Özetle, “Geçmişi kurtarmadan geleceği de kurtaramayız!” diyordu Walter Benjamin. 19.yüzyıl tarihini sadece maddi dokümanlarının kolajıyla yazmaya kalkışacak derecede militan bir maddeci olarak tabii ki geçmişi diriltme hayalleri görmüyordu, kastettiği diriltme hatırlanmasıydı; o kadar. Geçmişin gerçekleşmemiş umutlarının; hayali kurulup mücadelesi de verilmiş, ama kazanılamamışlara sahip çıkmadan gelecek hayali kurmanın akıntıya kürek olduğunu imâ ediyordu. J.P.Sartre,“ İnsan ancak onu hatırlayan son kişi de ölünce ölür.” derken de benzer bir varsayımla hareket ediyormuş: “Hayaller canlıdır!”. Hatırlamanın, dolayısıyla, unutmanın sonuçlarının o kadar da anlaşılmaz ve soyut olmadığını kanıtlamak da zor değil.
Hrant Dink’in göz göre-göre katli, Sabahattin Ali’nin alenen öldürülüşünün bırakalım hesabının sorulmasını; unutulmasıyla mümkün olmuş,
Şaibeli referandum sonuçlarını mümkün kılan unutkanlık kilidinin anahtarını da Ömer Madra Açık-Radyo’da günler öncesinden vermişti:
Bilmiyordum (ki, zaten mesele de o) 1946 seçimleri açık oy + kapalı sayım sistemiyle (bu bir sistemse eğer) yapılmış. Hayır, DP’nin kazanmasıyla Türkiye’yi çok-partiye geçiren seçim şaibeliymiş demeyeceğim, tersine zamanın tek partisi seçimi kaybetme ihtimaline karşı (Nitekim kaygısı gerçek-dışı da değilmiş ki, DP kazanmış.) kazanmayı garantiye alacağını sandığı trajik bile olmayan maskaraca bir karar almış. “Onun için mi, rağmen mi kaybetmiş?” bu saatten sonra tartışacağımıza, o saçmalığa zamanında yeterli direnç gösterilmemiş olmasını da geçelim, yüzyılın yarısını yaşamış canlı tanık olarak benim örneklediğim gibi “bilmememiz (kollektif unutma)” mümkün kılmış birkaç gün öncesinin şaibeli referandumunu.