Yeni yıla girerken, genellikle giden yıl hakkında birşeyler söylenir ve gelecek yıla dair umut ve temenniler dillendirilir.
Ben de aynı yoldan gidecek olursam, arkasından konuşmak gibi olmasın ama 2016’nın hiç mi hiç iyi bir yıl olmadığı söylemek zorundayım.
Ama kabul edelim ki, 2015’in de ondan aşağı kalır yanı yoktu.
Yani gideni de geleni de berbattı.
Bu kötü yıllar hep bize mi yazılıyor, bilmiyorum. Lakin bildiğim bir şey var ki, bu berbat yıllar hakkında söylenip durmak suretiyle de bir şey elde edilemiyor.
Umutlanmak için bazı şeyler aradım. Bakın neler buldum.
Eşkıya Baran
Devlet sinemaya yaptığı katkılar nedeniyle Şener Şen’e ödül verdi. Cumhurbaşkanlığının bu yıl dağıttığı ödüller arasında en çok dikkat çeken oydu.
Törende Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında oturdu ve söz sırası kendisine geldiğinde, yaptığı sade ve anlamlı konuşmayla ödülünü “toplumsal barışa adadı.”
Ne söyleyecekse sözünü sinemadaki yaratıcılığıyla, bu konudaki istikrarıyla ve eğilip bükülmeden söyleyen, gönlümüzün eşkiyası Baran’a devletin ödül vermesi, doğrusu can sıkıcı olayların karabasan gibi üzerimize çöktüğü günlerde tatlı bir meltem etkisi yarattı.
Haraptar köyünün görmüş geçirmiş ağası, Türkiye’nin ve insanımızın geçirdiği değişim ve dönüşümü bize bir kere daha hatırlattı.
Suriye’de ateşkes ve yeniden yeşeren umutlar
Bir başka umut veren gelişme, 2011’den beri bölgemizi cehenneme çeviren Suriye’den gelen haberlerdi. Önce Halep’te sıkışıp kalan, sayıları kırk binin üzerindeki muhalifin zor da olsa, bazen ara verilerek de olsa insanî bir koridor yaratılarak tahliye edilmesi; yaralıların Hatay’daki hastanelere, diğerlerinin İdlip’te kurulan kamplara salimen götürülmesi önemli bir başarıydı. başarılmasıydı. Tamamen insanî nitelikteki bu çalışma, vicdanların henüz tamamen kararmadığını hissettirdi.
Türkiye, Rusya ve İran arasında bu konuda kotarılan işbirliğinin ve belirli bir anlaşma havasının arkasının bu kadar çabuk geleceği ise beklenmiyordu. Aralık 29’u 30’una bağlayan geceyarısı, özellikle Rusya ve Türkiye’nin girişimiyle, “terör örgütü” olarak kategorilendirilen IŞİD (DEAŞ veya DAEŞ) ile El Nusra hariç, yani Esad rejimi ile diğer muhalif örgütleri kapsayacak şekilde, Suriye’de ateşkes ilan edildi. Bu iki örgüte karşı verilecek mücadele ise devam edecekti. Ateşkesin garantörleri Rusya ve Türkiye oldu. İran süreci desteklediğini; Esad rejimi ise uygun bulduğunu ve uyacağını açıkladı.
Uzun zamandır etkisiz eleman modunda bulunan BM’nin de girişime destek verdiği belirtiliyor. Hattâ işler yolunda giderse, sonuçsuz kalan Cenevre süreciyle uyumlulaştırılacağı ve aktörlerinin hemen tamamını kapsayacağı da ileri sürülüyor.
Bu sürece başta ABD olmak üzere diğer ülkelerin de dahil olmasının olumlu karşılanacağı belirtiliyor. “Ilımlı muhalif” olarak tanımlanan birçok örgüt anlaşmaya uymayı taahhüt etti. Ahrar-üs Şam ise anlaşmayı imzalamadığını ve bazı itirazları olduğunu açıkladı.
Astana’da ateşkes sürecinin ayrıntılarının, ihlâl edenlere karşı uygulanacak müeyyidelerin, Suriye’de yeni döneme geçiş şartlarının, masada kimlerin yer alacağının ve bütün bunlara hangi ilkelerin temel teşkil edeceğinin görüşüleceği anlaşılıyor. Ülke tarumar olduktan, milyonlarca insan yerini yurdunu terkettikten, yüzbinlercesi yaşamını kaybettikten sonra gelen ateşkesi ne yapalım dememek gerekiyor. Eğer bu başarılamazsa Suriye’yi, insanları ve bölge ülkelerini daha beteri bekliyor.
Bu bakımdan, işin bu noktaya gelmesinde adı geçen ülkelerin payı nedir onu az çok biliyoruz ama, bugün bu kapsamda ateşkesin gerçekleşmesinde rolü olan Türkiye, Rusya ve diğerlerinin hakkını da teslim etmek gerekiyor.
Tabii bu ateşkes ne kadar sürer, nasıl sonuç verir ya da sonuç verir mi, bizler çok bilemeyiz; ama hiç olmazsa insanların ölmesinin önlenmesi de az şey değildir, bir süreliğine de olsa.
Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay yalnızca birer aydındı
Sonuncu olarak üzerinde durmak istediğim, bir süre önce kapatılmış olan Gündem gazetesinde sembolik olarak destek amaçlı nöbetçi yayın yönetmenliği ve danışma kurulu üyeliği yaptıkları için “örgüt propagandası” ve “örgüte destek” gibi havadan sudan gerekçelerle tutuklanan romancı Aslı Erdoğan ile dil bilimci Necmiye Alpay’ın ilk duruşmada tahliye edilmiş olmaları.
2016 gibi korkunç bir yılı geride bırakırken bu, beklenebilecek iyi haberlerden biriydi.
Neredeyse beş aya yaklaştı bu aydınların tutukluluğu. Mağdur olarak gördükleri bir toplumsal kesimin sesini yansıttığını düşündükleri, baskı gören bir gazeteye sembolik bir jestle destek olmaya çalışmışlardı. Öyle aktif politikanın girdisi çıktısıyla pek ilgileri yoktu.
Hemen bütün ülkelerde görülebilen benzer olaylarda sorumlu aydınların yaptığı gibi, devlet nasıl düşünür endişesine kapılmadan, “niyetim farklı okunur” titrekliğine düşmeden, fikirlerinin uyuşup uyuşmadığını kuyumcu terazisinde tartmadan, yalnız ve yalnızca düşüncelerini özgürce ifade edebilsinler diye, ellerinden gelen yegâne şeyi yapıp isimleriyle sınırlı bir destek vermişlerdi.
Bunu örgüt propagandası gibi afâkî iddialara bağlamak, nedense savcılarımızın aydınlara, gazetecilere, akademisyenlere dönük olarak çok sık başvurduğu bir suçlama. İddia çoğu kez boşa çıkıyor; yatanlar yattıklarıyla kalıyor ve Türkiye bu muameleler nedeniyle dünyanın olmadık utanç listelerinde boy gösteriyor.
FETÖ’ye karşı mücadelenin yılmaz yolu,
aydınların malına ve maaşına el koymak mı?
Hatırlarsanız, geçenlerde FETÖ soruşturmalarıyla ilgili tutuklu bulunan 54 kişilik (içinde çok sayıda gazeteci, yazar ve akademisyen bulunan) bir listede adı geçenlerin malları, mülkleri, maaşları ve banka hesaplarına OHAL yasasının verdiği imkânla el konduğuna dair haberler yayınlanmıştı.
İşin hukuki teferruatına girmek istemem. FETÖ’nün örgüt şeması içinde bu tür tedbirleri hak edenlerin olduğu da muhakkaktır.
Ama o listede Hilmi Yavuz, Şahin Alpay, Mümtaz’er Türköne, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Lale Sarıibrahimoğlu, Nuriye Akman gibi gazeteci, yazar, şair ve bilim insanları da var. Fikirleri farklı olabilir. Ama bu insanların, FETÖ’nün oluşturduğu özel menfaat ve siyaset ağı önümüze siyasal bir sorun ve bir darbe girişimi olarak gelmeden önce de, hayatlarını fikri faaliyetleriyle, yazıp çizdikleriyle kazandıkları bir gerçek değil mi? Hemen hepsi inandıkları fikirleri bazı yayın organları aracılığıyla duyuruyordu.
Onların ticaretle, ihaleyle, para transferiyle alâkalı kimseler olduklarını iddia edecek fazla insanın çıkacağını da sanmam.
Eğer malları, mülkleri, maaşları varsa, bunu FETÖ’nün suç teşkil eden faaliyetlerinden dolayı değil, beğensek de beğenmesek de bizzat kendi fikirlerini ortaya koydukları için elde etmiş veya kendilerine miras kalmış olduğu güçlü ihtimaldir. Hal böyleyken, sanki bütün gelirlerini suça teşkil eden faaliyet dolayımıyla elde etmişler gibi el koymalar, sizce vicdanları biraz zorlamıyor mu?
Şair ve yazar Hilmi Yavuz’un malı mülkü yok. Telif ücretlerinden ve emekli maaşından gayri geliri yok. Kirada yaşıyor. Bankadaki üç beş kuruşuna neden el konur? FETÖ böyle mi çökertilecek, anlayamadım gitti.
Şahin Alpay Zaman’da yazıyordu. SGK’dan aldığı emekli maaşı dondurulmuş. Babasından miras birkaç dönümlük zeytinliğe el konulmuş. Eşiyle ortak banka hesapları da aynı akıbete uğramış. Ödemeler yapılamadığı için evin elektriği kesiliyor.
Nedir bu Allah aşkına! Olacak şey mi! FETÖ’nün 15 Temmuz kanlı darbesinin faturası, bütün hayatı yazıp çizmekle geçmiş bu insanlara mı çıkarılacak? Bu muameleden nasıl bir sonuç elde edilmesi bekleniyor?
Neyse; 2016’yı tarihin sayfalarına gömerken size umut vadeden üç iyi gelişmeden söz edeceğimi söylemiştim, uzatmadan bitireyim.
Yeni yılın insanımıza, ülkemize, bölgemize, dünyamıza barış ve umut dolu günler getirmesini diliyorum.