yani anladık, “yaşasın silâhlı mücadele” ya da “ne güzel adam öldürüyorlar, daha çok yapsınlar, elleri dert görmesin” demek, yasaların suç saydığı bir fiili övmek açısından tabii suç olabilir (ve olmalı) da, acaba nelerin denmemesi gerektiği, nelerin denmesi gerektiği noktasına taşınabilir mi? Ceza hukuku vatandaşların yapamayacağı şeyleri mi tanımlar, yoksa vatandaşları bazı şeyleri yapmaya mı zorlar? Bırakalım hukuku; sırf fikir planında, şu veya bu kişinin hangi deyimleri kullanmadığı, hayatın ve siyasetin neresinde durduğuna dair yeterli bir fikir verebilir mi? Devamında, klişecilik ve merkeziyete merbutiyet alışkanlıklarından da şikâyet etmiştim: Her şeyden önce, herkesin her konuda — ya da belki sadece bazı kritik konularda bile olsa — aynı şekilde konuşma ve yazmasının istemek bana çok ürkütücü geliyor. Türkiye zaten buna fazlasıyla yatkın. Gayet otoriter ve devletten hiza almaya alışmış bir siyaset ve medya kültürümüz var. Ve bilhassa bazı “hassas” alan ve konularda, devletin kırmızı çizgilerine, âdetâ adı konmamış bir derin devlet programına itaat ve icabet, hep aynı formüllere riayetle ölçülüyor. (Klişeler: BTÖ, soykırım, sözde soykırım, 26 Ekim). Dört hafta geçmedi ve Tahir Elçi öldürüldü; bu sefer, bütün bunları hatırlattım ve o zamanki “rezillik, ahmaklık ve aptallık yüzünden, şimdi hükümet ‘hedef gösterdiniz, vurdular’ demagojisine maruz kalıyor” dedim (tekrar bkz Tahir Elçi’yi kaybetmek; solu ve HDP’yi anlamak, 29 Kasım 2015).

 

Aynı eleştiriyi şimdi Etyen Mahcupyan sivriltmiş ve genişletmiş; çok da iyi etmiş. Ey kendilerine AK Partili diyenler! (1 Aralık) çağrısının yaygın olarak okunması ve tartışılmasında büyük yarar var. Normalleşme, öyle sırf muhalefetin normalleşmesiyle olacak bir şey değil. İktidar ve özellikle iktidarın periferisi, “durumdan görev” çıkaranları, tek lâf söyletmeme kararlısı militan sözcüleri, habire bağırıp herkese saldırmayı marifet sayan kraldan fazla kralcıları, Tahir Elçi’nin öldürülmesinden giderek bu ders üzerinde ciddiyetle düşünmek zorunda. Yazımı, Etyen’in son üç paragrafını aynen aktararak bitiriyorum:

 

“Ama kendilerine ‘AK Partili’ diyenlerin birçoğu siyaseti bir kavga ortamı olmanın ötesinde, inşa edici ve kucaklayıcı bir uğraş olarak hayal etmeyi bıraktıkları ölçüde Tahir’i mahkûm etmenin peşine düşebildiler. Böyle yaparak Tahir’in ‘AK Parti karşısına’ yerleştirilmesinin ima ettiği hayati tehlikenin muhtemelen farkına bile varmadılar. Onu örgütün propagandacısı konumuna indirgeyerek, bir PKK’lı gibi sunmaktan gocunmamanın sonucu, Tahir’in işlevsel bir hedef haline gelmesine katkı sundu.

 

“Tahir’i katledenler, bizzat kendilerine ‘AK Partili’ diyenlerin sözü ve yazıları sayesinde, onu bir ‘AK Parti karşıtı’ olarak araçsallaştırdılar. Bu cinayetin Kürt coğrafyasında nasıl ‘işleneceğini’ tahmin etmek zor mu?

 

“Cumhurbaşkanından başlayarak, Başbakana, parti yönetimine, her türlü danışmana, köşe yazarlarına, TV yorumcularına ve kendilerini bilerek aparatçik kılmış herkese uzanan bir ortak sorumluluk var. İktidarın tepesinden en altına, herkesin bu basiretsizlikle yüzleşmesi gerekiyor. AK Parti’yi ‘sevdiklerine’ şüphe olmayan ama ona açıkça zarar verenlere tahammülün bir sınırı olmalı.”

 

- Advertisment -