Türkiye NATO’ya topraklarını savunmak için girdi. Bunun için otoriter Tek Parti rejiminde demokratikleşme yönünde değişiklikler de yapması gerekiyordu. NATO Türkiye’nin eşit üye olabildiği, üyeleri demokrasiyle yönetilen yegâne uluslararası örgüt. Dolayısıyla NATO on yıllar boyunca hem siyasî sistemimizin renginin belirlenmesinde, hem de sınırlarımızın savunulmasında etkili bir faktör oldu.
NATO ortak savunma fikrine dayanıyordu. Planlara göre, NATO üyesi herhangi bir ülke bir saldırıyla karşılaştığında, tüm üyeler birlikte cevap verecekti. Bu, potansiyel saldırganlar için caydırıcı olmaktaydı. NATO’nun karşısında Varşova Paktı vardı. Sosyalist ülkeleri kapsayan bu örgüt sosyalizmin çöküşüyle ortadan kalktı. Bunun üzerine NATO yavaş yavaş yeni misyonlar üstlenmeye başladı. Bu süreçte ABD başı çekti. NATO ABD’nin istediği istikamete doğru kaydı. Üyelerinin NATO’ya katkı miktarı açısından bakıldığında bunda çok yanlış bir şey yoktu. Çünkü NATO’nun yükünü önemli ölçüde ABD çekmekteydi. Avrupa –meselâ Almanya — bu sayede ekonomik kalkınmaya daha fazla kaynak ayırma imkânı buldu. Bunu birçok Amerikalı söyler. Hattâ bazıları Avrupa’yı savunma bakımından ABD’nin sırtında bir parazit olarak görür.
Türkiye’nin durumu Avrupa’dan çok farklıydı. Fakir bir ülke olmasına rağmen Türkiye NATO için büyük fedakârlıklara katlandı. İttifakın Güney kanadının ana ekseni olarak görev yaptı. NATO’daki ikinci en büyük orduyu ayakta tuttu. NATO’ya önemli katkılarda bulundu. Batı ittifakına katkıları Kore Savaşı’ndan başlayıp Balkanlara, Afrika’ya ve Afganistan’a doğru uzandı.
Ne var ki, çoğumuzun bir zamanlar sandığı gibi NATO pür askerî bir ittifak olarak kalmadı. Üye ülkelerin (elbette ABD hariç) iç işleriyle de meşgul oldu. NATO ülkelerinde potansiyel bir Sovyet işgaline karşı sivil direniş grupları örgütledi ve bu gruplar zamanla ABD’nin aparatlarına dönüştü. Gladio denen şey buydu. Görünürde demokratik değerlere dayanan NATO, perde arkasında Gladio aracılığıyla anti-demokratik işlere de imza attı.
Türkiye NATO için gerçekten önemli miydi? Saldırıya uğraması hâlinde NATO Türkiye’ye yardıma gelir miydi? Gelirse bunu NATO sözleşmesi gereği ve Türkiye hatırına mı yapardı, yoksa kendisi için mi? Bütün bunlar muammaydı. Türkiye asla bir NATO şemsiyesinden emin olamazdı. Ancak, potansiyel saldırganlar da emin olamazdı. Bu sayede NATO Türkiye için savunmada bir değer taşıdı.
ABD hem doğrudan hem NATO aracılığıyla Türkiye’ye siyasî müdahalelerden geri kalmadı. 1960 ve 1980 darbelerinde ABD’nin rolü açık. Bu iki darbe ABD’nin — en azından — onayı olmadan yapılamazdı, çünkü TSK Pentagon’un — emrinde denmemek için öyle söyleyelim — yörüngesindeydi. Son olarak 15 Temmuz darbe teşebbüsünde de, ABD’nin rolü görmezden gelinemeyecek kadar büyük ve açık. Zaten FETÖ çevrelerinde birkaç yıldır Türkiye’nin demokrasiden uzaklaştığı, Batı’ya mesafe koyduğu ve bu yüzden NATO tarafından müdahaleye uğratılması gerektiği dillendirilmekteydi. 15 Temmuz bir anlamda ABD ve NATO’nun Türkiye’ye müdahalesiydi.
Dış dünyada aleyhimize müthiş bir kampanya var. Türkiye’de neredeyse yolda yürüyen herkesin tutuklandığı, hiçbir şekilde aykırı ve eleştirel siyasî oluşumlara izin verilmediği, bütün medyanın Erdoğan’ın emrinde olduğu ve zerre kadar ifade özgürlüğü bulunmadığı yolunda muazzam bir propaganda kampanyası yürütülüyor. Bu abartma ve dezeformasyonun ana kaynağı FETÖ. Batı dünyası yüzlerce insanın katledilmesiyle, demokrasinin son anda kurtarılmasıyla, ezoterik bir örgütün tüm devlet yapısını ele geçirmesiyle hiç alâkadar değil.
ABD ve dolayısıyla NATO son zamanlarda iyice Türkiye karşıtı bir havaya büründü. Türkiye’nin büyük güvenlik endişesi duymasına sebep olan Suriye olayında ABD, PYD ile işbirliğini Türkiye’nin bütün itiraz ve ricalarına rağmen sürdürüyor. Zarrab üzerinden siyasî bir davayla Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. FETÖ ile mücadelesinde ülkemize destek vermediği gibi FETÖ unsurlarına çeşitli şekillerde sahip çıkıyor. Son olarak NATO, hayret ve dehşet verici bir tutumla askerî bir harekâtta Atatürk ve Erdoğan üzerinden Türkiye’yi hedef tahtasına oturttu. Türkiye’yi “düşman ülke” olarak etiketledi.
Bütün bunlar Türkiye’de hem devlet katlarında hem de halk arasında haklı bir öfkeye sebep oluyor. ABD, Türkiye’de en çok nefret edilen ülke durumunda. NATO da kuşkuyla karşılanan bir örgüt.
Türkiye bütün bu haksızlık ve yanlışlıklara tepki göstermekte haklı. Ancak buna rağmen siyasî yönetim telâş ve aceleyle önemli sonuçları olacak kararlar almamalı. NATO ile ilişkileri kesmek, Batı’ya bütünüyle sırt çevirmek gibi bir yola asla gitmemeli. Bu Türkiye’ye fayda sağlamaz, zarar verir.
NATO Amerika’nın güdümünde ama diğer NATO üyeleri de örgütte bir söz hakkına sahip. Bu yüzden Türkiye karşılaştığı problemleri, maruz bırakıldığı ilkesiz ve ikiyüzlü muameleleri tüm NATO üyelerine anlatmaya çalışmalı. Batı’ya sağlam ve delilli bilgiler yağdırmalı. Diyalog yollarını kapatmamalı. Uzun vadeli bir enformasyon savaşı ve psikolojik mücadele için planlar ve hazırlıklar yapmalı.