Ana SayfaYazarlarTeşkilat-ı Mahsusa'nın en resmi tarihi ve Ermeniler*

Teşkilat-ı Mahsusa’nın en resmi tarihi ve Ermeniler*

Son günlerde oldukça ilginç tarih kitaplarının yayın dünyasına kazandırıldığına şahit olduk. Bu kitapları ilginç kılan özelliklerin başında içerdiği ve birçok tarihçinin rahatlıkla erişemediği arşiv belgeleri geliyor.Bu kitaplardan ilki Murat Bardakçı imzasıyla yayımlanan “İttihatçı’nın Sandığı” idi. İş Bankası Yayınları’ndan çıkan bu çalışmasında Bardakçı İttihat ve Terakki Merkezi Umumî üyesi olan önemli İttihatçıların özel arşivlerini yayımlamıştı. (Bardakçı’nın bu kitabına ilişkin Serbestiyet’te bir kritik kaleme almıştım).Bu yazıya konu olan çalışma ise yine aynı yayınevinden basılan Ahmet Tetik imzalı “Teşkilat-ı Mahsusa (Umûr-ı Şarkıyye Dairesi) Tarihi Cilt I: 1914-1916)”. Üç cilt olarak tasarlanan çalışmanın ilk cildi yayımlandı. Kitabın en dikkat çekici yanı ihtiva ettiği arşiv belgelerin niteliği ile ilgili. Zira, kendisi de bir dönem Genelkurmay ATASE (Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı) arşiv şube müdürlüğü yapan Ahmet Tetik bu çalışmasında Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluşundan kapatılışına kadar tüm faaliyetlerini içeren resmi belgeleri mebzul miktarda yayınlamış.Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı bir arşiv merkezi olan ATASE belgelerine ulaşmak ve hele Teşkilat-ı Mahsusa gibi Ermeni soykırımında doğrudan rolü olan bir örgütle ilgili “resmi” bütün kayıtları incelemek her “kul”a ve tarihçiye nasip olacak bir şey değil. Ancak, Ahmet Tetik’in bu arşivin eski müdürü olduğunu düşünürsek, kendisinin bu belgelere ulaşmakta pek de zorlanmadığını tahmin etmek güç olmasa gerek. Buna rağmen yazarın kitabına koyduğu söz konusu belgelerin niteliğinin ve içeriğinin ne kadar tarihsel analize ve yoruma açık olduğu ise önemli bir soru işareti.Zira bir tarihçi için kilit olan nokta bilhassa tarihsel belgeler söz konusu olduğunda “Bunlar doğru mu?” sorusu değil, “Bunlar ne anlama geliyor?” sorusudur. Dolayısıyla elinize aldığınız bir belgenin anlattıklarının nasıl bir politik ve kültürel bağlam içinde anlam kazandığı tarihçi için hayati önem arz eder.Ahmet Tetik’in bu çalışması tam da bu noktada ciddi bir zafiyet taşımakta. Yazarın kendisi daha kitabının giriş bölümünde Teşkilat-ı Mahsusa/Umûr-ı Şarkıyye Dairesi tarihini ortaya koymayı amaçladığını belirttiği çalışmasının vesikaların/belgelerin söylediği tarihi esas aldığının altını çizmekte. Yani aslında Teşkilat-ı Mahsusa’yı kullandığı vesikalarda anlatıldığı kadarıyla bize sunmakta ve bu vesikaların söylediklerine külliyen inanmamızı beklemekte ve bunların Teşkilat-ı Mahsusa’ya ilişkin bütün gerçekliği verdiğini iddia etmekte.Dolayısıyla Tetik’in kitabına konu olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın, Ermenilerin sürgünü sırasında neredeyse Anadolu’nun bütün vilayetlerinde teşkilatlandırılan ve sürgün edilen Ermenilerin gerek tehcir yolculuğunda gerekse tehcir edildikleri lokasyonlarda imhası ile görevlendirilmiş; her türlü toplu katliam, cinayet, tecavüz, talan ve soygun suçlarına karışan; İstanbul’daki İttihat ve Terakki Merkezi Umumîne bağlı olarak Bahaddin Şakir liderliğinde hareket eden paramiliter çete örgütlerinden müteşekkil Teşkilat-ı Mahsusa ile hiçbir alakası yok.Yine Tetik’in kitabına konu olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın, Harbiye Nazırı ve Erkan-ı Harbiye Reisi Enver Paşa’ya bağlı olarak çalışmayan dolayısıyla düzenli ordu birliklerinden bağımsız hareket eden ve içlerinde bizatihi dönemin Adliye Nazırı İbrahim Bey tarafından hapishanelerden salıverilip örneğin Diyarbakır’daki Ermenilerin imhasında Doktor Reşit Bey’in çetesine katılan çetelerle de zinhar bir rabıtası yok.Zira Tetik’e göre, Teşkilat-ı Mahsusa/Umûr-ı Şarkıyye Dairesi ile ilişkilendirilen Ermeni tehcirinin eldeki belgelere göre hiçbir tarihsel gerçekliği yoktur. Bütün bu iddialar hayal ürününden ibarettir. Nitekim, kitabında örgütün Kafkasya’daki faaliyetlerini ATASE belgelerine dayanarak tafsilatla anlattığı bölümde Ermeni tehcirine dair tek bir cümle bile geçmiyor. Çünkü, Tetik zaten tehcirin yaşandığı dönemde Daire’nin tamamıyla dış operasyonlarla iştigal ettiğini belgelerle ortaya koyduğunu iddia etmektedir. Bu bağlamda, Teşkilat-ı Mahsusa’nın Ermeni sürgünlerinin planlayıcısı ve uygulayıcısı olduğu iddialarının hayal mahsulü olduğunu vurgulamaktadır.Ancak Ahmet Tetik’in kitabına konu olan Teşkilat-ı Mahsusa/Umûr-ı Şarkıyye Dairesi, 13 Kasım 1913 tarihinde Harbiye Nezareti’ne bağlı olarak husule gelen ve 30 Ekim 1918’de faaliyetlerine son veren birimdir. Dolayısıyla kullandığı bütün ATASE vesikaları ve yazışmaları bu birimin Tetik’in çalışmasında da etraflıca ele aldığı üzere İspanya-Fars, Trablusgarp, Rusya, İran ve Kafkas cephesindeki faaliyetlerine ilişkindir. Söz konusu Teşkilat-ı Mahsusa Merkez-i Umumisi’nin başkanı Binbaşı Süleyman Askeri olup bünyesinde gönüllü çeteler de barındırmaktadır.Resmi olarak kurulan Teşkilat-ı Mahsusa/Umûr-ı Şarkıyye Dairesi bile bünyesinde silah altına çağrılmamış, sevkleri ertelenmiş, birliklerinden firar edip daha sonra geriye dönmek istemeyenleri ihtiva etmiştir. Hatta Tetik’in bizatihi kendisi bunların dışında doğu cephesinde—ki Ermenilerin nüfus bakımından yoğun olarak mukim oldukları bölgedir—görevlendirilen Teşkilat-ı Mahsusa birliklerine, hükümlü ve tutuklardan, kanunlara karşı gelip kaçak duruma düşenlerden cephede savaşmak üzere gönüllü olanlar da alınmıştır (s. 10).Gayrinizami kuvvetler içeren bu yapının biri açık diğeri gizli faaliyet yürüten yeraltı unsurları olduğunu yine bizatihi Ahmet Tetik kitabında belirtmektedir. Ancak, yukarıda da işaret ettiğim üzere bütün bunlara rağmen Tetik’e göre bu çete birliklerinin Ermenilerin tehciri ile hiçbir rabıtası bulunmamaktadır.Fakat sanırım Ahmet Tetik, Bahaddin Şakir’e bağlı olarak faaliyet gösteren paramiliter kuvvetlerden/çetelerden müteşekkil Teşkilat-ı Mahsusa birliklerinden bihaber görünüyor. Kitabında, Harbiye ve Dahiliye Nezareti’nin emirlerini dinlemeyerek başına buyruk hareket ettiği ve İttihat ve Terakki içinde nüfuzunu artırmak niyetinde olan neredeyse “kifayetsiz muhteris” olarak tasvir ettiği Bahaddin Şakir, Doktor Nazım ile birlikte Anadolu’daki Ermeni tehcirinin yerelde kontrolü altında tuttukları bu paramiliter çeteler eliyle örgütlemiş ve bu sürgünlerin gerçekleşmesini sağlamışlardır.Kafkas cephesindeki ağır yenilgi ile birlikte Erzurum’dan Mart 1915 sonunda İstanbul’a dönerek, İttihat ve Terakki Merkezi Umumîsi’ne ve Talat Paşa’ya raporunu sunan Şakir, Ermenilerin topyekûn tehcirinin artık elzem olduğuna Merkez-i Umumîyi ve Talat Paşa’yı ikna eder. Bunun üzerine Talat Paşa 24 Nisan 1915’teki tutuklamaları başlatır ve Mayıs sonuna doğru da tehcir işini bir geçici kanun ile resmileştirir. Bütün bu süreçlerde Bahaddin Şakir, Doktor Nazım ile birlikte kilit rol oynamıştır. Esasında İttihat ve Terakki örgütünün üç önemli saç ayağı olan Enver, Talat ve Cemal Paşaların üçü de kendi istihbarat ağına sahipti. Bahaddin Şakir ise bu üç klikten Talat Paşa’ya daha yakındı ve bu sayede Harbiye Nezareti, yani Enver Paşa üzerinde de etkili olabiliyordu.Bilhassa Doğu-Güneydoğu Anadolu ve Kilikya bölgesinde tehcirle sonuçlanan sosyo-politik ortamın kuvveden fiile çıkarılmasında Bahaddin Şakir’e bağlı olarak gizli faaliyet gösteren ve emirlerini İstanbul’daki İttihat ve Terakki Merkez-i Umumîsi’nden alan Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri faal bir rol oynamıştır.Aynı birlikler Ermeni sürgünlerinden müteşekkil kervanlara saldırılar düzenlemiş, yağma ve talan işlerine katılmış aynı zamanda cinayet başta olmak üzere türlü cürümleri herhangi bir yargılanma korkusu olmadan gerçekleştirmişlerdir. Bu birliklerin içinde yukarıda da belirttiğimiz gibi  hapishanelerden çıkarılan ağır cürümler işlemiş suçlular da yer almıştır. Bu gibi kişilerin seçilmesinde örgütün önde gelen fedailerinden olan Yakup Cemil bizatihi bulunmuştur.Burada altı çizilmesi gereken önemli noktalardan biri, gizli bir teşkilat gibi faaliyet gösteren ve paramiliter çeteler gibi hareket eden bu Teşkilat-ı Mahsusa’nın düzenli orduya ait herhangi bir birlikle hiçbir biçimde ilişki halinde olmamasıdır. Bu özellikle ve ısrarla üzerinde durulan bir konu olmuştur. Bu çetelerin faaliyet gösterdiği ve büyük ölçüde Ermenilerin imhası sırasında işledikleri suçların ordu ile ilişkilendirilmemesine özellikle Enver Paşa tarafından büyük ihtimam gösterilmiştir.Bu, tıpkı Nazi Almanya’sında bilhassa Doğu Avrupa Yahudilerinin imhasında rol oynayan “Sonderkommando”ların faaliyetlerine benzer. Zira Hitler, Nazi Almanya’sının düzenli ordusu olan “Wehrmacht”ın hiçbir biçimde “Sonderkommando”larla bağlantılandırılmamasını istemiştir.Mütareke sonrası yapılan Divan-ı Harb-i Örfi yargılamalarında, ana davanın ikinci ve beşinci oturumu müstakilen Teşkilat-ı Mahsusa’nın tehcirdeki eylemlerine ve rolüne hasredilmiştir. Sanık avukatlarından Celaleddin Arif Bey’in savcının iddiasını redderken Teşkilat-ı Mahsusa’nın Harbiye Nezareti bünyesinde yer alan bir daire olduğunu ve tamamıyla askerî ihtiyaçları karşılamak üzere kurulduğunu belirterek savunmasını yapması dikkate şayandır.Buna karşılık, 1915’te Eskişehir’de sevk komisyonu reisliği yapan Ahmet Refik Altınay ise “Savaşın başında, birçok çete İstanbul’dan Anadolu’ya sevk edildi. Bunlar hapishanelerden salınan hırsızlar ve katillerden oluşuyordu. Harbiye Nezareti’nin açık eğitim sahalarında bir haftalık eğitimden sonra, Teşkilat-ı Mahsusa aracılığıyla Kafkasya hudut bölgelerine sevkedildiler. Ermeni mezaliminde en büyük cinayetleri bu çeteler ika ettiler,” (Ayşe Hür, Radikal, 20-10-2013) diyerek gizli ve İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisi’ne bağlı faaliyet gösteren Teşkilat-ı Mahsusa’nın varlığına net bir biçimde işaret etmektedir. Ahmet Tetik bittabi böyle önemli bir sorunsal ile ilgili son derece faydalı vesikalar yayımlamıştır. Bu inkâr edilemez ancak tarihçilik yalnızca belge yayımlama faaliyeti değildir. Velev ki öyle olsa bile yalnızca belgelerin ve vesikaların diliyle tarih yazmak bize zaten bir tarihçi için tam anlamıyla ulaşılması zor olan ve sadece yorum ve muhakeme edebileceği gerçekliğin bir yüzünü gösterir. Zira, Halil İnalcık’ın dediği gibi geçmişi canlandırma gücü için vesikalar yetmez. Hele söz konusu olan Teşkilat-ı Mahsusa gerçekliğini kurgulamaksa bu “yetmezlik” makası daha da açılmaya mahkûmdur._______* Bu yazı, Agos gazetesinin 25-07-2014 tarihli nüshasında yayımlanan yazının gözden geçirilmiş halidir.

- Advertisment -