Kuzey Irak Kürdistan Yönetimi’nin 25 Eylül’de bir referanduma gitmesine Türkiye’de hem çeşitli toplum kesimleri, hem devlet yetkilileri tarafından şiddetle karşı çıkılıyor. Bunun doğru olmadığı ve birçok probleme yol açacağı söyleniyor.
Ortadoğu çok zor bir bölge. Bölge ülkeleri ve halklarının yanı sıra, neredeyse tüm önemli dünya güçleri de orada. Birçok aktör ve faktör var. Dengeler ve ilişkiler, ittifaklar ve düşmanlıklar devamlı değişiyor. Bölgede yaşayan halklar fazlasıyla duygusal ve kırılgan. Dolayısıyla analizlerde çok dikkatli ve ihtiyatlı olmak gerekiyor.
Türkiye’nin iki endişesi söz konusu:
(1) Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletinin kurulması Irak’ın parçalanmasına yol açar. Bu, Türkiye’nin de parçalanma tehlikesiyle karşılaşmasına sebep olabilir.
(2) Yeni devlet, başta Türkmenler olmak üzere diğer etnik gruplara zarar verebilir. Türkmenler ve Araplar Kürt tahakkümü altında kalabilir.
Bu endişelerle Türkiye, Barzani ekibine karşı kısmen realist kısmen idealist bir politika uygulamaya çalışıyor. Hem “yapmayın, etmeyin” hem de “yaparsanız karışmam” diyor. Bir taraftan diplomatik çabalarını sürdürüyor, diğer taraftan kuvvet kullanabileceğini ima eden hareketler ve sözlerle diş gösteriyor.
Meseleye soğukkanlı ve ilkeli bir şekilde bakalım.
Şüphe yok ki referandum, bağımsızlığa giden yolun başlangıcı. Irak Kürtleri bağımsız bir devlet kurmak istiyor. Türkiye buna karşı. Bu karşı çıkışın sağlam bir zemini var mı? Yalnızca güce mi dayanıyor, yoksa bazı ahlâkî ve felsefî ilkelerle temellendirilebilir mi?
Ortadoğu’nun sınırları emperyalist güçler tarafından sunî olarak çizilmişse de, Irak başka bir ülke. Referandum yapacak Kürtler de başka bir ülkenin halkının bir parçası. Bu durumda ahlâkî bir sorun ortaya çıkıyor: Türkiye neye dayanarak, başka bir ülkenin içindeki bir halkın ayrı bir devlet kurmasına meşru olarak karşı çıkabilir? Ne yapacakları, o halkın kendi iç meselesi değil mi?
Meseleyi PKK’nın Kuzey Suriye’de yapmaya çalıştığı şeyle karıştırmayalım. PKK kökü Türkiye’de olan, terörü yöntem olarak benimsemiş, Türkiye vatandaşlarını katleden bir cinayet örgütü. Hiçbir ahlâkî meşruiyeti yok. Bu yüzden, Suriye’deki vaka Kuzey Irak’takinden ayrı bir durum. Kuzey Irak’ta Türkiye’ye düşmanlık göstermeyen, müttefikimiz olan bir Kürt halkı ve PKK’nın da rahatsızlık duyduğu meşru bir Kürt yönetimi var.
Yakın tarihi unutmamak lâzım. Türkiye, başlangıçta Kuzey Irak Kürdistan Yönetimi’nin kurulmasına da şiddetle karşı çıktı. Irak Kürtlerinin önderlerini aşağıladı. Ayrı bir siyasî kimlik kazanmalarına asla müsaade etmeyeceğini yüksek perdeden seslendirdi. AK Parti zamanında bu saçma politika değiştirildi ve ilişkiler düzeldi. Kuzey Irak âdetâ Türkiye’nin arka bahçesine dönüştü. Kötü mü oldu?
Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletinin Türkiye’deki Kürtleri ayrılığa itmesi ille de olacak bir şey değil. Hattâ tam tersi etkide bulunması daha muhtemel. Aynı halktan olmak aynı çatı altında birleşmeyi kaçınılmaz kılmıyor. İşte Arap dünyası. Aynı dinden, dilden, kültürden ve tarihten halklar birçok ülkeye bölünmüş durumda. Buna karşılık, asıl Türkiye’de bazı yayın organlarının Irak Kürtlerine karşı şövenist bir dil kullanıyor olması, ülkemiz Kürtlerinin, bizim Kürtlerimizin alınmasına sebep olabilecek mahiyette.
Irak’ta bir Kürt devletinin ortaya çıkması durumunda bölgede yaşayan diğer halkların mağdur edilmesi ihtimâli elbette ciddiye alınmalı. Siyasî yapılanmanın rengi ne olursa olsun, insanlar evleri yıkılarak, toprakları ellerinden alınarak köklerinden sökülmemeli. Yerleşim birimleri hiçbir şekilde etnik ve demografik tasfiyeye, arındırmaya maruz bırakılmamalı. Bölge halkları dinleri ve kültürlerini yaşamaktan ve yaşatmaktan, dillerini sivil hayatta da resmî ortamlarda da serbestçe kullanmaktan alıkonmamalı, bu konularda önlerine engel çıkarılmamalı. Türkiye’nin bu hususlardaki her talebi meşru olacaktır. Ama bir Irak Kürt devletinin bu yanlışları yapacağını peşinen varsaymamızı gerektirecek kuvvetli işaretler de yok.
Diğer taraftan, birçok Kürde göre Kürtler dünyadaki en büyük devletsiz halk. Kuzey Irak Kürtlerinin çoğunun kalbinde yanan bağımsız devlet ateşi söneceğe benzemiyor. Bu ateşle umutsuzca mücadele etmek yerine onu iyi istikamete yönlendirmeye çalışmak daha doğru olsa gerek. Üstelik Irak Kürtlerinin Bağdat’tan kuşku ve rahatsızlık duymasının haklı ve meşru temelleri de var. Saddam’ın gitmesine rağmen Kürtler ayrımcılık kurbanı olmaktan tamamen kurtulamadı. Bağdat yönetimi Kürtlere taahhütlerinin bazılarını yerine getirmedi. Aşikâr ki — ülkenin nüfus kompozisyonundan dolayı — Bağdat’ta daima İran yörüngesinde bir yönetim iş başında olacak. Bütün bu şartlar altında bence Türkiye için doğru politika Kuzey Irak Kürtlerini ve Kürt yönetimini dışlamamak, düşmanlaştırmamak. Tarihî ve kültürel ortaklığımız olan bu halkı yanında tutmak. Müttefik olarak konumlandırmak.
Kürtler ve Türkler kardeştir. PKK bir sapmadır; Türk-Kürt ilişkisini boğan bir zehirli sarmaşıktır. Türkiye’nin Kuzey Irak Kürtlerine sahip çıkması PKK’yı da boşa düşürecektir. Türkiye, Kuzey Irak Kürt yönetimini engellemeye çalışmak yerine yeni devletin eşit vatandaşlık ve egemenliğin tüm halklar arasında paylaşılması temelinde demokratik bir varlık olarak ortaya çıkması için mücadele edebilir. Kuzey Irak’ta demokratik, bağımsız bir Kürt (Türkmen-Arap) devleti, Türkiye’nin bölgedeki en büyük ve en güvenilir müttefiki olabilir.
Bu görüşler elbette tartışılabilir. Tartışılmalıdır. Ancak, böylesine hayatî bir meselede tek bakış açısına sıkışıp kalmamanın, farklı ve yarışan perspektifler geliştirmenin çok yararlı olacağı ve doğruyu bulmamızı kolaylaştıracağı kanaatindeyim.