18 Mart’ta Brüksel’de yapılacak AB-Türkiye zirvesine Başbakan Davutoğlu ile heyetini taşıyacak uçak, 17’si akşamı kalkış saati 18:50 olarak verilmişken, iki saatlik bir gecikmeyle saat 22:00 civarı kalkıyor.
Kafilede bulunan Elif Çakır, zirvenin yapılacağı AB Parlamentosu binasının hemen arkasında kurulu bir PKK çadırının varlığına bağlıyor bu gecikmeyi, “Brüksel’deki paçavralar kaldırıldı, uçak havalandı” başlıklı Karar gazetesi yazısında http://www.karar.com/yazarlar/elif-cakir/brukseldeki-pacavralar-kaldirildi-ucak-havalandi-599
Türk tarafının baskısı, PKK çadırının tümüyle kaldırılmasına yetmese de boşaltılmasını sağlamış; çadıra asılı pankartlar, afişler, bayraklar indirilerek göstericiler uzaklaştırılmış ve Türk heyetinin Belçika’da bulunduğu süre boyunca da çadıra yaklaştırılmamış.
PKK’nın terör örgütü olarak kabul edildiği Belçika’da, alfabenin tüm harflerini birleştiren alt-yan örgütlenmelerden kimbilir hangisinin ismi kullanılıp yasaların üzerinden atlanarak gerçekleştirilen bu organizasyon, Türk heyeti Belçika’dan ayrıldıktan sonra kaldığı yerden devam eder.
Bu arada, bir gece vakti çadırın bir kısmı ve bazı posterler, Belçika’da yaşayan Türklerce yakılır ama ertesi gün çadır korumaya alınır ve eylem sürer…
Çadıra asılan afişlerden biri özellikle dikkat çekicidir: L’état Turc continue massacrer les femmes Kurdes (Türk devleti Kürt kadınlarını öldürmeye devam ediyor).
Afişin üzerinde yanyana sıralanan altı kadın portresi 3’erli iki gruba ayrılmış; ilk grubun üzerinde 2013 yazıyor.
Soldaki üç kişi, Barış Süreci’nin en başlarında, ilk İmralı görüşmesinden birkaç gün sonra Paris’te susturuculu 7,65mm tabancayla gerçekleştirilmiş bir eyleme kurban giden Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez.
Sağdaki üç kişi ise, her ne kadar ölüm tarihleri 2015’i işaret etse de, aslında 2016 Ocak ayının 4’ünde Silopi’de güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmada hayatlarını kaybeden Seve Demir, Fatma Uyar ve Pakize Nayır.
Tarih konusundaki bu hata, muhtemelen örgüt içi enformasyon akışından kaynaklı.
PKK çadırı, önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir konuşmasıyla; ardından, zirve sonrası yapılan ortak basın toplantısında Başbakan Davutoğlu’nun Erdoğan’ın sözlerini hatırlatarak yaptığı, yaklaşık aynı minvaldeki konuşmayla öne çıktı. Davutoğlu ile AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker arasında, teröre göz yummak ile insan hak ve özgürlüklerini korumak konulu küçük ve diyalog içinde çözülen bir polemiğe konu oldu.
Çadır, halen Türk medyasında sık sık gündeme getiriliyor ve tabii tüm bu yukarıda sayılan olayların hemen ardından gerçekleşip 34 kişinin yaşamına malolan Brüksel terör saldırısıyla da ilişkilendirilerek yorumlanıyor.
Yorumların hemen tümü, Belçika özeli ve Batı genelinde teröre karşı mesafe alamamaya getirilen eleştirileri içeriyor ve terör örgütleri arasında ayırım yapmanın, son zamanlarda yaşanan olayların da açıkca gösterdiği gibi, yanlışlığına vurgu yapıyor.
Batı’ya bu eleştirileri getirenler elbette ki haksız sayılmaz; ancak atlanan, üzerinden kolayca kayılıp gözden kaçırılan bir başka olgu var:
Terör örgütlerinin legal yüzü.
Türk medyası Batı’ya, Ankara’da 35 insanın canına kıyan PKK’yı kendi vatandaşlarından 34’ünü katletmiş IŞİD’dan neden ayırdığını, evet, haklı olarak sorarken, kendi ülkesinde olan bitenleri gözden kaçırıyor.
Birkaç gün önceki izinli Diyarbakır Nevruz’unda HDP’li Sırrı Süreyya Önder, “Açın İmralı yolunu, müzakerelere nerede kalmışsa oradan devam ederek bir haftada ülkemizin çehresini değiştirelim. Her türlü hukuki, cezai, yasal, insani ne tür vebali varsa biz üzerimize almaya hazırız. Bunun için size son derece önemli bir çağrı yapıyoruz” dediği konuşmasını yaparken, arkasındaki görüntüde, Abdullah Öcalan’ın portresinin iki yanından AK-47 saldırı tüfeği tutan eller yükseliyordu.
AK Parti milletvekili Şamil Tayyar “IŞİD Avrupa’da taziye çadırı kursun” kinayesinde bulunuyordu ama PKK’nın (TAK tarafından üstlenilen) ve 29 kişinin hayatına malolan Ankara Servisler saldırısı sonrası Van’ın İpekyolu Mahallesi, Esentepe Camiinde saldırgan için kurulan taziye organizasyonunu unutuyordu.
Evet, olay büyük tepki çekmiş, organizasyonu düzenleyenler ve ayrıca ziyarette bulunan HDP Van Milletvekili Tuğba Hezer hakkında da soruşturma açılmıştı; ama organizasyon en başından engellenememişti.
Dört gün önce ise çark biraz daha hızlandı ve Şırnak’ın İdil ilçesindeki operasyonda öldürülen PKK'lı Abdullah Aslan için Antalya’da kurulan çadıra polis, kurulduktan birkaç saat sonra operasyon düzenledi.
PKK ile ilgili örnekler geriye doğru tarandıkça başka ve benzer düzeyde tartışmalı olanlarına da rastlamak mümkün.
Terör örgütlerinin legal yüzü ile ilgili PKK örnekleri, Kürt sosyolojisi içinde görece daha direkt ve basit propagandayla açıklanıp işaretlenebilecekken, bir başka terör örgütü DHKP-C ile ona ilişkin süreçler, çok daha karışık ve önlenmesi zor bir mekanizmayı gösteriyor.
Orta öğretimden üniversitelere, müzik gruplarından avukat havuzlarına, mahalle çetelerinden intihar komandolarına kadar geniş bir ıskalada, terör örgütü olmaktan öte kapsamlı bir alt-kültüre dönüşmüş bulunan bu silâhlı sol hareket, etkisi PKK kadar olmasa da PKK’dan çok daha ele avuca sığmaz bir yapıyı toparlıyor.
Bu yazıda yeterli yer bulunmadığından, DHKP-C “alt-kültürü”ne referans olarak (mutlaka okuyun ibaresini de ekleyip) konuyla ilgili Yıldıray Oğur’un Boğaziçinde yaşayan Simonlar-1 https://www.serbestiyet.com/yazarlar/yildiray-ogur/bogazicinde-yasayan-simonlar-673370 ve Boğaziçinde yaşayan Simonlar-2 https://www.serbestiyet.com/yazarlar/yildiray-ogur/bogazicinde-yasayan-simonlar–2–673640 yazılarını zikrederek sonuca gelelim.
İster PKK, ister DHKP-C, ister IŞİD ve benzerleri olsun, bütün terör organizasyonlarının, bazen sırf propaganda, bazen tümüyle insan ve sair kaynak sağlama mekanizması olarak bir “legal düzey”i bulunuyor.
Bu legal düzey ile terör organizasyonları arasındaki ilişkinin oldukça açık ve gözler önünde olmasına rağmen, (ister Türkiye veya Belçika ya da başka bir Avrupa ülkesi olsun, farketmiyor) bir alacakaranlık kuşağı, hukuksal anlamda işleri içinden çıkılmaz bir bataklığa çeviren süreçler yığını ile birlikte geliyor.
Açık ki “insan hakları , örgütlenme ve ifade özgürlüğü” gibi temel hakları kullanmak ile terörün açık bağlantısı / uzantısı olmak arasında bir belirsizlik, bir sisli alan yaratan bu durumun bir an önce çözülmesi gerekiyor.
Bütün dünya demokratik hak ve özgürlüklerin artırılması yoluna çoktan girmiş, konuyla ilgili tartışmasız bir konsensüs bulunurken, bunları belli durum ve koşullarda kısıtlamanın bir yolunun da bulunması gereği karşımızda duruyor.
Hukuk Felsefesi bağlamında İnsanlığın bir an önce halletmesi gereken bu problemin çözümünü geciktirmek, her geçen gün daha fazla insanın hayatına mal oluyor.